Denizi yaşayanlar
Ayrılmaz bağlar
Kärcher Türkiye Genel Müdürü Gökhan Gökmen, denize çocukken küçük bir sandal ile bağlanmış. Optimist, kadet gibi yarış sınıflarında adrenalini tattıktan sonra kısa bir dönem ara vermek zorunda kalsa da kendini bir katamaranın dümeninde bulduğu an, maviden daha fazla ayrı kalamayacağını anlamış. O gün bugündür gerek kiralık gerek kendi teknesiyle işin keyfini çıkarır bir yandan da gelecek için rotasını uzak denizlere çizer olmuş.
Gökhan Gökmen tuzlu suya tutkusu küçük yaşlarda başlayan ve sonrasında da kopmayanlardan. Ailesi ile her fırsatta soluğu denizde alan Gökmen, mürettebata kimi zaman köpeklerinin de dahil olduğunu söylüyor.
İki yıl önce çocuklarının büyüyüp artık arkadaşlarıyla daha fazla vakit geçirmek istemesi üzerine Beneteau Oceanis
393 model teknesini satan denizci, bugünlerde yeniden denize açılmak için satılık ilanları arasında geziniyor ve
tatillerde kiraladıkları teknelerle hasret gidermeye çalışıyor.
Ailede deniz merakı sizinle mi yoksa önceki kuşaklarda mı başladı?
Babam sanatla ve doğayla çok ilgili bir insandı. Teknik ressamdı. Sanırım 73 yılıydı, bu işe merak salıp bir sandal aldı. O yeterli gelmeyince tekne yapmayı kafasına koydu. Amerika'dan 7 metrelik okyanus aşabilecek bir teknenin planlarını getirtti. Bir yıl boyunca akşamları Göksu'daki tekne inşa yerinde bedavaya çalışıp bu işi öğrendi. Sonra da evin bahçesinde iki yılda yelkenli teknemizi inşa etti. Gayet dengeli, güzel bir tekne çıktı ortaya. Hatta o dönem karşılığında Bostancı'da kat teklif eden oldu. Ama babam satmadı, onunla iki-üç sene seyir yaptık. Çok küçük olduğum için hayal meyal hatırlıyorum. Sonra Bostancı mendireğinde bir fırtınada kum vincinin üstüne devrilmesi sonucu battı.
Ailecek denize merhaba dememiz bu tekneyle olmuştu. Ardından altı yaşındayken beni İstanbul Yelken Kulübü'ne götürdüler, orada optimiste başladım. Optimist, kadet gibi sınıflarda 17 yaşıma kadar yelken yaptım, lisanslı olarak yarıştım. Babam mesleği de fiberle ilgili olduğu için kulüpte teknelerin bakımlarını yapıyordu. Başladığımda optimistler bez yelkenli ve ahşap gövdeliydi. Sonraki yıllarda yavaş yavaş fibere geçildi. 17 yaşındayken yarışmayı bıraktım. Aklım futboldaydı, futbolu da
çok sevdiğim için okul takımı vs. o yöne kaydım.
Sonra yeniden ne zaman denize çıktınız?
25 yaşında Bodrum'da tatildeyken arkadaşlarla katamaran kiralayalım dedik. Aralarında tek yelkeni bilen ben olduğum için dümene ben geçtim. O kadar keyif aldım ki “Ben bunu niye bırakmışım?” dedim. İş hayatına yeni başladığım yıllarda ufak Hobie-Cat tipi katamaranlarla devam ettim.
İlk çocuğum olduktan sonra kaşınmaya başladım (gülüyoruz). Eşim de ben de denizi çok seviyoruz. Türkiye'de de tekne kiralama işleri yaygınlaşmıştı.
Yüzlerce insanın doluştuğu tatil köyleri bize cazip gelmiyordu. Çocukla ailece yapabileceğimiz en sağlıklı tatilin tekne kiralamak olduğuna karar verdik. Üniversiteden arkadaşım Tuğberk Büyükbay'ın da aynı yıl çocuğu oldu ve o da bu konuda bizim gibi düşünüyordu. İlk teknemizi birlikte Göcek'te kiraladık. Çok güzel zaman geçirince böyle devam ettik. Ya büyük bir tekne, katamaran ya da iki tane 40 feet kiralıyorduk. Yılda iki kez tekneyle çıkıyorduk. İstanbul'da da seyir amaçlı yelken yaptık.
Kendi teknenizi almaya nasıl karar verdiniz?
