başlarız. Dünyaya detayların belirginleşip duyguların hassaslaştığı yeni bir perspektifte bakabiliriz.
Bazen bir fotoğrafa baktığımızda, arka plandaki farklı ışıklar, birbirleriyle uyumsuz renkler dikkatimizi dağıtabilir. Renklerin kaybolmasıyla beraber tüm bunlar sorun olmaktan çıkar, dikkatimiz sadece ana konuya, kompozisyona ve ışığa odaklanır. Işığı daha farklı görmeye başlar, sadece açısı ve yoğunluğuyla ilgileniriz. Bir anlamda soyutlayıp her şeyin özüne dönebiliriz.
Fotoğrafta renk dağılımı olmaması objelerle daha güçlü bir duygusal bağ kurularak duyguların vurgulanmasına da yardımcı olur. Zaman zaman izlediğimiz filmlerde geçmişten söz edilirken ya da dramatik durumlar söz konusu olduğunda görüntüleri siyah beyaz aktarmayı tercih ettiklerini fark ederiz. Bunun sebebi siyah beyaz görüntülerin geçmiş zaman olgusunu en etkili aktarmanın yollarından biri olması ve bazen olayların dramatize edilmesini kolaylaştırmasıdır.
Siyah beyaz fotoğraf biraz da zamanla bağını koparmış hayal kurmamıza izin veren bir dünyadır. Fotoğraftaki kişinin gözleri açıksa yeşil ya da mavi, saçları koyu ise siyah veya kahverengi olduğunu hayal etmemiz gerekir. Desen ve şekilleri vurgulamak istediğimiz fotoğraflarda çok daha etkili sonuçlar alabiliriz. Çünkü renkler olmadığında fotoğraf karesinin içindeki tüm biçim, şekil, desen ve birbirleriyle olan ilişkileri daha fazla göz önüne çıkar.
Bu gün bir çok fotoğrafçının portre, düğün ve benzeri çekimlerde siyah beyazı tercih etmesi sadece nostalji duygusundan dolayı değildir. Hangi ırk ve nasıl bir cilde sahip olduğunuzun önemi yoktur. En derin siyahlar ve beyazlar arasından muhteşem bir ton aralığı sağlayarak insan güzelliğini ve tenini vurgular. Derideki renk değişiklikleri, pigmentler her şey daha az belirginleşir.