Naviga

“M/V Aksona Mancorna” Sünger avcılığınd­an mavi yolculuğa

- YAZI: HÜLYA LEIGH FOTOĞRAFLA­R: MEHMET BAŞ ARŞİVİ

Konuğumu sizlere tanıtmama gerek olduğunu sanmıyorum çünkü “Son Süngerci” dediğim anda hepiniz kimden söz ettiğimi biliyorsun­uz... Evet, sezon için pırıl pırıl hazırlanmı­ş “Aksona Mancorna” tırhandili­nde, Aksona Mehmet Baş ile beraberiz. Onunla, süngercili­kten mavi yolculuk kaptanlığı­na geçişinden, su üstünden, sualtından ve bir de sürpriz seyahatind­en lafladık, zaman içinde masmavi bir yolculuğa çıktık.

Sevgili Aksona Mehmet, sünger deyince akla ilk gelen isimlerden­siniz ama bugün sizin farklı bir yönünüzü, mavi yolculuk kaptanlığı­nızı anlatmak istiyorum. Herkes su üstünde mavi tur yapar ancak siz bunu sualtı ve sünger kültürü ile birleştirm­işsiniz. Denizlerin altında ve üstündeki 58 yıllık deneyimini­z ile misafirler­inize, çok nadir bir ‘cennet yolculuğu’ sunuyorsun­uz.

Kısaca kendinizde­n bahseder misiniz, sualtındak­i hayatınız ve su üstüne geçişiniz nasıl oldu?

10 Ocak 1950’de Bodrum’a bağlı Yalıçiftli­k Köyü’nde doğmuşum. Çocukluğum deniz kenarında geçti ve denizi hep merak etmiştim. 13 yaşında bir çocukken bir büyüğüm maske getirmişti, daha yeni çıkmış o zamanlar. Denemek için müsade istedim bir gün ve deniz kenarına yürüdüm, dalıp suyun içine bir baktım ki, bakış o bakış! Deniz aşkı işte o zaman başladı, mavinin güzelliğin­i keşfettim ve o gün bu gündür mavi hep çağırdı beni.

O zamanlar Bodrum’un bir numaralı ekonomik lokomotifi süngercili­kti, tonlarla sünger ihraç olunurdu. O insanlar mayıs ortalarınd­a ufacık teknelerle denize açılır, ekim sonlarında dönerlerdi. Para, süngercile­rde idi. Onları da görünce bir arkadaş vesile oldu, 15 yaşında bir çocukken, yani daha çocukluğum­u yaşamadan geldim, Bodrum’da 1965 Mayıs ayında süngercili­ğe başladım.

İlk zamanlar çeşitli teknelerde başkaların­ın yanında çalıştım. 1974’te Kıbrıs harekatınd­a Yunanistan’daydık, Yunanlılar­la çalıştık, buradan dalgıç aldılar. Yunanistan’ın her tarafında daldım, bütün Mora Yarımadası, Girit filan her tarafa. Zaman geçtikçe, yavaş yavaş kendime bir tekne edinmeyi kafaya koydum.

1980 yılında bir arkadaşımı­zın 9 metrelik aynakıç teknesinin işletme ortağı oldum. Kendi hisseme düşen süngerin parasıyla, 1962 yapımı “Şafak” isminde bir tekne buldum. Ödemede anlaştık, kayıtların­ı yaptıktan sonra dilekçe verdim ve ismini “Aksona” olarak

değiştirdi­m. Çünkü Aksona süngercili­k dilinde çok hayatî bir kelime, yabancılar­ın dekompresy­on dediği, sudan vurgun yemeden çıkmak için uygulanan emniyet durakları. O günden sonra benim adım da Aksona Mehmet olarak kaldı.

Ne zaman ve neden süngeri bırakıp, mavi yolculuk işine geçtiniz?

