Seyir defteri
Pırıltılı Mikonos Işıl ışıl Delos
Yunan Adaları’nı gezerken bizim Anadolu toprakları gibi farklı uygarlıkların rengarenk izlerini takip ediyorsunuz. Bu kez seyir defteri sayfalarımızda tarihî ve doğal güzellikleriyle bizi çok etkileyen Delos ile adını Delos Kralı’nın oğlundan alan Mikonos (Mykonos) var.
Teknemizi Naxos Adası’nda marinaya bağladıktan hemen sonra başlayan meltem fırtınasının en az bir hafta daha süreceğini öğrenmiş ve bu sürede tekneyi çıkarmanın imkânsız olduğunu da anlamıştık. Önce Naxos’u araba kiralayarak ve toplu taşıma ile iki-üç gün gezdik. (Naxos detaylarını başka bir sayıda anlatacağız.) Daha sonra ne yapabiliriz diye araştırırken, dışardaki sert havaya rağmen feribotların çalıştığını öğrendik ve hemen Mikonos-Delos turuna karar verdik. Sabah feribot zar zor kalktı, dalgalar inanın feribotun üstünden aşıyordu. Fenalaşanlar ve istifra edenlerle dolu bir seyirle önce 10 deniz mili ilerdeki Paros Adası’nın Naoussa Limanı’na, oradan da 16 deniz mili ilerdeki Delos Adası’na gittik. Delos gezisinden sonra da 5 deniz mili mesafedeki Mikonos Limanı’na (37° 27.040’ K-25° 19.587’ D) geçtik. Mikonos
Limanı’na da sert havadan dolayı çok çok zor yanaşabildik. Tüm yol bir felaketti ve iyi ki bu havada teknemizle gelmemişiz dedirtti bize. Mikonos Limanı’nın az ilerisinde Mikonos Marina bulunuyor. (37° 27.862’ K-25° 19.599’ D) Hemen her zaman dolu olan bu marinaya önceden rezervasyon yapmak ayrıca şart.
Mikonos
Tüm Yunan Adaları arasında Santorini ile birlikte, belki de en ünlüsü olan bu ada, dillere destan gece hayatı, parti ve festivalleri, yine dillere destan plajları (özellikle nüdist ve natürist plajlar), cinsel tercihlere hoşgörüsü, jet sosyetesi ile gerçekten de eğlencenin başkenti... Bir o kadar görsel zenginlik, tarihî ve doğal güzellik barındırması da cabası…
Halkının çok büyük bir bölümü Rum Ortodokslardan oluşan Mikonos, adını komşu Delos Adası’nın kralının oğlu Mikonos’tan almış. 1200’lü yıllarda adaya Venedikliler hakimmiş. Ada 1537’de Osmanlı hakimiyetine geçmiş. 1829 yılında Yunanistan’da kurulan bağımsız krallığa bağlanmış. İşte bu bağlanma Mikonos’ta ciddi bir çöküşe yol açmış. Adanın tüm gemileri satılmış ve ekonomisi çökmüş. Fakirleşen ve çaresiz kalan ada halkı tekstile yönelmiş. Birçok üretimhane açılmış ve ada kumaş ticareti ile çok ünlenmiş. Kumaş işi de 1960’lı yıllara kadar iyi şekilde sürmüş. 1960’larda turizmin artması ile ada turistik bir kimliğe bürünmüş ve halkının gelirinin büyük bölümü turizmden gelmeye başlamış. Turistik kimliğe bürünmesindeki en büyük katkıyı da adaya akın eden sanatçılar, entelektüeller ve hippiler sağlamış. Tüm bunların getirmiş olduğu gelişmeye açık, karışık, çılgın kültürler adaya popülerlik kazandırmış.
Adayı biraz da coğrafi ve mimari olarak incelersek; geleneksel mimarinin çok iyi korunduğunu söyleyebiliriz. Neredeyse tüm yapılar beyaz duvarları, lacivert-mavi renkli kapı, pencere ve balkonlarıyla Kiklad mimarisinin tüm özelliklerini yansıtıyor. Araları beyaza boyalı taş döşemeli (Arnavut kaldırımlı sokakları andırıyor) kıvrım kıvrım dar sokakları, begonvil, sardunya ve çok renkli çiçeklerin süslediği balkonları, çeşit çeşit ve genellikle ünlü marka butiklerin olduğu sokak ve caddeleri, her biri farklı konseptlerdeki pek çok taverna ve kafeleri ile çok keyifli ve ilginç bir ada Mikonos.