Yoğun çalışırken en büyük problem, tekneye vakit ayırmak oluyor. Bu yüzden ortak alıp maliyeti bölüşerek daha mantıklı bir iş yapalım dedik. Çok da iyi oldu. Yıl boyu üç ayrı marinada tuttuk teknemizi. Baharlarda ve kışın Kalamış'ta, yazın önce Bodrum, sonra Göcek'teydi. Böylece iş çıkışı-hafta sonlarında bile tadını çıkardık.
Ben zaten seviyorum, eşimin de benim kadar sevmesi bir harmoni yaratıyor. Çocuklar da yaşları büyüyene kadar memnundu. Ergenlikle beraber arkadaşlarla vakit geçirmek daha ağır basmaya başladı. Biz de baktık her tatil teknedeyiz ve çocuklar mutsuz, o yüzden ara verdik. Ama satar satmaz da özlemeye başladık. Bu yaz istediğimiz gibi bir model bulamadık, inşallah seneye yeni bir tekne alacağız.
Teknenizi nasıl seçtiniz?
Türkiye'de ön planda olan üç-dört marka var. Biz de bunlardan birinden 40-45 feet arası bir model bakıyorduk. Dishy Fishy'yi bulduğumuzda boyu biraz küçük mü diye endişe ettik fakat gayet yeterli oldu. Zaten bir arkadaşımızdan aldık, temiz olduğunu biliyorduk. Üstüne bayağı da aksesuar eklemişti. Nerdeyse görmeden aldık diyebilirim.
Yeni teknenizde nasıl özellikler arıyorsunuz? Eski teknenizden edindiğiniz tecrübelerle değişen talepleriniz var mı?
Özellikle boy ile ilgili bakış açımız değişti. Önceden ‘daha büyük daha iyi' gibi bir algı vardı. Artık 40-42 feet civarının gayet yeterli olduğunu düşünüyorum. Misafir ağırlamak gibi bir önceliğim yok. Bu boya çocuklarımla rahat sığılıyor. Son 10 yılda tekne tasarımları da çok değişti. En çok kullandığımız alan olan kokpit çok genişledi. Açılır yüzme platformları eklendi. Dolayısıyla 10-15 yıl öncenin 40 feet'iyle şu andaki arasında dağlar kadar fark var. Bir arkadaşım 37 feet bir tekne kiralamış, fotoğraflarına bakarken inanamadım, çok genişti. Dolayısıyla 40 feet'lerin bu sular için yeterli olacağını düşünüyoruz. İlerde daha uzun seyirler yapacağımız zaman farklı açıdan bakabiliriz belki.
Başka su sporlarına da ilginiz var mı?
Dalış yapıyorum, tekneye tüp aldığımız ya da dalış okullarının olduğu yerlere yanaşıp onlarla dalış yaptığımız da oldu. Balık tutmayı sevmiyordum ama tekneyle sevmeye başladım. Seyir halindeyken şansınız biraz daha artıyor. Bir yerde durup oltayla beklemek bana göre değil. Seyirde sallandırdığımız oltalara palamut gelirdi. Bir süre sonra sıradanlaşınca kılıç hedefi koyduk kendimize. Onu yakalamak zor ama bir kere başardık.
Teknede nasıl vakit geçiriyorsunuz? Kim hangi görevi alıyor?
Oğlumuz evlendi, beşe çıktık ama çekirdek aile olarak dört kişiyiz. Kızım ve oğlum iş yapmaktan çok, teknenin tadını çıkarmayı seviyorlar. Görev verirsek yapıyorlar, çok da haklarını yemeyeyim. Eşimle müthiş bir uyum içindeyiz. Ben işin lojistik tarafını, yemeiçme organizasyonunu sevmiyorum. Demiri atana kadar tüm sorumluluğu üstleniyorum, yelkenleri açıp kapıyorum, rotayı yapıyorum. Demir attıktan sonrasında ayağımı uzatmak istiyorum. Eşim de yeme-içme işlerini sevdiği için o kısmını da o devralıyor. Teknede olmayı çok sevdiği için tatilde yemek mi yapacağım, bulaşıkla mı uğraşacağım diye düşünmüyor.
Tekne hayatının en çok hangi yanını seviyorsunuz?
