Ev tersanesi
Öğrenmenin ve üretmenin hazzı
Bazen bir şeyi çok istersiniz ancak ne kadar çabalarsanız çabalayın bir türlü elde edemezsiniz. Bazen de çırpınmaktan vazgeçip her şeyi akışa bıraktığınızda bir de bakmışsınız hayalinizin içindesiniz. Belki de işin doğrusu nafile çaba harcamaktansa kendiniz ve hayatınız hazır olduğu anda adımı atmaktır.
Grafik tasarım uzmanı Sertan Algüney, yıllarca hizmet verdiği reklam sektörüne tam da vakti geldiğinde veda edip, Urla’nın bir köyüne yerleşmiş. Ve artık bahanesi de kalmadığı için çok uzun süredir hayalini kurduğu, tekne üretme işi için harekete geçmeye karar vermiş.
İlk teknesini 2017 yılında üreten
Algüney, bugüne kadar bir teknenin refitini gerçekleştirmekle kalmamış yepyeni bir tane daha inşa etmiş. Üstelik sırada yeni bir proje var... Tüm bu işleri gerçekleştirdiği yer ise kendi deyimiyle 50 metrekarelik ‘tenekeden’ atölyesi…
Sertan Algüney’in kendi teknesini üretmek isteyenlere mesajı çok net: “Korkmayın! Aldığınız sonuç, piyasadaki örneklerine göre kötü bile olsa, yaşatacağı tatmin hissi satın alacağınız en iyi tekneden daha fazla olacaktır.”
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
1979 doğumluyum. Babam memur olduğu için o sırada görev yaptığı Balıkesir’de dünyaya gelmişim. Üç yaşımdayken de İzmir’e taşınmışız, o gün bugündür İzmir’deyim. Doğasever bir ailenin çocuğu olarak ufak yaşlarımdan beri kampçılık ve doğal yaşamı tecrübe ediyorum. 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun oldum. Yaklaşık 15 sene grafik tasarım ve reklam işleri yaptım. Şimdilerde Urla’da yaşıyorum ve 50 metrekarelik atölyemde işler yapıyorum. Eşimle birlikte doğal yaşamı elimizden geldiğince sürdürülebilir şekilde hayatımıza uyarlamaya çalışıyoruz.
Kendi teknenizi üretmeye ne zaman ve nasıl başladınız? Bu merak nereden geliyor?
İlk tekneyi 2017 yılında çocukluk arkadaşım ve aynı zamanda modelleme ve minyatür heykel sanatçısı olan
Erhan Babür’ün de yardımıyla bahçede yaptık. Ufak yelkenli bir dingiydi.
Erhan’la uzun zamandır kurduğumuz hayallerimizden biriydi aslında. Uygun bir zaman yakalayıp nihayet senelerdir konuştuğumuz şeyi yapmaya başladık. Genelde de böyle olmaz mı zaten?
Uzun yıllar hayalini kurduğunuz bir şeyi gerçekleştirmenin zamanı gelmiştir diye içten içe hissedersiniz ve artık ürettiğiniz bahaneler sizi de tatmin etmeyecek hal alır. Sonrasında ilk hareket ve devamı gelir. Zaten ufak da olsa bir hayalinizin peşinden gittiğinizi anladığınız anda, bitmeyen bir enerji ve motivasyon yüklenirsiniz. Birazcık özveri ve azim, sizi tatmin edilebilir olumlu sonuca götürür zaten. Herkes gibi benim için de bu formül geçerliydi. Hele ki ellerinizle bir şeyler yapmayı, üretmeyi, kendi ihtiyacınızı gidermeyi, kendinizle rekabet etmeyi seviyorsanız, işte o zaman projenin büyüklüğünün hiç önemi olmadan başından sonuna eğitici, geliştirici ve tatminkâr bir sürecin içine giriyorsunuz. Bütün bunlar beni o kadar etkilemiş olmalı ki artık daha elimdeki proje bitmeden ‘sıradaki proje ne olsun acaba’ diye düşünüyorum.
Hazır almak yerine niye kendiniz üretmeyi tercih ettiniz?
Bunun iki sebebi var aslında. İlki, birşeyler üretmenin herkese olduğu gibi bana da iyi gelmesi. Üretmeyi seven çoğu insanın da katılacağı gibi, böyle süreçler insana hiç de azımsanmayacak şeyler katıyor. Aldığınız sonuç, piyasadaki örneklerine göre kötü bile olsa, yaşatacağı tatmin hissi satın alacağınız en iyi tekneden daha fazla oluyor. En azından benim için durum böyle.