Bu küçük ada eğlence, güneş, deniz, kum ve çılgınlıkları ile ünlü olmasına rağmen ilginç şekilde 400’den fazla kiliseye de sahip. Küçüklü büyüklü, mavi ve kırmızı kubbeli bu kiliseler adanın her yerinde görülebiliyor. Bunların en ünlüsü ve görülmesi gerekenlerinden biri limanın ucunda yer alan ünlü Paraportiani Kilisesi. Adanın merkezi durumundaki Chora, yukarıda saydığım mimari özelliklerin hepsine sahip. Tıklım tıklım olan popüler plajıyla çok güzel bir yer gerçekten. Turistik mekânlar, butikler, tavernalar ve kiliseler iç içe geçmiş vaziyette. Burada biraz dolaştıktan sonra yine kıvrımlı sokaklardan geçerek Chora’nın batısındaki tepede bulunan yel değirmenlerine
gittik. Şehrin ve adanın sembollerinden olan bu yel değirmenlerinin etrafı, bizim gibi merak edip akın akın gelen turistlerle doluydu. Onlardan fırsat buldukça biz de bu fotojenik yel değirmenlerini fotoğraflamaya çalıştık. Yel değirmenlerinin hemen altında, deniz kenarında adanın en güzel ve renkli evlerinin konumlandığı Little Venice bölgesi bulunuyor. Müthişti, çok etkilendik. Tabii yine fotoğraflamaya doyamadık. Ayrıca, biz kalamadık ama oradakilerin anlatımlarına göre, buranın müthiş bir gün batımı noktası olduğunu da öğrendik.
Sonra hızlıca feribotun bulunduğu yere geldik ve kıl payı yetiştik. Aklımız kaldı, çok kısa ziyaret edebildiğimiz bu adayı da tekrar gezilecekler listemize ekledik.
Delos
Tarihini inceleyinceye kadar doğrusu hiç ilgimizi çekmemişti. Fakat broşür ve kitaplardan okuyunca çok küçük ve çorak olmasına rağmen geçmişte din, sanat ve ticaretin merkezi olmuş bu adayı çok görmek istedik. Öncesinde kendi teknemizle gitmeyi planlamıştık ancak sonra fark ettik ki bu bayağı sıkıntılı olabilirdi. Feribotların yanaştığı rıhtım ve limana özel teknelerin demirlemesi pek istenmiyor. Tekneler Delos ve Rinia arasındaki kanalda demirde kalıyorlar ve orası da pek rahat bir demir yeri değil. En iyisi yine feribotla gelmek.
Yunanistan’ın en önemli arkeolojik yerlerinden biri olan ve UNESCO koruması altındaki Delos’ta yerleşim yasak. Görevliler, arkeologlar ve ilgili stajyerlerin konaklayabildiği bu adada, sadece çok önceden alınan özel izinlerle yapılmış olan birkaç bungalovda kalma imkânı olabiliyormuş. Ada 5 kilometre uzunluğunda ve 1.300 metre genişliğinde bir coğrafyaya sahip. Mitolojiye göre Hera’nın gazabından kaçan Işık Tanrısı Leo, Güneş Tanrısı Apollon ve ikizi Artemis’i bu adada doğurmuş. O nedenle adaya parlak anlamına gelen ‘Delos’ ismi verilmiş. Gerçekten, hemen hiç gölge yapacak tepesi ya da adanın meşhur tek palmiyesinin dışında ağaçlık yeri olmayan bu adada güneş her zaman evlerin içine kadar giriyormuş. Tam bir güneş ve ışık adası Delos... Ayrıca yine mitolojiye göre; Apollon’un doğumuna kadar serbest yüzen bu ada, deniz tabanından yükselen sütunlarla sabit hale gelmiş ve denizciler için güvenli bir liman olmuş.
Adada yaşam M.Ö. 2000’li yıllarda İyonyalılar ile birlikte başlamış ve sonraki yıllarda muhtelif dönemlerde din, sanat ve ticaretin merkezi haline gelmiş. İlk başlarda Atina’ya bağlı olan ada giderek pek de misafirperver olmayan dini bir merkez haline dönüşmüş. Atina’nın kasası burada korunuyormuş. Yine ilk yıllardan itibaren her beş senede bir yapılan büyük Delia festivalleri ile Apollon’un doğumu kutlanmaktaymış.
İyonyalılardan sonra ada MÖ 315’e kadar Atina’nın hâkimiyetinde kalmış. Bu tarihte Makedonyalılara geçerek bağımsızlığını kazanan adada başlayan Roma döneminde giderek ticaret ve sanat gelişmeye başlamış. Dünyanın birçok yerinden, özellikle Mısır, Suriye ve İtalya’dan gelen tüccarlar da adaya yerleşerek köle ticaretine yön vermişler.
