Portakallı kek
Bir yılı daha geride bırakırken, uçup giden zaman üzerine birkaç kelam etmeden seneyi kapatamayacağımı derginin son düzeltmelerini yaparken anladım… Aslında niyetim ham madde sıkıntısının dünya denizcilik sektörünü de acımasızca vuracağından, pandemi sonrası ekonomik ve sosyolojik sıkıntıların uzun süre devam edeceğinden bahseden bir yazı yazmaktı. Son dakika yarım yamalak yapılan Amsterdam'daki METSTRADE ile ilgili birkaç noktayı da vurgulayacaktım.
Taa ki önüme Deniz Karamanoğlu Saral'ın çocukluk fotoğrafları gelene kadar…
O fotoğraflar ki beni bir anda Deniz'in çocukluğuna, kendi gençliğime, ebeveynlerimizin ve kardeşlerimizin ‘deniz-derya' sevgisine aldı götürdü…
1989 yılında Puerto Rico'da lise ikinci sınıf öğrencisiyken, dedemler (Prof. Dr. Fuat-Prof. Dr. Süphan Andıç) orada yaşıyor, ben de yanlarında okuyordum… Bir akşam telefon çaldı, dedemin Türkçe konuştuğunu duyar duymaz ben de yamacında bitiverdim… Arayan kimdi, aaa Türkmüş, iyi de uçuşların bile sayılı olduğu bu adaya nasıl gelmişlerdi, nerde kalıyorlardı… Dedem telefon konuşmasını -sabırla- bitirdi, evin adresini verdi, tarif etti… Geçmek bilmeyen iki günün sonunda Karamanoğlu ailesi ziyaretimize geldi. Bendeki heyecanı, merakı sizlere anlatamam… (Meğer dedemler Haluk Karamanoğlu'nun arkadaşı olan babamla beraber onların dünya seyahati için İstanbul'da düzenlenen veda partisine katıldıklarında Puerto Rico'da buluşmak için sözleşmişler. Karamanoğlu ailesi de Atlantik geçişinin akabinde Karayip duraklarından San Juan'a gelince aylar önce verilen o söz yerine getirilmiş.)
Büyüklerin muhabbetine ‘balıklama atlayamadığım' o gece, iktisatçı olan dedem gezinin daha çok mali yönüyle ilgilenmiş, Haluk Ağabey'i (Karamanoğlu) sorularıyla tatlı tatlı bunaltmıştı… Denizi sadece yüzerken seven ciciannem ise, Chris Abla ile muhabbetinde kendine has zarafetiyle deniz yaşamına, bilhassa da yelkenle dünya seyahatine anlam vermeye çalışıyordu.
Ben de derhal sabah olmasını ve içinde yaşadıkları Deriska'ya gitmeyi istiyordum. ‘Tekneyle bir olan aileyi' kendi gözlerimle görmek, hikayemi tamamlamanın tek yoluydu...
O akşamki ‘ev ziyareti' aklımdan çıkmaz oldu… Deniz olsa olsa bir buçuk-iki, Derin ise belki beş yaşındaydı… Yani neredeyse Deniz'in kendi çocukları Atlas ve Azur kadar…
Sayfa 26'da okuyacağınız Deniz ve Mahmut Saral çiftinin, iki oğullarının ve emektar Deriska'nın çıktıkları yeni dünya seyahati haberinin her satırı ve her fotoğrafı beni, 32 yıl öncesine işte böyle kuvvetli bir rüzgârla savurdu, anlatması zor…
Hayat akıp gidiyor, gitmesine elbette bir itirazım yok ama kim derdi ki Deniz yine Deriska'nın güvertesine çıkacak, kendi çocukluğuna ayna tutacak, ben ise bunu kendi dergimin satırlarında binlerce okurla paylaşacağım…
Bugün 95 yaşında olan o gecenin ev sahibesi ciciannem Süphan Andıç'a, Deniz ile kesişen yollarımızı ve Naviga sayfalarına yerleştirdiğimiz fotoğrafları gösterdiğimde, birdenbire o akşam Karamanoğlu ailesi için pişirdiği portakallı kekin tarifini bulmaya koşar adım mutfağa gitti. O keki yapma sırasının bana geldiğini o da biliyor artık; kendi teknemde, kendi kuzinemde, hayallerimin peşinde…
Karmakarışık duygular ve olaylar içinde geride bıraktığımız 2021 de özlenmeyecek yıllar listesinde yerini almak üzere ama öğretileri o portakallı kek gibi 7'den 70'e hafızalarımızda kalacak… Umarım 2022 hepimize, hayallerinin peşinden giden dünün ve bugünün Deriska mürettebatının hikayeleri kadar ilham verici olur. Denizin tuzundan uzak kalmayın.