Böyle süreçlerin kişiye kattığı beceri ve tecrübe gibi öğrenilen çoğu şey de kalıcı oluyor. Aslında bu sadece tekne yapımı değil, birçok konu için geçerli bir durum. Bugün ufak bir dingiyi kendi imkanlarınızla yapmak, ileride sahip olacağınız büyük bir yelkenlinin bakımı için sizi hazırlayabiliyor. Burada işçilik becerilerinizin gelişmesinden, macun çekmenin inceliklerini öğrenmekten bahsetmiyorum. Bunlar da önemli elbette ama en basitinden bir tekne alırken bile nelere dikkat etmeniz gerektiğini uygulamada anlamaya başlıyorsunuz. Eğer uzun süreler denizcilikle ilgilenme niyetiniz varsa, böyle öğrenme fırsatlarını kaçırmamak gerekir.
İkinci olarak da maalesef ülkemizde ufak yelkenlilerin yaygın olmaması diyebilirim. Yani hazır almak istesem de zaten çok fazla seçenek yoktu. Alacağım tekne büyük ihtimalle ikinci el olacaktı. Halihazırda bakım yapmam gerekecekti. Böyle durumlarda zaten istekliyseniz ve az da olsa eliniz bu tür işlere yatkınsa, daha da fazla bahane bulmadan işe girişiyorsunuz. Ve bir kere başladığınızda devamı geliyor.
Ürettiğiniz ilk teknenizden bahseder misiniz?
Red Sparrow adını taktığım ilk tekne 2,35 metrelik yelkenli bir dingiydi.
Toplam yapım süreci peyderpey çalışmayla iki ay kadar sürmüştü. Düzenli zaman ayırarak yalnızca birkaç haftada da böyle bir tekne bitirilebilir. Oldukça basit ve uygulaması kolay bir teknik olan tel dikiş yöntemini kullandık. Tekne planı Radoslaw Werszko’nun
tasarımıydı. 2,5 metre altında yapılan tekneler için herhangi bir liman kaydı veya evrak gerekmediğinden bu ölçüler içerisinde yapmaya karar verdik. 2,9 metrelik tasarım bilgisayar ortamında 2,35 metreye küçültüldü ve parçalar
CNC ile kesildi. 6 ve 9 milimetre marin kontrplak parçalarının birleşim yerlerine elyaf şeritler geçtikten sonra borda ve karina 350 gramlık elyafla epoksi reçine uygulayarak kaplandı. Sonrasında postalar, küpeşte ve baş kısımların montajı tamamlanıp boyandı. Son olarak da 3 metrekarelik tek yelkenli sloop arma donandı. Ana direk ve bumba için 5 santimetrelik alüminyum boru kullanıldı. Bu ebatlardaki tekneler için çarmıh ve ıstralyaya gerek kalmıyor, o yüzden bu teknenin arması oldukça sade. Hareketli pala ve daggerboard tipi hareketli salmasıyla oldukça kullanışlı ve keyifli anlar yaşatan bir tekne oldu diyebilirim.
Bir teknenin de bakım onarımını gerçekleştirmişsiniz.
Bu projenizi anlatır mısınız?
2018 senesinde internette denk geldiğim, sloop armalı açık güverte bir tekneyi satın almamla başlayan bir süreçtir bu da. Eşimle ve arkadaşlarımla birlikte eşyalarımızı koyup, çadırlarımızı da alarak daha önce gitmediğimiz koylarda kamp yapma isteği ana motivasyon kaynağım oldu diyebilirim. Daha kalabalık seyirler yapabilecek ve daha uzun rota tutabilecektik. Tekne çok basit şekilde yine marin kontrplaktan üretilmişti. Yalnız üretimde epoksi elyaf ile sarılmamış, sadece boyanarak geçiştirilmişti. Bu da özellikle ıslak alanlarda adeta zırh olma işinin sadece boyaya bırakıldığı anlamına geliyor ki sürekli denizde kalacak bir tekne için yeterli olmayacaktı. Açıkçası olmamıştı da. Teknenin iskeletine deniz suyu nüfuz etmiş ve küpeştenin az altına kadar kontrplaklar deniz suyunu emmişlerdi.