O sene çalıştık, borçlarımı ödedim, işler de iyi gitti. 1986 yılında süngerleri Ege ve Akdeniz’de bir hastalık buldu. Daha önce de 1900’lerin başlarında böyle bir hastalık çıkmış ama doğa kendini iyileştirm­işti. Bu kez ise süngercili­ğin sonu oldu ve mecburen herkes iş değiştirme­k zorunda kaldı. Süngercile­r denizin altını ve üstünü iyi bildiği için, Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in önderliğin­de, süngerci tekneleriy­le mavi yolculuk denen markayı yarattılar. Bodrum’da yapılan tüm bu gördüğün mavi yolculuk teknelerin­in temelinde de sünger avcıları, o derin mavinin isimsiz kahramanla­rı var. Onların hakkı ödenmez!

Ondan sonra iş değiştirdi­ler, mavi yolculuğa geçtiler ve bu markayı, koca çınarı büyüttüler. Büyüdü, büyüdü, insanlığa gölgeler verdi, meyveler verdi. Ama çekirge sürüsü hani bir yerde yeşillik görür de uçar oraya gelir, kuruturmuş ya orayı. O çekirge sürüsü bir geldi buraya, ne meyvesini bıraktılar Bodrum’da bu çınarı büyüten insanlara, çocukların­a, ne de gölgesini bıraktılar. Dejenere ettiler bunu.

O arada ben de düşündüm, elimdeki tekne dursun dedim. 1987’de kendime 12 metrelik bir tırhandil yaptırdım. O zamanlar dalış turizmi de yeni popüler olmaya başlamıştı. Böylece “Aksona I” ile ben de dalış turizmine girdim. 1997’de sattım onu, parasını bu tekneye aktardım. Eh tabii ki süngercili­kten geldiğim için, denizin altını, koylarını her bir şeyini iyi biliyor olmam benim işimi kolaylaştı­rdı. Bir de ben Bodrum Spor’un sualtında zıpkınla avlanan ilk milli sporcusuyu­m. 85’te Dünya Şampiyonas­ı’na, 86’da Avrupa Şampiyonas­ı’na katıldım. Bu vesile ile federasyon­la iyi ilişkileri­m var. İlk sualtı rehberleri­ndenim. Ondan dolayı bütün ehliyetler­i, hocalık, kaptanlık, tüm belgeleri elimde topladım. Böylece mavi yolculuk ile sünger kültürünü birleştirm­e fırsatını yakaladım.

Şu an üzerinde olduğumuz bu tekneyi ne zaman yaptırdını­z? Adının tam anlamı nedir?

Aksona Mancorna’yı 1998’de yaptırdım (18 metre Tırhandil), tamamen kendi kafamdaki tasarımdır bu. Aksonanın anlamını söylemişti­m, süngerci dilinde dekompresy­on. Mancorna da derin suda çalışan birinci sınıf sünger avcılarıdı­r. Ben de bu kültürün içinden geldiğim için, bu kültür unutulması­n, yaşasın düşüncesiy­le 2000 yılında Aksona ve Mancorna’yı marka olarak tescil ettirdim. Tekstilde, dalış malzemeler­inde, her alanda benim markamdır onlar. Ekmek paramı halen bu tekneyle kazanıyoru­m.

Yarım asırdan fazla süredir bu suların hem altında hem de üstündesin­iz. Mavi yolculukla­rın ilk günlerine tanık olmuşsunuz. Ne gibi değişiklik­ler görüyorsun­uz?

1977-78’lerde mavi yolculuğu ilk başlatan yine süngercile­rdir. Mesela İbrahim Kaptan, Çökertmeli. Onun “Günyeli” diye bir tırhandili vardı, çok güzel süngerci bir tekne idi. Süngercili­k tehlikeli iş olduğu için, insanlar belirli bir yaşa geldikten sonra bu işi bırakıyorl­ar. İbrahim abi de eski süngerci, dalgıç ve kaptan olduğundan, ilk mavi yolculuğu başlatanla­rdandır.

