150. Sayı için...
Sevgili Photoline okurluarı, bu satırları yazarken; 150. sayımızdan sizlere merhaba demenin mutluluğunu yaşıyorum. Şaka maka 2013 yılında yazmaya başlamışım bu dergide ve artık nasıl kendimi kaptırdıysam aradan tam yedi sene geçmiş, dile kolay.
Aslında hiç şaşırmadım çünkü ben Akrep burcundanım. Bizim burcun özelliği; bir yerde işe başladığı zaman kovuluncaya kadar oradan ayrılmamakmış..! Şaka bir yana yedi senelik mesaimin esas nedeni, bunca yıl benim kronikleşmiş son saniyede yazı teslim etmelerime katlanan sevgili Photoline yönetimi ve özellikle de sevgili Bahattin Apak’tır.
Bu arada geçmiş sayıları karıştırdım ve yazdığım bazı yorumları okuyunca; kimini çok beğendim, kimi için de “- Bugün olsa değişik yazardım.” diye düşündüm. Aradan geçen yedi yıl zarfında benim de fotografik görüşlerim biraz değişmiş olabilir. Eee diyalektiğin temel ilkelerinden biri de şudur: “Değişmeyen yegane şey değişimdir.” Burada sözünü ettiğim tabii ki, gelişerek değişmek. Yoksa fotoğraf ile ilgili eski düşüncelerimi tamamen yadsıdığım anlamına gelmiyor bu değişim.
Fotoğraf yorumlarına bilinen klasik eleştirilerle başlamıştım ve bu tarzda yazmak çok da vaktimi almıyordu. Neydi bunlar? “- Biraz daha geniş kadraj yapabilirdiniz, ışık şartları çok uygun değilmiş, netlikte sorun var, gökyüzü bulutlu olsaymış keşke!” gibi alışılmış tavsiyeler. Daha sonra işin rengi değişti, fotoğrafların içine girmeye başladım. Yani fotoğraf eleştirisinden, fotoğraf okumalarına evrildi bizim iş ve oldukça zorlaştı. Bu yüzden genellikle yazılar gecikti ama asla baştan savma olmadı. Büyük bir aksilik olmazsa böyle de devam etmek azmindeyim. Instagram’da sürdürmekte olduğum “Selfieart / Yüzleşme” adlı projemin fotoğraflarından bir tanesini Photoline dergisinin 150. sayısına ithaf ediyorum. Bu fotoğraf, yedi yıl boyunca bilgisayar başında nasıl kafa patlattığımı anlatıyor. Diğer üç fotoğraf da yine çok değerli üç fotoğrafçı dosta ait.
Son olarak, siz sevgili okurlarıma ve değerli Photoline ailesine gönül dolusu teşekkürler.
Hedef: 300. sayı, ne dersiniz? Ben varım...)