İlk olarak teknede sökülebilecek her şeyi sökerek, sadece kaba gövdesi kalana kadar boyayı ve kısmi çekilen macunları kazıdım. Sonrasında iyice kurumasını bekledikten sonra borda ve karina tamamen epoksi elyafla sarıldı. Üstüne epoksi macun çekilerek boyaya hazır bir yüzey elde edene kadar zımparalanarak önce astar boya sonra da son kat poliüretan boya ile boyandı. Artık ıslak alanlar uzun süreler sorun çıkartmayacak hale geldiğinde teknenin güverte kısmına geçtim. Pruvada usturmaça, can yeleği gibi eşyaları koymak için ufak bir dolabı vardı. Bu alanı, içerisine çadır, buzluk ve diğer eşyaları rahatça koyabileceğimiz kadar büyüttüm. Havuzluk biraz daraldı ama artık yüksek denizlerde bile eşyalarımız ıslanmadan, seyir yapabilecektik.
Hareketli salmalı bu teknenin salma kutusu (tahmin edileceği gibi) su alıyordu. Buraya giren su da sintineye doluyordu. Kutunun bakımı ve onarımı yapıldı. Sabit salmaların böyle dertleri yok ama hareketli salmanın da 30-40 santimetrelik sulara kadar girebilmesi önemli bir avantaj. Tekneyi kullanım amacımızı da düşününce, bazı riskleri de olsa hareketli salma donanımını korumak istedim. Güvertedeki diğer tüm detaylar da halledildikten ve macunlandıktan sonra kaymaz alanları kumlama yöntemi ile hazırlamaya koyuldum. Biraz daha zahmetli ama tartışmasız daha sağlam olan bu yöntemi uygulama kararım, piyasadaki kaymaz boyalara dair şikayetlerden sonra netleşti diyebilirim. Emeğimin karşılığını aldığım gerçekten de sapasağlam kaymaz alanlar oldu.
Şu an üçüncü sezonunda ve herhangi bir deformasyon dahi olmadı. Hazır kaymaz boyaların bir-iki senede soyulmaya başladığına dair çok sayıda şikayet okuduğumu hatırlıyorum. Bazen teknolojinin getirdiği kolaylıkların yanında götürüleri de oluyor. İşte az önceki hazır almak yerine kendinizin yapması hakkındaki konuşmamıza şu konuyu da ekleyebiliriz aslında; bu zahmetli yöntemle kaymaz alanları yaptırmak istesem kime yaptırabilirdim mesela? Mutlaka vardır birileri ama onları bulmak, bulsanız da iş yaptırmak her zaman sıkıntılı olmuştur. Bazen eldeki en iyi seçenek, ellerinizi kirleterek kendi işinizi kendinizin görmesi oluyor. Yine de yolun henüz başında biri olarak sınırlı tecrübem olduğunu da belirtmem gerekir.
Bütün işler bittiğinde armaya sıra geldi. Bu donanımlar zaten hazırdı. O konuda genel kontroller, değişmesi gerekenlerin değişimi veya bakımı dışında pek bir şey yapmadım. Flok çok kötü durumdaydı, işlerini severek yapan VMG Yelken firmasında, aynı flok ölçülerinde bir yelken dikildi. En sonunda da o büyük an geldi ve tekneyi suya atarak ilk seyrimizi yaptık. Hâlâ bu tekneyi kullanarak çok keyifli anılar biriktirmeye devam ediyoruz.
İkinci tekneyi üretmeye nasıl karar verdiniz?
Bir önceki refit projesinde o kadar çok sürprizle karşılaşmıştım ki, bir yeri kazıyorsunuz ve alttan sağlam katmanın gelmesini beklerken çürümüş yerlerle karşılaşıyorsunuz. Böyle hazırlıklı olmadığınız ve işi uzatan sürprizleri sıfırdan yaptığım dingide hiç yaşamamıştım. Diğer yandan da kendimle rekabet etme dürtülerim de beni bu yola itiriyordu. Sonunda epeyce plan aradıktan sonra yine daha önce sorunsuzca uyguladığım Radosław Werszko planlarından 4 metrelik bir daysailer seçerek işe başladım. Planın genel tasarımını bozmadan biraz kişiselleştirdim. CNC’de bu çizimleri kestirip yine tel dikiş yöntemi ile parçaları bir araya getirerek devam ettim. İlk teknenin üretim tekniğiyle aynı, sadece daha büyüğüydü. Bordalar ve güverte iki parça halinde birbirine eklenerek uzatıldı. İçerden ve dışarıdan birleşim yerlerine sırasıyla dolgu macun, elyaf şerit ve epoksi uygulandı. Islak alanları tamamen elyaf ve epoksiyle sarıldı; sonrasında macunlandı. Baş tarafına eşyalar için ve tekne alabora olsa dahi denizin yüzeyinde kalabilmesi için kuru alan ilave edildi. Kıç taraftaki kuru alanın da sızdırmazlığı yapılarak ince kozmetik işlere geçildi. Bu teknede de kaymaz alanları kumlama yöntemle yapmayı tercih ettim. Astar ve son kat boyalar da bittikten sonra arma donandı ve toplamda 500 saat civarı bir çalışmanın sonucunda seyre hazır hale geldi. Bütün bu süreçlerin en heyecanlı kısmı ise denizle ilk buluşmadır. Sırf bu anlar bile çektiğiniz onca zorluğun ve harcadığınız emeğin karşılığı olabilir. Üstelik size tekrar tekrar güzel deneyimler yaşatacağı da aşikâr. Kirke ismini verdiğim bu tekne şimdi bir arkadaşımda. İki oğlu var. Umuyorum ki geleceğin denizcileri olmalarına ufak da olsa bir vesile olur ve denizi, yelkenciliği onlara sevdirir.