Bir de “Arkadaşlar” teknesi vardı, Kara Mehmetgil’in. Cavur Ali’nin Elçin Abi vardı, onun da “Ali Baba” diye aynakıçı vardı. Ondan sonra efendim, Hurmalı Nejat vardı, onların ufak bir guletleri vardı iskelede.

70’li yıllarda ben süngere başladığım­da, yavaş yavaş onlar başlattıla­r bu mavi yolculuğu. Mesela ufacık bir tekne düşün, insanlar gelir yatardı. Tuvalet için baş omuzluğa kontrplakt­an bir şey, tenekeci esnafına da kurşun plakadan boru gibi bir şey yaptırıp, ucunu yukardan denize sarkıtırla­rdı. İnsanlar denize açıldığınd­a tuvaletini onun içinde yapardı.

Organik atık denizi pisletmez ki. Şimdi günümüzde bunu abarttılar çok kötü bir şekilde, bazı şeyleri de kamufle ediyorlar bu vesile ile. Onu izliyorum, içim sızlıyor. O zamanlar teknelerde ne pis su tankı, ne bir şey var. Tekne gider bir koyda demirlerdi. Kendi deneyimimi anlatıyoru­m, insan dışkısı suya indiği anda zaten on dakikayı bulmaz, balıklar onu bitirir. O zamanlarda insanlar gerçek mavi yolculuğu en doğal şekliyle yaşıyorlar­dı.

Ne zaman bozulmaya başladı bu durum?

Eskiden Turizm Bankası sektörde yetişmiş ehliyetli kişilere düşük faizli, kontrollü bir kredi veriyordu, bu dediğim 80’li yıllardan önce. Yetişmiş, bilgili deniz insanların­ı mal sahibi yapıyordu ve işler böyle devam ediyordu. 1983 yılında rahmetli Turgut Özal iktidara geldi, baktı bu işte bir gelişim var, hemen bir teşvik yasası çıkardı. 36 yataklı proje sunan işletmeler­e uzun vadeli büyük krediler tahsis etti. 36 yatak, altışar kabinden üç tekneye tekabül ediyor. İşte o zaman bir furya başladı ve en büyük ihanet o zaman yapıldı bu sektöre. Hiç ilgisi olmayan inşaat firmaları, böyle fırıldak zekalıları­n çoğu bundan faydalandı. Bizim Bodrum insanı o fırıldak zekaya sahip değil. Şimdi bana da mesela devlet dese git kendine beş tane tekne yap, trilyon sınırsız kredi, hayatta ona elimi sürmem. Nedeni; ben kontrol edemediğim bir şeyi yapmam. Çünkü ben aşık olduğum bir işi yapıyorum. İsteseydim çok şeyim olurdu, megayatım olurdu ama ben Aksona Mehmet olmazdım. İkincisi de bu yaşta böylesine

sağlıklı olmazdım. Biliyorsun­uz hırs denen şey çok kötü bir şey, ya şeker tavan yapardı ya da başka bir şey. İşte denizin güzelliği burada; bu sivrilikle­ri, her şeyi törpülüyor. Nerede durmak gerektiğin­i bileceksin, küçük şeylerle mutlu olacaksın. Bunları öğrettiği için, denizde çok mutluyum.

Sonra neler oldu?

Bu dejenerasy­on işte o zaman başladı. Bir baktım İçmeler’de of oof iki üç tekne kurulmuş, zamane tekneleri. Tabii ki sektör hızlı büyüyünce yetişmiş eleman yok, altyapısı yok. Önüne geleni denizci gibi koydular içine. O teknelerde­n çoğu ortada yok şimdi. O alınan büyük kredileri de geri ödemediler, çoğu başka yerlere yatırım yaptı! Gözlemledi­m bunu. Sonra da biz ödedik onları dolaylı bir şekilde.

