Geçici körlük
Geçen yıl bayram tatilinde Dirsekbükü’ndeki kalabalığı bir okurumuzun havadan çektiği fotoğrafla Naviga’nın sayfalarına taşımış ve oturmuş tek tek tekneleri saymıştık; 90’a yakın tekne üst üste ya koltuk almış ya da alargada demir atmıştı. Oysa bu fotoğraftan birkaç gün öncesinde biz botla koyda dolaşmış, 104 tekne saymıştık. Bu yıl Dirsekbükü’nde yine benzer manzara vardı, tabii diğer koylarda da…
Geçen yıl koylardaki hırsızlık olaylarını yazmıştık. Birkaç büyük soygun aynı yerde gerçekleşmiş, biz de belgelerine ulaşmış ve yayınlamıştık. Bu yıl aynı şeyler yaşanmaz diye ümit ediyorduk ama anlaşılan nafile bir bekleyişmiş zira WhatsApp gruplarına karadan ve denizden gelen ‘çetelerin’ tekneleri soyduğuna dair uyarı mesajları geldi. Bizler ki teknemizin kapısını bile kapatmaya alışık değildik, restoranlarda hızlıca yemeğimizi yer, alelacele teknelerimize döner olmuştuk. Geçen sezonu kilitli kıçtan takma motorlar, karaya tuvalete giderken bile yanımızdan ayırmadığımız dizüstü bilgisayar ve cüzdanlarla kapatmıştık. Bu yıl da değişen bir şey yok, yine aynı endişe ile denizlerdeyiz.
Geçen yıl koylarda bağlı teknelerin ışıklandırılması ile ilgili ciddi şikayetler vardı. Kurallara uygun ışıklandırma için yazdık, çizdik, sosyal medyada da sesimizi duyurmaya çalıştık. Teknelerin kimi aynalı disko topu kıvamında göz alırken, kimi de elektrik faturasından tasarruf edecekmiş (!) gibi kapkaranlıktı, demir fenerini yakmıyordu. Bu yıl koyların ‘aydınlanma’ probleminde de değişen bir şey yoktu… Pekiyi aydınlatma biz insanlar için değil miydi? Teknenin gurcatasına ya da flybridge’in tepesine kadar yanar döner olmuş ‘yatlar, guletler’ neden tekne altlarını da cayır cayır yakıp balıkları şaşkına çeviriyorlardı? Gece karanlığının, doğanın dengesini korumak için gerekli olduğunu gerçekten düşünemiyorlar mıydı? Işıkta uyuyamayanlar, tam da sizin teknenizin altındaki o ışıklardan bahsediyorum!..
“Denizin dibine aşina değilsen körden farkın kalmaz.” Bu cümle şu an okuduğum bir kitaptan*… Ne kadar doğru! Kör olmuşuz, gözümüz ne balıkları, ne ağaçları, ne kuşları görüyor… Geceyi gündüze, gündüzü karanlığa çeviriyoruz. Yoksa karadaki beton, polyesterle denizlerin üstüne mi taşınır oldu? Bu yıl müsilaj illetiyle denizin mavisini çaldık, balıkların yuvalarını adeta örümcek ağlarıyla kapladık… Hâlâ anlayamıyorsak, doğa bize daha nasıl derdini haykıracak?
Deniz biterse, biz biteriz… Hızla daha duyarlı olmak, çevreye ve varlığımızı borçlu olduğumuz suya daha saygılı davranmak zorundayız. Biz değişirsek, ‘dünya’ iyileşecek…
Denizin tuzundan uzak kalmayın.