Bu teknede standing lug olarak anılan çok farklı bir yelken arması kullandınız. Neden bu armayı tercih ettiniz?
Aslında teknenin planındaki arma buydu. İlk başlarda ben de lug armalara yabancı olduğumdan çekimser davranmıştım. Plandaki arma yerine alışık olduğum sloop armalardan yapmayı düşünmüştüm. Hatta hesaplamalara başlamıştım. Baş ıstralya, balançina ve çarmıhlarla 6 metreye yakın direk boyu ve 2,5 metrelik bumbası olan bir yelkenli olacaktı. Tekneye başlamış, hatta bitirmek üzereyken, plandaki gibi standing lug (bazı kaynaklarda bu arma dipping lug olarak da geçebiliyor) arma olmasına karar verdik. Karar vermemizdeki en önemli etkenlerden birisi, tekneyi kullanacak arkadaşımın iki küçük çocuklu arkadaşımın ilk yelkenli tecrübeleri olmasıydı.
Bu armanın en belirgin özelliği, geleneksel lug armadaki gibi hem bumba hem de seren yerine sadece sereninin olması. Yani yelkenin altobaşo yakası boşta kalıyor. Yelkeni basarken seren de direğin gönderine bastığınızdan, tramola ve kavança atacağınız zaman bumbalı armalardaki gibi tehlike bulunmuyor. Özellikle bumbası güvertede baş hizasında olan tüm yelkenlilerde bumba yaralanmaları ciddi bir durum olarak kabul görür. Hele ki acemilikte böyle kazalar olması çok muhtemel. Biz yetişkinler bile böyle kazalara maruz kalırken, arkadaşımın iki çocuğunu da düşününce, kendisiyle bumbayı ortadan kaldırmanın doğru olacağı kararına vardık. Ayrıca sadece seren olduğunda,
istemsiz kavança yediğinizde, teknenin donanımları, bumbanın o şiddetli savruluşundaki gibi zorlanmıyor. Bu avantajlarının yanı sıra dezavantajları da var elbette. Mesela bumba olmadığından pupa seyrinde biraz zayıf kalıyor. Ya da volta seyirlerinde ‘good tack’ ve ‘bad tack’ denilen trimlere dikkat etmek gerekiyor. Eğer amacınız yarış yelkenlisi yapmak ya da hızlı gitmekse doğru bir tercih olmayabilir. Fakat amacınız bizimkisi gibi güvenlik öncelikliyse o zaman bu arma tercih edilebilir. Aynı zamanda donanımının çok daha sade olduğu da ortada. Her şey bir yana, farklı bir armayla çalışmak ve deneyimlemek, denizcilik dünyasındaki envai çeşit armayı deneme isteği de uyandırıyor insanda. Çeşit çeşit arma tipi var ve hepsinin kendisine göre avantaj ve dezavantajları var. Hepsinin abraması biraz daha farklı olsa da çoğu yelken tipi hemen hemen aynı prensiplere dayanıyor. Yani bildikleriniz hâlâ işinize yarıyor. Yelken yapmayı sevenlere, fırsat buldukça böyle farklı arması olan tekneleri deneyimlemelerini tavsiye ederim.
Tekneleri tek başınıza mı üretiyorsunuz?