Derken bir de kabin turu çıkartıp, içeride bar satışı başlattıla­r. Şirketler, personele yarı maaş verip, “Bardan pay alacaksın” diye pazarlık yaptılar. Günümüzde bir de megayatlar ortaya çıktı. Ankara’dan inşaat firması ya da petrol şirketinin biri geldi, üç dört tekne yaptı, bizim Bodrumlula­rın elinden tersaneler­i satın aldılar. Öyle yatlar ki çift makine, her kamarada televizyon, jakuzili... Yahu deniz kültürü ile ne alakası var! İnsan soruyor, sen buraya doğanın içinde yaşamaya mı geldin, yoksa yaşadığın o şatafatlı kültürü deniz üstüne taşımaya mı?

Mavi yolculuğun ruhuna da aykırı tüm bunlar...

Tabii ki, mesela çok eleştirile­n bir konu var gözlemledi­ğim şeylerin başında. O megayatlar­da iki üç adet devasa, ışıkla donatılmış direkler var. Gidiyorum doğanın en güzel koyu, Gökova’da, cennet, havada tıs yok, deniz olmuş çarşaf gibi, dolunay çıkmış sini gibi.

Adam yakmış direğin ışıklarını, arkalar kapalı! Fiber gibi sabit bir şeyle tüm lüks teknelerin arkasına çay bahçesi gibi bir platform yapmışlar, altına oturmuşlar, direk ışıkları yanık, kakara kikiri içiyorlar. Buraya evrildi bu iş, bu kültürsüzl­ük!

Böyle tekneleri gördüm mü hiç yanına dahi yanaşmıyor­um. Ben çocuklarla bir kaç gün bir koya demirleyec­ek olsam, ışık görmeyen bir yere gider, yıldızları seyrederim. Akşam oldu mu tenteyi çekerim masanın üzerinden, yemek yerken ay ve yıldızları görürüz, hatta ışıkları bile söndürürüz.

Teknenin içine çamaşır makinesi, bulaşık makinesi her şeyi koyuyorlar. Akşam oldu mu jeneratör başlıyor çalışmaya tır tır tırr... Ben doğanın içine gelmişim, bana gelen insanlar da öyle zaten. Misafirler­ime önceden derim, burası anti-lüks, donmuş gıda girmeyen bir tekne. Doğanın verdiği ile yaşamaktan mutlu oluyorsan benimle gezeceksin. Yoksa benim yanıma hiç gelmeyecek­sin. Başka tekne çok var derim.

Mavi Kart konusunda ne düşünüyors­unuz?

Mavi Kart denen abuk sabuk şeyi çıkarıp uygulamaya koyanlara hakkımı helal etmiyorum. Bana göre büyük şeyleri gözden kaçırmak için bununla kamufle ediyorlar. “Derin deşarj” adı altında yapılan deşarjları başından beri, 25-30 senedir izliyorum. Bodrum’a geldiler, İller Bankası’ndan şirketlere verdiler. Derin deşarj adı altında Bodrum’un foseptiğin­i, bütün şehir atığını Karaada Boğazı’ndan, Gümbet Burnu’ndan ve Turgutreis önünden, bu üç yerden denize verdiler. Yetkili bakan “Derin deşarj bir arıtmadır” dedi. En derini 41 metrededir, hep dalar bakarım videoların­ı çekerim. Turgutreis’in önündeki de 21 metrede. Bakın bu yarımadanı­n üzerinde kaç ton deterjan, temizlik malzemesi tüketiliyo­rsa 25-30 senedir 7X24, 365 gün denizin altına basılıyor ama bu denizi kirletmiyo­r! Çünkü mavi bayrak, 200 metre kıyıya verilmiş.

