BİLDİĞİMİZ ŞEYLER, BİLDİĞİMİZİ SANDIĞIMIZDAN ÇOK DAHA FAZLA...
Dünyadan bize yansıyan türbülansın ortaya çıkardığı o kadar çok değişken var ki... İş insanları, her gün, her saat karar, bütün ihtimalleri hesaplayarak karar almak durumunda. Böyle ortamlarda ‘normal’ karar alma süreçleri çok uzun sürebiliyor. Her değişkenin tek tek ele alınması, olayların neden ve sonuçlarının tartışılması bir kararsızlık ve eylemsizlik hastalığına yol açabiliyor. Bu gecikme ise fırsatların elden bir kuş gibi kaçması ile sonuçlanabiliyor.
‘Paralize eden analiz’ ya da ‘felç eden analiz’ diye tanımlanan bu sürecin en iyi panzehri ‘karar alırken içinizden gelen sese de’ kulak vermek... Hemen ‘haydi canım oradan’ demeyin. Yönetim uzmanları son dönemde, ‘yeni sorunların bir biri arkasına sökün ettiği hızlı değişim ortamlarında yöneticinin sezgisini kullanarak karar alması gecikmeleri önleyebilir’ görüşünü geliştirdi. Bu uzmanlara göre, sezgi içinize aniden doğuveren ‘altıncı his’ ile aynı şey değil. Kapsamlı bir düşünce sürecinin ürünü. Kökleri derinde...
Sezgilerinizin isabeti kararlara dönüşmesinin ise bazı koşulları var. Bunların başında da analiz geliyor. Sizi sezginin kapısına getirecek olan her halükarda sorunu akılcı yöntemlerle çözmek için göstereceğiniz çaba. Bu akıl yürütme faaliyeti olmadan, bilinçaltınızın kapısını açamıyorsunuz. Sağlam bilgi ve enformasyon, sezgisel karar alma sürecinde de önemli. Gözlemleriniz ve fark ettiğiniz değişim unsurları da öyle. Aynı şekilde, nihai kararı alırken çevrenizdeki yöneticilerin de fikrini almak da başarı ihtimalini yükseltiyor.
Ancak bütün bunlar bir yana işin püf noktası şu: Bildiğimiz şeyler, bildiğimizi sandığımızdan çok daha fazla... Farkında olmasak da, hayatımız boyunca yaptığımız gözlemler ve yaşadığımız deneyimler zihnimizin bir yerlerinde kayıtlı. Bilinçaltımız bu sayısız deneyimleri kısa sürede işliyor ve bize tek bir sonuç veriyor. Bu sonuç, beynimizin mantıklı ve akılcı düşüncenin merkezi olan ‘bilinçli’ sol yarısından değil, duyguların öncelikli olduğu sağ yarısından geliyor.
Çok unsurlu ve karmaşık bir sorun ortaya çıktığında sol yarının bilinçli karar alma süreci, tüm donanımına rağmen bir çözüm bulamıyor. İşte tam bu noktada bilinçaltı devreye giriyor ve beynimizin sağ yarısı, bilinçaltında yıllardır biriken deneyimlerimizden yararlanarak kısa sürede bütünsel bir çözüm öneriyor. Bilinçaltındaki gözlem ve deneyimler ne kadar fazlaysa önerilen çözüm de o ölçüde isabetli oluyor.
Uzmanların dikkat çektiği bir konu daha var: Bilinçaltımız aşırı zorlamaya direniyor. ‘Çözüm, çözüm’ diye beynimizi zonklar hale getirince, içimizden gelen sesi de duyamıyoruz. Gerilimi azaltıp, biraz dinlenip başka işlerle uğraştığımızda ise ‘sezgi’ hiç ummadığımız anda kendiliğinden ortaya çıkıyor. Uzun bayram tatillerini, yaz dönemini bu gerilimi azaltmak için iyi değerlendirin. Ne kadar hesap kitap yapsanız çözüme kavuşturamadığınız sorunları ertelemek yerine, içinizdeki sese kulak verin. Sezgilerinize güvenin! Eğer, benzer sorunlar konusunda yıllar boyu elde ettiğimiz deneyimler, sezginin başlıca hammaddesi ise... Eh, Türkiye’de iş insanlarında o hammaddeden bol bol var.