Tek başıma çalışıyorum. Yardım aldığım zamanlar elbette oluyor. Sorup danıştığım insanlar var. Hatta kimilerini sadece internetten tanıdığımdan, zaman zaman sıktığımı bile düşünürüm. Bilgisini paylaşmayan insanlar da var, onları anlamam mümkün değil.
Çok da takılmıyorum böylelerine. Bilgi konusunda eksik kaldığımı hissettiğim anda, tekne yapımı ile ilgili satın aldığım kitaplara ve internetteki sonsuz bilgi deryasına başvuruyorum. Kompozit imalat olarak da geçen benim uyguladığım teknikler hakkında internette çok sayıda bilgi ve içerik bulmak mümkün. Ben de bunlardan faydalandım ve hâlâ da faydalanmaya devam ediyorum. Neticede öğrenmenin bir sınırı yok. Çağımızın onca olumsuzluklarına rağmen herhalde en olumlu yönlerinden birisi de bilgiye kolay ulaşabilmek olsa gerek. Bu konuda çok şanslı bir zamanda yaşadığımızı düşünüyorum. Bu çağda bilmiyorum demek, hatta ‘öğreten mi var?’, ‘çevremizde bu işi bilen biri mi var?’ diyerek bahaneler bulmak -hele ki öğrenmeyi istiyorsanız- artık çok zor.
Tekneleri nerede inşa ediyorsunuz?
50 metrekarelik, tabir yerindeyse tenekeden bir atölyem var. Bunu küçümsemek için değil, üretim yerinin çok da önemli olmadığını anlatabilmek için söylüyorum. İlk tekneyi bahçede yapmıştık. Yağış olmayan mevsimde sorunsuzca ilerlemişti. Sonrasında trapez sacdan basitçe bir atölye yapıp bunun içerisinde üretmeye devam ettim. İmkan buldukça atölyemi geliştirmeye devam ediyorum. Hâlâ eksiklerim var. Ancak bu konularla ilgilenmeye başladığınızda, insanların derme çatma şekilde hazırladıkları yerlerde, hatta balkonlarında bile tekne yaptıklarını görüyorsunuz. Yani esas üretim yerinin kişinin kafasının içinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yoksa tam teşekküllü tersaneleri düşününce benim atölyem de oldukça basit ve derme çatma kalıyor.
Kendi teknenizi üretmenin en keyifli yanı nedir?
Size kazandırdıkları ve elinize geçen sonuç, birşeyler üretmenin en keyifli yanı olsa gerek. Tekne yapmak gibi özveri isteyen işler bazen meditatif, bazen düşüncelerinizi toplamanıza yardımcı olan, hatta bazen de sportif bir süreç olabiliyor. İyi ter attırıyor, kaslarınızı zorluyor. İnsana kattığı şey sadece tekne sahibi olmak değil. Aslında nesnel olarak baktığınızda bu bile bir karşılık aldığınızı gösteriyor ama nesnellik bir yanda dursun, kendi yaptığınız teknede bir elinizde yeke, diğerinde ıskota ile bir nevi vahşi atı ehlileştirircesine denizde ilerlediğinizde, her daim birşeyler öğrenerek zaman geçirmeye başladığınızda, bütün o üretim sürecindeki zorluklar, sıkıntılar tebessümle hatırlayacağınız anılara dönüşüveriyor. Böyle işlerin maddi yanından çok manevi yanı daha tatminkâr, daha doyurucu.
Sizi zorlayan kısmı nedir?
Özellikle son yıllarda ülkemizdeki ekonomik durum ortada. Ürünlerin hemen hemen hepsi euro bazlı. 2015’ten beri ekonomizdeki gidişatı görüyorsunuz. Pandemiyle de hızlandı tabii bu süreç. Açıkçası bunun aksini
savunmak ya siyaset yapmak ya da en kibar tabirle kafayı kuma gömmek oluyor. Çoğu ham madde ve marin donanım ya ithal ya da döviz bazında fiyatlandırılıyor. Paramızın değer kaybı ve bu sebeple de kurdaki yukarı yönlü hareket yüzünden, daha tekneyi yapmaya başlayıp henüz bitirmeden, başta hesapladığınız maliyetleriniz ciddi oranda artıyor. Piyasa bu kadar pahalı olunca haliyle ürün çeşitliliği de ters oranda az oluyor. Mesela makara ve kıstırmaç gibi yelkenlerin olmazsa olmazı donanımlarında seçenek az ve çok pahalılar. Bugün orta kalite 10 milimetrelik bir makaranın tanesi 200-400 lira aralığından başlıyor.