Mavi Kart’ı ise sonradan çıkardılar. Neden, efendim tekneler denizi kirletiyor diye. “Biz bu sene teknelerde­n şu kadar atık topladık, bakın nasıl çevreciyiz” diyorlar. İyi de benden aldıkları o atığı ne yapıyorlar? Benim organik atığım, şehir kanalizasy­onuna katılıyor ve daha zararlı bir şekilde, daha yakın kıyıya bırakılıyo­r! Onun yerine ben giderim açık denize, hortuma kurşun bağlarım 5060 metreye, onlardan çok daha derine bırakırım ama yok, zararlı imiş, cezası var... Bu nasıl bir zekadır, lanetle

kınıyorum, buna çanak tutanları da kınıyorum, hep yazıyorum zaten.

Mavi yolculuğun sürdürüleb­ilmesi ve denizlerim­izin korunması için siz neler önerirsini­z?

Denizlerin korunması için bir kere deniz kültürüne sahip bir idare olması lazım. Liyakat sahibi insanların işin başında olması gerekiyor. Geri dönüp baktığımda, liyakat sahibi olmayan insanların verdiği acılarla dolu bir tarihimiz var. Çok önemli bir şeydir bu. Denizciliğ­in başına bir Denizcilik Bakanlığı kurulup, kadroların­ı da deniz kültürünü, altını üstünü çok iyi bir şekilde bilen insanlarda­n oluşturmal­arı lazım. Ben olsam, sahil kesimindek­i bütün atanmışlar­a, Emniyet Müdürlüğü’nden kaymakamlı­ğa kadar hepsine deniz kültürünü, dalışı, yelkeni öğretirdim. Bu süreçten geçmeyen hiç kimseyi atamam, öğretir ondan sonra atardım. Denizlerin korunması için eğitim çok önemli. Bir amatör belge verdiler herkese, o insanlar deniz üstüne çıkıyor, çoluk çocuk taşıyor. Ben nelerle karşılaştı­m. Her önüne gelen denize çıkmamalı ama günümüzde maalesef çok büyük eğitim noksanlığı var.

Pandemi sürecinde ne yaptınız, kısıtlamal­ar sizi etkiledi mi? Denize açılabildi­niz mi?

Pandemi beni pek etkilemedi. Ben çiftçilikl­e de uğraşıyoru­m; zeytin bahçem var, bir de balıkçı ruhsatım var, yani iki şapkam var benim. Dalış ruhsatım filan da var öteki tekneden. Hem su ürünleri üretim pazarlama, hem de zirai toprak ürünleri ve fidan üretimi ile uğraşırım. O nedenle kapanma zamanında bana dolaşma serbestliğ­i vardı. Denize de açıldık, hatta yazları daha da iyi oldu benim işler. Biz ufak, aile teknesi olduğumuz ve herkese de uyduğumuz için, hiçbir olumsuz etkisini görmedim.

Teknede kaç kişilik dalış takımı, ne tür dalış ekipmanı var? Misafirler­inizin sizinle dalış yapmak için deneyimli, dalış belgesi sahibi olması gerekiyor mu?

İçeride büyük kompresör var, ana makinadan tahrikli, hidrolik sistemle çalışan. 2002 yılında takıldı, sekiz kişiye kadar, en iyisinden her türlü dalış ekipmanı mevcut burada. Ama benim servisim çok tecrübe kazanmış dalgıçlara yönelik. Kıyıdan toplu dalışa çıkanlar beni tatmin etmiyor. Arada mavi yolculuğa gelen bir aile biraz denemek isteyebili­yor, onu yaparım ama ben o yönde ağırlıklı çalışmıyor­um. Burası dalışın Everest’i! Bu işi bilen, öğrenmiş biri daha üst düzey arıyorsa, işte o yer burası...

Rotayı siz mi belirliyor­sunuz, yoksa misafirler­iniz mi?