Sessizlik, yalnızlık. Tek başınalık değil, aile olarak yalnız kalabilmekten bahsediyorum. Doğa ile iç içe olmak ve sürekli bir problem çözüyor olmak da sizi dinamik tutuyor. Tatmin ediyor. Demir attığımız yerde denizle baş başa kalabilmek ayrı bir keyif. Biz ya alargada olmayı ya da kıçtankara bağlanmayı tercih ediyoruz. Bir haftalık seyahatte belki iki gece dışarıda yemek yeriz. Onda da iskeleye bağlanmaz, teknemizden gider, geri geliriz. Eşim de böylesini tercih ediyor. Zaten iskeleye bağlandığınızda aslında teknede olma sebebiniz de ortadan kalkıyor bir bakıma. Yunan Adaları'na gittiğimizde görmediğimiz bir yerse o zaman marinaya bağlanıp geziyoruz tabii.
Denizden aldığınız en önemli ders nedir?
Ne kadar küçük olduğumuzu hissediyorum doğaya karşı. İş hayatına da çokça yansıtabildiğim önemli bir ders de kapasitemizin sandığımızdan daha fazla olduğu. Yelkenli teknede özellikle hep bir problem çözme vardır. Çoğunlukla da mekanik, kendi başınıza altından kalkabileceğiniz sorunları çözdükçe bilmediğiniz yeteneklerinizi keşfediyorsunuz.
Bir yelken yarışını düşündüğümde özellikle centerboard sınıflarından çocukluğumdan beri gördüğüm şey şudur: Tekneler aynı, yelkenler aynı olmasına rağmen bazıları hep ön sıralarda yer alır, bazıları da hep arka sıralardadır. Bunu bir çeşit içgüdü, rüzgârı koklama kabiliyeti diye açıklayabilirsiniz... Ara verdiğim için biliyorum. Uzun zaman sonra katamarana bindiğimde ya da yatla yarışa katıldığımda -en son start alalı 30 yıl olmasına rağmen- sanki dün teknedeymişim gibi hissettim. O kazandığınız yeteneği yıllar geçse de kaybetmiyorsunuz.
En çok nerelerde seyir yapıyorsunuz?
Ben doğma büyüme Kadıköylüyüm. Marmara'da seyri çok seviyorum; rüzgârını, rotalarını... Yazlığımız da Büyükada'da, oraya gidip gelmek, yelken yapmak beni mutlu ediyor. Hangi saatte nerede rüzgâr olduğunu çocukluktan kalma ezberle hatırlıyorum.
Bizim sularda Gökova'yı, Göcek'i -özellikle boşken- seviyoruz. Yunan Adaları'na da önceki yıllarda bol bol gidiyorduk.
Yaptığınız en uzun etap neresiydi?
İki kere İstanbul-Bodrum arası teknemizin transferini yaptık, arada sadece Bozcaada'da durduk. Bunun dışında Kiklad turu yaptık, Mikonos ve civarında dolaştık.
İlerisi için hayal-plan diyelim; dünya turu projemiz var aklımızda. Tekneyi beraber aldığımız arkadaşımla üzerine çalışıyoruz, kendimizi geliştiriyoruz. Macellan rotasından dolaşıp dünya turu atmak gibi bir niyetimiz var. Çocuklarımız da tamamen bağımsız olduktan, kabaca ‘sekiz yıl sonra başlamak üzere' diye adımlar attığımız somut bir hayal bu.
Markanızın deniz yaşamına hitap eden yanları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Temizlik ürünlerimiz, son 10 yılda özellikle akü teknolojisinin gelişmesi ve markanın bu alandaki öncü yatırımlarıyla birlikte teknelerde kısıtlı elektrik imkanı dolayısıyla ön plana çıktı. Az yer kaplamak, etkili temizlemek avantajının yanında elektrik harcamıyor. Küçük, kokpitte el altında tutulabilecek modellerimiz de var.
En çok işe yarayansa ıslak kuru akülü elektrikli süpürge. Islak zeminlerde de kullanılabilmesi tekne hayatı için çok kullanışlı bir özellik. Basınçlı yıkama makinelerimiz zaten en ufak teknelerden tersanedeki şileplere kadar geniş bir alanda tercih ediliyor. Bunun çok küçük modellerini de çıkardık, bir çanta büyüklüğünde. Yine akülü ve su tüketimini de %80 oranında azaltıyor. Elektrik-su olmayan yerlerde dahi teknenin altının temizliği için çok ideal. Ürünler Almanya'da tasarlanırken hedef kitlenin başında tekne sahipleri de geliyor. Örneğin; İskandinavya tarafındaki yöneticiler oradaki aşağı yukarı her tekneye basınçlı yıkama ve ıslak-kuru süpürgeyi sattıklarını belirtiyor.