Euro bazında düşününce 20-30 euro gibi düşük bir fiyat ama TL bazında şu an durum hiç iç açıcı değil. İyi bir cam cleat'in tanesi 500-600 liralardan başlıyor. Daha ucuzları da iş görmüyor, ıskotayı ya da mandarı kaçırabiliyor. Diyelim ki teknenize bir trinket (ikinci ön yelken) eklemek istediniz ve bunu da furling'le yapmak istediniz. Binlerce lirayı sadece furling'e vermeye hazır olun. Daha yelkeni, krom ıstralya teli, bağlantıları vs var. Yani 5 metrelik bir yelkenlide bile bu isteğiniz kolayca 10-12 bin liralara çıkabiliyor. Bunun aslında bize maliyeti toplamda birkaç bin lira olmalıyken, böyle orantısız durumlar ister istemez, sizi kısıtlıyor ve yapmak istediklerinizi ötelemenizi, hatta daha da vahimi iptal etmenize sebep oluyor. Bu şekilde ne kendimizi ne de denizcilik kültürünü olması gerektiği gibi geliştirebiliriz. İkinci el piyasa zaten almış başını gitmiş, limanların azlığını, pahalılığını düşünürsek, hangi birini anlatacağımı bilemediğim bir tür kültür erozyonu yaşıyoruz ve beni en çok zorlayan, hatta kaygılandıran şeydir bu. Bu gidişatın hiç de sürdürülebilir olmadığını görmemiz gerek.
Ürettiğiniz tekneler aşağı yukarı ne kadara mal oldu?
Kabaca şöyle söyleyebilirim; hazır satın alacağınız bir tekne fiyatının yaklaşık yarısına mal oluyor. Yapmayı istediğim teknelere benzer tekneleri araştırıp fiyatlarına baktığımda, projeyi bitirip de masraf kalemlerini topladığımda üç aşağı beş yukarı yarı fiyatına denk geldiğini gördüm. Tabii ki kullanacağınız malzeme kalitesi ve özellikleri maliyet konusunu önemli ölçüde etkileyen şeyler. Örneğin; krom koç boynuzları ve kurt ağızları kullanmak yerine plastiklerini kullanırsanız, maliyeti daha aşağı çekebilirsiniz. Deniz gibi oldukça yıpratıcı bir ortam için iyi kalite bir ürün almak, uzun vadede, başta verdiğiniz farkı zamanla tolere etmenizi sağlıyor. Ya da ilk başta ekonomik donanımlarla başlayıp, zamanla onları yedeğe alarak teknenizi geliştirebilme imkanınız da var. Maliyet işi, beklentilerinizi esnetebileceğiniz ölçüde bir miktar esneyebiliyor. Bu durumu bütçemize göre ayarlayabiliriz. Zamanla donanım ekleyerek geliştirebilir, güncellemeler yapabiliriz. Kısaca kendi teknenizi üretmek size bazı esneklikler sağlayabiliyor ki bence bu önemli bir avantaj.
Bir sonraki projeniz nedir?
Sırada 5,5 metre boyunda sabit salmalı ve kamaralı bir tekne var. Kalıpla polyesterden üretilmiş tek direkli, çift yelkenli standart bir sloop. Bu seferki teknenin kompozit değil de polyester oluşu benim için yepyeni bir şey. Daha önceden hiç polyesterle çalışmadım. Üstelik bir de kamarası var, buradaki raflar, elektrik tesisatı gibi iç mekan işleri de var. Şu an atölyenin dışında sonbahar gibi başlamayı planladığım tarihi bekliyor. Kış boyunca çalışıp diğer sezona kadar hazırlamayı planlıyorum. Umarım her şey yolunda gider.
Kendi teknesini üretmek isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur?
Şayet tereddütleri olan varsa, bu tereddütlerini geride bırakıp ilk fırsatta başlamalarını tavsiye ederim. Tekne zahmetli olsa da imkansız zorlukta bir iş değil. Bilgi eksikliği konusunda ise neredeyse sınırsız bir kaynak olan interneti kullanabileceklerini çoğu insan biliyordur artık. Son olarak da bütün o üretim sürecinin maddi kazanımlarının yanı sıra manevi kazançlarının da olduğunu söyleyebilirim. İnsana iyi vakit geçirtecek, denizi yaşatacak ve öğretecek ufak da olsa bir tekne, hayatınıza sandığınızdan çok daha fazla şey katacaktır. Başlamak isteyenlere şimdiden keyifli zamanlar dilerim, kolay gelsin.