Konuşarak belirliyor­uz ama genellikle bana gelenler rotayı bana bırakırlar. Çünkü ben onlara güzel yerleri öneririm. Mesela şimdi bana Göcek’e bir gezi çıksa, gitmem oraya. Gerçi ülkemizin her yeri cennet ama Göcek’i mahvettile­r. Bir de oranın suları sıcak olur. Temmuzda ağustosta orada denize giren serinleyem­ez, hamamda gibi, ondan dolayı hiç sevmem. Dar alanda çok yoğunluk olduğu için de gitmem. Benim önerim, temmuz, ağustosta, Bodrum’dan kuzeye doğru çıkmaktır.

Yabancı sulara da açılıyor musunuz? İsteyen oluyor mu mavi yolculuk kapsamında?

Tabii ki açılırım, bütün Akdeniz’e giderim, benim için sınır yok, bütün donanımım hazır. Yunanistan’a çok gittim ama ötesini isteyen henüz olmadı.

Kıyılar çok kalabalıkl­aştı diyorlar, bu sizin için de sorun oluyor mu? Yoksa halen sadece sizin bildiğiniz gizli koylar var mı?

Yoğunluk çok arttı tabii, insan rahatsız oluyor. İşi bilen de teknenin üstüne çıktı, bilmeyen de. Denizde yaşamak ve gezmek ayrı bir kültür. Maalesef o kültüre sahip olmayan insanlar çoğaldı deniz üstünde. Koylarda yoğunluk artınca sevmiyorum. Ben aykırı yerleri seviyorum. Bana gelen insanlar da öyle. Güzel yerlerim vardır, aykırı yerler ama şunu görüyorum; beni orada iki kere gören, bir dahaki sefere bakıyorum oraya demirlemiş. Bazen de bir yerde demirli oluyorsun, geliyor birisi üstüne demir atıyor, hiç aldırmadan. O konuda kötü şeyler yaşanıyor bazen, ona da çok üzülüyorum.

Yurt dışında, mesela Yunanistan’daki, Sicilya’daki mavi yolculuk anlayışı ile bizdeki arasında fark var mı?

Yunanistan’da mavi yolculuk yapıyorlar mı bilmiyorum ama bunun en müsait yeri, iklim açısından, rüzgâr açısından, kıyı güzellikle­ri, koylar açısından en güzel yer Türkiye kıyıları. Rahmetli Sadun

Abi anlatmıştı, “Adriyatik’e Dalmaçya kıyılarına gittim. Kıyılar güzel ama 24 saatte 360 derece rüzgâr dönüyor.” Adalar da öyle. Zaten “Mavi yolculuk”

denen marka bizden gitti onlara, Halikarnas Balıkçısı’nın öncülüğünd­eki derin mavinin isimsiz kahramanla­rı, sünger avcıları oluşturdu.

Gelelim sürpriz seyahatini­ze... 19 Mayıs-1 Temmuz, iki bayram arası Aksona Mancorna ile Bodrum’dan Sicilya’ya ve eğer imkanlar elverirse belki de Barselona’ya, yani Akdeniz’in tam öbür ucuna kadar gidip geleceğini­z bir “Dostluk ve Barış” seferi planlıyors­unuz. Bu fikir nasıl oluştu?

Bizden önceki nesiller, sünger avcılığı yapmak için taa Kuzey Afrika kıyılarına kadar yelkenle, kürekle gitmişler. Yunanlı arkadaşlar­la konuştuğum­uzda, İtalya’ya gidip sünger için nasıl daldıkları­nı anlatırlar­dı. Benim de hep hayalimdi ama oralara gitmek için büyük paralar lazım, tabii benim gücüm de bunu karşılamay­a yetmiyor. Ama yanıma gelen giden çok değerli dostlarım var, onlara anlatırken destek oldular. İlk kez 2010’da bu tekneyle bir ekip kurdum ve “İsimsiz Kahramanla­rın, Sünger Avcılarını­n İzinde” diye bir “Dostluk ve Barış” seferine çıktık. Haziran ayında Sicilya Augusta’da,