MÖ 166’da Romalılar senato kararıyla adayı tekrar Atina’ya bağlamışlar. İşte bundan sonra ada serbest bir liman kenti olmuş. Dünyanın belki de ilk vergisiz alışveriş yapılabilen adası olan Delos’ta zengin yabancı tüccarlar yerli halk statüsü kazanırken yerli halk zamanla adadan uzaklaştırılmış. Giderek birçok yabancı
sanatçı ve tüccarla dünya ticaret ve sanatının merkezi olmuş.
Delos’ta yerleşik sosyal yapıyı ve nüfusu korumak, yaşayan halkın (zengin tüccarlar ve sanatçılar) sayısını sınırlı tutmak için doğum ve ölüm yasaklanmış. Tam karşıdaki Rinia Adası doğum ve ölümler için kullanılmış. MÖ 88 yılına kadar ticaret ve sanatın zirve yaptığı bu ada, Rum Pontus kralı Mitridat tarafından Atinalılardan tekrar geri alınıp yağmalanıp talan edilmiş. Daha sonraki yıllarda ada çeşitli medeniyetler tarafında tekrar tekrar kurulup tekrar yağmalanmış ve MS 44 yılında artık tamamen popülaritesini kaybederek kimsenin yaşamadığı çorak bir harabeye dönüşmüş. Taa ki 1873 yılında Fransızların yaptığı hafriyat ve arkeolojik çalışmalara kadar. Sonrasında yavaş yavaş Artemis, Apollon ve Hieron’un mabetlerinin kalıntıları, Agora, Hellenistik dönemden kalma çarşı, dükkan, ev, malikane ve sokak kalıntıları ortaya çıkarılmış. Bulunan birçok değerli kalıntı heykel vb. materyaller Delos Müzesi’nde sergileniyor. Hem kalıntılardaki hem müzedeki mozaikler dünyaca ünlü. En bilineni de hiç kuşkusuz Dionysos’un pantere bindiği mozaik.
Öğrendiğimiz kadarıyla kalıntılardan bazıları da Mikonos Müzesi’ndeymiş. Özellikle ölümle ilgili kalıntılar adanın geleneği gereği burada değil Mikonos’ta sergileniyormuş. Yine gezdiklerimiz arasındaki antik tiyatro, aslanlı yol, tapınaklar, kutsal yol, kutsal göl, aslanlar terası, tiyatro semti, mabetleri, evler bizi çok etkiledi. Apollon’un doğduğu kutsal göle giden yoldaki dokuz aslan heykelinin, doğumun beklendiği dokuz ayı temsil ettiğine ve ayrıca Delos hazinesini koruduğuna da inanılıyormuş…
Adanın tek yükseltisi, 115 metre yükseklikteki Kynthos Dağı’nın yamacına çıktık ve tüm SİT alanını seyrettik, muhteşemdi. Feribotun zaman probleminden dolayı adadaki tüm sit alanlarını ve müzeyi doya doya gezemedik. Arkeolojiden, tarihten hoşlananlara dünyanın en önemli antik alanları arasında sayılan, dini, ticareti, sanat ve zanaatları çok uzun yıllar koynunda saklamış bu ada için en azından bir tam gün ayırmanızı ve feribot saatlerini ona göre seçmenizi tavsiye ederiz. Hele hele önceden buranın (tabii bu adanın dışında da her ziyaret edilen yer ve mekânın) tarihçesini biraz okuyup çalışıp gidilirse, gezi çok eğlenceli ve verimli bir hale gelecektir eminiz.
Yunan Adaları’nı özlemedik dersek yalan olur. Tamam, bizim de çok güzel adalarımız var. Marmara Denizi’ndeki adalar, Gökçeada, Bozcaada, Ege ve Akdeniz’deki birkaç küçük ada. Bunun yanında Yunanistan adaları o kadar çok çeşitli ve renkli ki insan her gidişinde farklı detaylar keşfediyor. Bizim
Anadolu toprakları gibi uygarlıkların izleriyle geziyorsunuz. Biz bazılarını defalarca olmak üzere yüze yakın
Yunan adasını oldukça detaylı dolaştık ama hâlâ gidemediğimiz ya da tekrar gitmek istediğimiz epey Yunan adası var. Bu pandeminin getirdiği seyahat kısıtlamaları ve iki ülke arasındaki huzursuzluklar hem moralimizi bozuyor hem de daha uzun bir süre gidememe korkusu yaşatıyor maalesef. Görünen o ki 2021’de de virüs ile uğraşacağız gibi… Moralimizi bozmadan bu karanlık sıkıntılı günlerin çabucak geçmesini dileyelim en iyisi. 2021’i de gezemediğimiz kendi coğrafyamızı daha iyi keşfetmekle geçirelim, ne dersiniz… Tabii öncelik sağlık ve son karar COVID-19’un.
Denizin kokusu üzerimizden eksik olmasın… Sağlıklı keyifli huzurlu seyirlerimiz olsun hepimizin… KeyfeSeyir’den sevgilerimizle…