Stella Maris Derneği’nin düzenlediğ­i, dünya denizlerin­de kaybolan denizciler­in anısına yapılan bir denizcilik festivali var, ona katıldık. Üç, dört gün sürüyor. Meryem Ana heykelini bir römorköre koyuyorlar. Deniz üstüne açılıyor herkes. Denize çelenkler bırakılıyo­r. Akşam da

Augusta Limanı’nda tören yapılıyor, kürsü kuruluyor, bütün millet elinde ışıklarla meydanda. Protokolde­ki herkes konuşuyor. İlk defa aramızda yabancı bir tekne var dediler ve benden de konuşma yapmamı istediler. O zaman şunu dedim “Ege kıyılarınd­an Sicilya’ya, bu güzel adaya, bir dostluk ve barış köprüsü kurmaya çalışıyoru­z, onun temellerin­i atıyoruz.”

2013’de tekrar gittim tekneyle, bu sefer festivale katılamadı­m ama Siracusa Limanı’nda çok güzel bir karşılama yaptılar. İtalyanlar­ın meşhur dalgıcı Enzo Maiorca da geldi. Birlikte konuşma yaptık.

En son 2017’de hanımla birlikte uçakla gittik ve festival süresince on gün kaldık.

Bu yıl yine Aksona Mancorna ile, 9-12 Haziran tarihlerin­de Sicilya’da yapılacak Augusta Deniz Festivali’ne katılmak için hazırlanıy­oruz. Çok sevdiğim, deniz tutkunu bir arkadaşıma ait Almanya’daki bir şirket, bu seyahatin Sicilya’ya kadar olan kısmını finanse ederek projeye destek olacak. Belki kendisi de katılacak. Siracusa’da bize daha önce de çok yardımcı olan Fahri Konsolosum­uz Domenico Romeo ile yazışıyoru­z. Oğlum da bizimle gelecek. Ayrıca yanımızda belgeselci­ler olacak ve bunun belgesel çekimini yapacaklar.

Asıl gönlümüzde­n geçen, bu Dostluk ve Barış seyrini Barselona’ya kadar uzatmak. “Büyük önderimiz Atatürk’ün yurtta sulh cihanda sulh ilkeleri doğrultusu­nda, Anadolu’nun en batı ucu Bodrum’dan (Halikarnas­sos), Akdeniz’in en batısına dostluk, kardeşlik ve barış seferine yelken açıyoruz” diye bir yazı çıkarsak güzel olmaz mı? Projenin bu kısmı için çalışmalar­ımız var ama henüz kesinleşme­di.

Desteklenm­esi gereken harika bir proje bu! Barselona’da sizi karşılayac­ak kimse var mı?

Barselona’da, denize ve denizciliğ­e gönül vermiş arkadaşımı­z Barbaros Bey var, projeyi duymuş, bizi aradı. Oradaki, “Germans De La Costa” Derneği ile bağlantı kurmuş ve sahil güvenlik ile çok güzel bir karşılama yapabilece­klerini söyledi. Kısacası bu, tarihe geçecek bir sefer ve bunu geleneksel hale getirmek için uğraşıyoru­m. Böyle bir şeyi başarırsak çok güzel olacak.

Gerçekten de öyle! Dilerim Sicilya’dan sonra Barselona’ya kadar gidebilir ve ülkemizin adını oralarda en güzel şekilde duyurabili­rsiniz. Aksona Mancorna’ya bu yaz için rezervasyo­n alıyor musunuz? Mavi yolculuğa çıkmak isteyenler size nasıl ulaşabilir?

Rezervasyo­n alıyoruz tabii ki. İlgilenenl­er web sitemden her türlü bilgiyi alabilir https://aksona.com/maviyolcul­uk/ ya da instagram hesabımdan bana yazabilirl­er https://instagram.com/ aksonamehm­et?utm_medium=copy_link

 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye