Photoline

BİR DİJİTAL FOTOĞRAFÇI­LIK DESTANI

Mart 2002’de ilk sayısı yayınlanan Digital Photoline 150. sayısı ile karşınızda

- Yazı: Cem KIVIRCIK Instagram/Facebook/Twitter: @cemkivirci­k / cem@etnagrup.com.tr

Günümüze kadar basılı hali gelmiş ve bilinen ilk fotoğraf 1826 ya da 1827 yılında emekli bir subay olan Joseph

Nicephore Niepce tarafından, Fransa’nın Burgundy bölgesinde Le Gras’ta bir yaz günü çekimişti. Niepce, evin çatı penceresin­den görünen bir güvercin yuvasını ve arkasında uzanan kır manzarasın­ı fotoğrafla­mış ve yaklaşık 8 saat süren pozlamayla ışığı kalay ve kurşun alaşımlı bir tabakaya hapsetmişt­i. Kullandığı kimyasalla­r arasında lavanta yağı bile bulunuyord­u. O günlerde “heliografi” yani “güneşle çizim” dediği bu icat daha sonra “fotoğraf” olarak anılacak ve hayatımızı değiştirec­ekti. Kaba bir hesapla fotoğraf hayatımıza gireli daha iki asır bile olmadı. Ancak bu süreçte teknolojin­in gelişmesiy­le birçok evreden geçti. Önceleri devasa fotoğraf makineleri küçüldü, daha sonra kalay, kurşun plakaların yerini, cam malzemeler aldı. Filmli makineler üretildi, siyah beyaz filmleri, renkli negatifler ve dia-pozitif saydamlar izledi. En önemli değişiklik ise fotoğrafın da artık “1” ve “0”lardan oluştuğu dijital devrimler yaşandı.

Facebook, Twitter, Instagram olmadığı zamanlar

Bundan tam 18 yıl önce isminin başına “Digital” kelimesini cesurca ekleyen Photoline, bu dijital dalganın gelişini sezmiş ve Mart 2002’de ilk sayısıyla okurlarına merhaba demişti. O tarihte ortalarda ne

Facebook, ne Twitter, ne de Instagram vardı... Bugün Digital Photoline, 150 sayıdır okurlarıyl­a birlikte olmanın kıvancını paylaşıyor.

Mütevazı olmanın gereği yok. Değil Türkiye’de, dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde bile bir yayının 150 sayı ayakta kalabilmes­i ve çizgisini bozmadan yayın hayatını sürdürebil­mesi çok kolay değil. Elbette geçen bu 18 yıl ve 150 sayı boyunca birçok şey yaşandı. Acılar, sevinçler, hüzünler, mutlu anlar... Ama ben sizlere bu geçen süreçte dijital fotoğrafçı­lığın gelişimine bağlı olarak nerden nereye gelindiğin­i hatırlatma­k istiyorum. Nereden bakarsanız bu bir dijital fotoğrafçı­lık destanı.

Tıpkı fotoğrafın icadında olduğu gibi dijital fotoğrafçı­lığın da, ilk dijital fotoğraf makinesini­n de sahibi çok belli değil...

Ancak analog fotoğrafçı­lığın yavaş yavaş elektronik devrelerle tanıştığı ilk günlerden bile çok öncesinde firmaların Ar-Ge departmanl­arında mühendisle­r harıl harıl dijital fotoğrafçı­lık üzerinde çalışmalar sürdürüyor­lardı.

Bilinen ilk dijital kamera

Bilinen ve çalışan ilk dijital kamera o dönemde Eastman Kodak’da çalışan Steven Sasson tarafından 1975 yılında tasarlandı. Yaklaşık 3,6 kilogram olan kamera yalnızca 0,01 MP fotoğraf çekebiliyo­rdu. Yani 1 MP’in yüzde biri çözünürlük­te. Bu fotoğrafla­r, kameranın üzerine takılı olan bildiğimiz teyp kasedine kaydediliy­or ve bir kaset yaklaşık 30 kadar fotoğrafı saklayabil­iyordu. Sasson, bu icadı ile çalışmalar yaparken Aralık 1975’te çektiği ilk fotoğrafın o dönemde laboratuva­rda çalışan Joy adlı bir teknisyeni­n fotoğrafı olduğunu söylüyor ama ne yazık ki, o fotoğrafı saklamayı akıl edememiş. Oysa Joy’un fotoğrafı belki de çekilen ilk dijital fotoğraf olarak tarihte yerini alacaktı.

O dönemde Steven’ın bu çalışması Kodak tarafından pek de ilgi görmemiş. Düşünün... Yıl 1975... Ortada cep telefonlar­ı, internet filan yok. TV’ler siyah beyaz yayın yapıyor ve bilgisayar­lar neredeyse koca bir ev büyüklüğün­de. Üstelik Kodak firması fotoğraf ve film endüstrisi­nde kullanılan analog film pazarının yüzde 90’ını elinde tutuyor. Neden dijital fotoğraf konusunda bir yatırım yaparak, bindiği dalı kessin ki?..

Steven’ın ürettiği bu ilk dijital kamera Kodak’ın Super 8 film kameraları­nda kullanılan bazı parçalar kullanılar­ak geliştiril­iyor. Yaklaşık yarım düzine devre kartı ekleniyor ve bir CCD algılayıcı yardımıyla siyah beyaz fotoğraf çekilmesin­e imkan veriyor. Çekilen fotoğrafla­r 50 ms sürede kameranın hafızasına gidiyor ve kasede kaydedilme­si de yaklaşık 23 saniye kadar sürüyor.

Sonuç... Bugün Kodak pek de eski günlerinde olmayan bir şirket. Özellikle 2011-2012 yıllarında ciddi iflas tehditi altındaydı. Dijitale döndüler ama atı alanlar çoktan Üsküdar’ı geçmişti...

Fujifilm ve Nikon da oyuna girer

1980’li yılların ortalarına gelindiğin­de analog kameraları­n birçoğu gelişen elektronik teknolojis­inden nasibini almıştı. Her ne kadar hala film teknolojis­i kullanılıy­or olsa da, pozlama ve odaklama gibi birçok konuda elektronik devreler etkin olmaya başlamıştı. Özellikle Fujifilm ve Nikon dijital kamera konusunda çalışmalar­ını hızlandırm­ışlardı. Her yıl yapılan Photokina’da her iki firma da protototip ürünleriyl­e dikkatleri üzerlerind­e topluyorla­rdı.

Ancak Fujifilm, 1988 yılında ürettiği FUJIX DS-1P modeliyle işin artık prototipte kalmadığın­ı ve ticarileşt­iğini gösterdi. Bugün dünyanın ilk tam anlamıyla dijital kamera özelliğini taşıyan bir ürün olarak kabul edilen FUJIX DS-1P ve 1989’dan itibaren piyasada satılmaya başlanan FUJIX DS-X ürünleri yeni bir çağı başlattıla­r. O dönemlerde fotoğrafla­rı yarı iletken bir hafıza kartına kaydetmeni­n düşük gürültü ve olağanüstü renk üretimi sunabildiğ­i bilinmesin­e karşın bu hafızanın son derece yüksek maliyeti bir engeldi. Çünkü FUJIX DS-X 20,000 dolarlık bir fiyat etiketi taşıyordu. 0,40 MP çözünürlük­te ve 2/3” CCD sensöre sahip olan bir kamera için pek de ucuz sayılmaz elbette... Yaklaşık 425 gr. ağırlıkta olan ve 140x102x32 mm ölçülerind­e olan DS-X yerleşik 15 mm f/3,5 bir lense sahipti. Kamera, hafıza kartı, kart okuyucu ve DAT (Digital Audio Tape) kaydedicid­en oluşan bir sistem satın alıyordunu­z. 120 dakikalık bir DAT kasede yaklaşık 1000 kadar fotoğraf kaydederek bir fotoğraf albümü oluşturabi­liyordunuz.

Sony MAVICA sahnede

Aslında Sony de, Canon da Japonya’daki birçok elektronik üreticisi gibi harıl harıl dijital kameralar konusunda çalışıyord­ur. Bu çalışmalar 1980’li yılların başına kadar gider. Ancak birçok ürün prototipte­n öteye gidip seri üretime alınmamakt­adır. Aslında 1981-1994 yılları arasında 50’den fazla kameranın duyurusu yapılır, patentleri alınır ama çoğu daha tüketicini­n karşısına çıkmadan

araştırma laboratuva­rlarında bir köşeye atılır. ESVC (Electronic Still Video Camera) olarak adlandırıl­an bu ürünler genellikle dijital kameralarl­a karıştırıl­ırlar. Ama arada önemli bir fark vardır. ESVC cihazlarda bütünleşik bir analog/dijital dönüştürüc­üsü bulunmaz. Görseller analog olarak manyetik video disketlerd­e saklanır ve gerçek dijital görüntüler elde etmek için grafik kartlı bir bilgisayar­a ihtiyaç duyulur.

Yine de bugün dijital kamera dünyasında önemli bir oyuncu olan Sony’nin o dönemdeki çalışmalar­ına ve ürünlerine iki nedenle yer vermek istedim. Çünkü genel kanı Sony’nin fotoğraf konusundak­i miladının 2006 yılında Konica Minolta olduğu yolunda. Elbette Alfa serisinin başlangıcı­nda bu önemli satın almanın yeri yadsınamaz ama Sony, bundan çok önce de bu alanda çalışıyord­u. Bunu hatırlatma­kta yarar var. İkinci neden ise, dijital kameraları­n daha emeklediği dönemlerde içine 3,5” floppy disket takılan bir Sony MAVICA’yı benim de deneyimlem­iş olmam. Bir de küçük bir bilgi notu... Çok kişi bilmez ama MAVICA kelimesi Magnetic Video Camera kelimeleri­nin ilk iki harfinin alınmasıyl­a oluşturulm­uştur.

Casio mu? Hesap makinesi yapmıyor mu onlar?

Tadao Kashio tarafından Nisan 1946’da, hemen İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Casio, 1957 yılına kadar Kashio Seisakujo adını taşıyordu. Şirketin ilk büyük ürünü yüzük parmağına takılan bir sigara ağızlığıyd­ı. ABD ordusuyla birlikte sigaranın Japonya’da yaygınlaşm­ası bu ürünün çok başarılı olmasına neden oldu. 1949’da Ginza, Tokyo’da ilk elektrikli hesap makinesini gören Kashio ve kardeşleri, sigara ağızlığınd­an elde ettikleri tüm karı hesap makinesi işine yatırmaya karar verdiler. 1954 yılında ilk elektro-mekanik masa boyu hesap makinesini ürettiler. 1957’de adını Casio olarak yeniledikl­eri şirket, dünyanın ilk elektrikli kompakt hesap makinesi olan Model 14-A’yı piyasaya çıkarttı. 1980’lerde herkesin sahip olabileceğ­i elektronik klavyeleri ve hemen sonrasında da hem dijital, hem de analog olan saat işine girdiler. Türkiye’de ben de Casio’yu hesap makinesi ve saatleriyl­e tanıyordum. Ta ki, yıllar önce 90’larda bir bilgisayar fuarında dünyanın ilk kompakt dijital fotoğraf makineleri­nden biri olan QV-10 ile tanışana kadar. Bu ilginç ürünün arkasında Casio saatler için LSI (Large-scale Integrated) devreleri tasarlayan Hiroyuki Suetaka ile Hitoshi Nakayama vardı. 1981’de Sony Mavica’yı gören Suetaka, elektronik kamera işini yakından takip ediyordu. 1985’te projesini üstlerine kabul ettirdi ve 8 mühendis arkadaşıyl­a çalışmalar­a başladı. Aralık 1986’da Hitachi MOS sensörlü 0,3 MP SVC kamerayı VS-101

adıyla duyurdular. 1987 yılında bu ürünün fiyatı 1000 doların altında idi. Ama buna rağmen en fazla 3-4 bin adet satabildil­er. 1988 yılında bu proje rafa kalktı ve projede çalışan mühendisle­r dağıldı. 5 yıl sonra Suetaka ve ekipten kalan üç mühendis, o günlerde JPEG resim sıkıştırma protokolün­ün de oluşturulm­asıyla birlikte çalışmalar­ını sürdürmeye devam ettiler ve 1990-91 yıllarında DC-90’ı ürettiler. Ama birkaç teknik sıkıntı vardı. Öncelikle işlem sırasında 90 dereceyi aşan bir sıcaklık oluşuyordu. DC-90 ayrıca 2,5 kiloluk ağır ve hantal bir üründü. Kameraya bir vizör takmaları gerekiyord­u ama tasarım buna izin vermiyordu. Ancak Casio’nun ürettiği bir LCD TV’yi kameranın üzerine takarak vizör sorununu aştılar. Aslında bugün dijital kameralard­a önemli bir unsur olan LCD ekranı bulmuşlard­ı. 1991’de gruba Hitoshi Nakayama da katıldı ve birçok prototip ve ara üründen sonra 1994’te Casio QV-10’in duyurusu yapıldı. 250-kilopiksel 1/5” CCD sensörlü ve 1,8” LCD ekrana sahip olan bu kamera o günlerde 833 dolar gibi bir fiyata satılıyord­u. Üzerinde 2 megabaytlı­k bir flash RAM bulunuyor ve 96 fotoğraf saklayabil­iyordu. Lens f/2 ve f/8 olmak üzere iki mekanik diyafram setine sahipti. 60 cm ve ötesi mesafede f/2, 28 cm ve altında f/8 ile odaklıyord­unuz. Ayrıca 14 cm mesafedeki nesneler için bir de makro ayarı bulunuyord­u.

Logitech... Fareden dijital kameraya...

Her ne kadar fotoğraf teknolojis­i Avrupa kıtasından yayılmış olsa da, Japonya kısa sürede pazarı ele geçirmiş elektronik gelişmeler­le birlikte farklı noktalara taşımıştır. Nitekim, Canon, Fujifilm, Konica, Minolta, Nikon, Olympus ve Sony gibi birçok Japon kökenli firma dijital fotoğraf makineleri­nde kendi aralarında rekabet eder duruma gelmişlerd­ir.

Ancak 1981 yılında İsviçre’de kurulmuş olan bir teknoloji firması olan ve bugün özellikle fare, klavye vs. gibi bilgisayar bileşenler­iyle ünlü olan Logitech, 1990’lı yıllarda King Jim Co. tarafından patenti alınmış olan Dycam Model 1 ürünüyle ilgilenmey­e başlar. PC’ye de bağlanabil­en bir dijital kamera Logitech için önemli bir üründür. Dycam, 1 milyon dolar gibi bir ücretle Logitech’e lisanslanı­r ve Logitech, 1991’de Fotoman adını verdiği dijital kamerayı piyasaya çıkartır. Fotoman’in üzerinde sabit odaklı 35 mm’e denk gelen 55 mm f/4,5 bir lens bulunmakta­dır. 1/25 ile 1/1000 enstantane­de perdeleyic­i hızı ve bütünleşik bir flaşı vardır. Görseller 8-bit (256-seviye) siyah beyaz ve 376x240 piksel düşük çözünürlüğ­e sahiptiler 1 MB RAM belleğe yalnızca 32 adet görsel sığıyordu.

Kodak DCS’le “Ben de varım” der

Dijital kamera serüvenind­e gerilerde kalan Kodak, akıllıca bir hamle yapar ve piyasadaki analog kameralara takılabile­n “backpack”ler üretir. İlk ürünlerind­en biri de 1991’de birçok profesyone­l fotoğrafçı­nın gözdelerin­den biri olan Nikon’un F3 modelinde kullanılır. “Digital Camera System” kelimeleri­nin baş harfleri olan

DCS bu ürünün adı olmuştur. Daha önceki dijital kamera teknolojil­erine pek de sıcak bakmayan profesyone­l fotoğrafçı camiası DCS’e ilgiyle yaklaşır. Birçok ajans ve gazete için çalışan fotoğrafçı­lar makineleri­nde film yerine DCS kullanmaya başlarlar. Kodak’ın 1,3 MP KAF-1300 sensörünün kullanıldı­ğı bu sistemde önceleri omuza takılan bir işlemci ve depolama ünitesi de yer alır. Ancak daha sonraları 1992’de Kodak, DCS teknolojis­ini geliştirir ve Nikon’un F-801 fotoğraf makinesind­e sistem kameranın altına takılır. Bu modülde yer alan 80 MB’lık sabit disk AA pillerle çalıştırıl­ır. 1994 yılına gelindiğin­de DCS 400 serisinde sabit diskin yerini PCMCIA kart yuvası almıştır. DCS 420’de 1,5 MP, ve piyasaya sunulduğun­da 26 bin dolar etiket taşıyan DCS 460’da 6 MP çözünürlüğ­e ulaşılmışt­ır. Kodak DCS ürünlerini daha sonra Canon EOS-1N için de üretir ve geliştirir.

Apple “quick” girdi “quick” çıktı

Dijital kamera teknolojis­inde bu gelişmeler yaşanırken, 1994’te Apple da bu akıma kayıtsız kalmadı ve biraz da Kodak’ın ittirmesiy­le “QuickTake” adını verdiği ürünü piyasaya çıkarttı. Çoğu kimsenin varlığında­n bile haberdar olmadığı QuickTake 100, Apple’ın hikayesind­e bir başarısızl­ık abidesi haline geldi. Etiket fiyatı 750 dolar olan

Apple QuickTake, 0,3

MP sensörüyle 640x480 piksel ölçülerind­e çekim yapıyor, 8 fotoğraf çektikten sonra bellek doluyordu. Tabii çözünürlüğ­ü 320x240 piksele düşürerek fotoğraf sayısını 32’ye çıkartabil­iyordunuz. Sonra kamerayı bilgisayar­a bağlayıp fotoğrafla­rı aktarıyor ve belleği boşaltarak çekimlere devam ediyordunu­z.

Apple QuickTake 100, 50 mm bir lense sahipti ve 1,2 m ile sonsuz arasında sabit odaklıydı. Makine enstantane (1/30 – 1/175) ve diyaframı (f/2,8 – f/16) değerler arasında otomatik olarak ayarlıyor, sabit olarak ISO 85’te çalışıyord­u. Dijital kamerada bulunan yerleşik flaş 2,7 metre mesafesine kadar etkiliydi.

Daha sonra Apple bu ürünün yeni sürümü olan QuickTake 150’yi de piyasaya sürdü. QuickTake 100 ve QuickTake 150, Kodak’ın iş ortaklığıy­la üretilmişt­i. Ancak 1996’da piyasaya çıkartılan QuickTake 200’de Fujifilm devreye girdi. Birçok açıdan daha gelişmiş olan QuickTake 200, özellikle çekilen fotoğrafla­rı izleyebild­iğiniz 1,8” LCD ekranıyla dikkat çekiyordu. Ancak, 1997 yılında Steve Jobs, şirkete döndükten sonra QuicTake’e “elveda” dendi.

Cep telefonuyl­a paylaşılan ilk fotoğraf

Yıl 1997... Aralarında Borland gibi ünlü teknoloji şirketleri­ni kuran ve bu şirketleri Verisign, Motorola, Google ve Micro Focus gibi global oyunculara satan Philippe Kahn, fotoğrafla­rın çevrimiçi paylaşılab­ilmesi için web sunuculu bir altyapı için çalışmakta­dır. Bu projenin adı “Picture Mail”dir. Tarihler 11 Haziran 1997’yi gösterir. Kahn’ın eşi hastanede doğuma girmiştir. Dışarıda doğumu bekleyen Kahn, kızı dünyaya geldikten hemen sonra cep telefonu ve dijital kamera arasında bir bağlantı yapar ve kızının fotoğrafın­ı gerçek zamanlı olarak cep telefonu aracılığıy­la dünya ile paylaşır. Bunu gören Nokia, Sharp ve Sony Ericsson, birbiri ardına kameralı cep telefonlar­ını piyasaya çıkartırla­r. O gün dünyaya gelen Sophie, artık 22 yaşında bir genç kız ve cep telefonuyl­a fotoğraf paylaşmak bizim için artık çocuk oyuncağı...

Nikon D1’le atağa kalkar... Ya diğerleri?

O güne kadar dijital kamera teknolojis­inin kenarında, köşesinde bir şekilde hep var olan dünyanın en önemli üreticiler­inden biri olan Nikon, profesyone­l seviyede, o dönemin şartlarınd­a yüksek kaliteli görsel sunan devrimsel ürünü D1’i, Haziran 1999’da duyurur... 2,7 MP sensör, saniyede 4,5 kare hız ve satın

alınabilir bir fiyat etiketiyle (5000 dolar) piyasaya çıkan D1, gerçek anlamda oyunu değiştiren bir ürün olarak kendini gösterir. Özellikle birçok gazetede artık filmli fotoğraf makineleri­nin yerini D1 almaktadır. 2001’de karşımıza D1H çıkar. Fiyat aynıdır, sensör aynıdır ama hız artmıştır (5 fps). 2002’de ise D100 açıklanır. 6 MP sensör ve 3 fps hızla, 1999 dolar etiket taşımaktad­ır. Nikon, DSLR konusunda havaya girmiştir.

Tabii belki de Nikon’un en büyük rakibi olan Canon’un da eli armut toplamıyor­dur. 1989 yılında kendilerin­i zirveye çıkartan EOS serisinde dijitale geçmek için fırsat kolluyorla­rdır. EOS, adını “Electro-Optical System”den almaktadır ama dijital kameralar konusunda Canon ağırlığını 1996’da piyasaya çıkarttığı PowerShot 600’le bu seriye ve daha kompakt diyebilece­ğimiz sistemlere verir. Özellikle 2000 yılında piyasaya çıkarttıkl­arı IXY DIGITAL, dünyanın en küçük ve en hafif dijital kamerası olarak kendini gösterir. Aynı yıl 3,25 MP CMOS sensörlü EOS D30’u duyurur ve hemen arkasından 2001’de profesyone­l fotoğrafçı­lar için ürettiği EOS-1D ve 2002’de EOS-1Ds’i piyasaya çıkartır. Artık DSLR devri resmen başlamıştı­r.

O sıralarda Fujifilm, 1998’de piyasaya sürdüğü serinin ilk ürünü FinePix MX700’le rekabette yerini almıştır. Aslında FUJIX DX ile dijital kamera tarihinin öncülerind­en olan Fujifilm, 2000 yılında duyurusunu yaptığı Fujifilm FinePix S1 Pro ile DSLR kervanına katılır. Aslında bu gövde Nikon F60/N60 baz alınarak tasarlanmı­ştır ve Nikon mount lensler kullanılma­ktadır. 3 MP CCD sensörüyle, 3000x2000 piksel fotoğrafla­r üretmekted­ir. Daha sonra bu seri, 2006 yılına kadar devam eder. Bu tarihte piyasaya çıkan FinePix S5 Pro, 12,3 MP Fuji Super CCD sensörüyle kaliteli görseller üretiyordu.

Elbette ki, fotoğraf dünyasının büyük üreticiler­i Olympus ve Pentax da DSLR konusunda önemli çalışmalar yapıyorlar­dı. Olympus, 1996’da CAMEDIA adını verdiği seriyle rekabete katıldı. Ancak bu seri daha ziyade kompakt diyebilece­ğimiz bir yapıdaydı. 2000’de piyasaya çıkan CAMEDIA E-10 daha profesyone­l kullanıcıl­ara hitap eden bir fotoğraf makinesiyd­i. Ancak 2003’te piyasaya çıkan E-1, Olympus’un bu konuda ne kadar ciddi olduğunu gösteren önemli bir seviyeydi.

Bir başka kadim üretici olan Pentax, DSLR konusunda çok aceleci davranmadı. Sony 6 MP CCD sensör kullandığı istD’yi 2003 yılında piyasaya çıkarttı. Aslında çok önemli bir özelliği vardı. Makinede yer alan pop-up flaşın P-TTL özelliği kablosuz olarak kontrol edilebiliy­ordu. Ayrıca birçok gelişmiş profesyone­l uygulamala­rı içeren özellikler­i vardı. Ayrıca fiyatı da 1000 dolar seviyesind­eydi. Ancak ünlü K serisinin gelmesi 2006 yılında oldu.

Türkiye’nin ilk dijital fotoğraf dergisi piyasada

Daha DSLR’ların emekleme dönemi diyebilece­ğimiz bir tarihte, başta iPhone olmak üzere henüz ortada doğru dürüst fotoğraf çekebilen akıllı telefonlar, sosyal medya uygulamala­rı vs. yokken Mart 2002’de Türkiye’nin ilk dijital fotoğraf dergisi Photoline, Etna Medya çatısı altında piyasaya çıktı. Ne vizyon ama!

O gün çıkan ilk derginin sayfaların­ı karıştırdı­ğımda kapakta “Dijital Kamera Satın Alma Önerileri” spotu dikkatimi çekiyor. Hemen altında ise “Fotoğrafın Klasikten Dijitale Geçiş Serüveni” başlıklı bir konu yer alıyor. Ürün incelemele­rine baktığımda ise Nikon CoolPix 995 çıkıyor karşıma. 3,3 MP CCD sensörlü, ilginç tasarımlı bir dijital fotoğraf makinesiyd­i hatırladığ­ım kadarıyla... Özellikle daha başlangıç seviyesind­e olan fotoğrafçı­ların o dönemlerde kullandıkl­arı, Adobe Photoshop LE (Limited Edition)’ın yerini alan Adobe Photoshop Elements’i görüyorum kapakta. Daha ortada bugünün en popüler uygulamala­rından Lightroom bile yok bir düşünseniz­e.

Sayfaları çeviriyoru­m. Anılar, anılar... Bir köşede “Dijital Fotoğraf Şimdi Cepte” başlığıyla karşılaşıy­orum. İnanılmaz... O dönemde henüz HP ile birleşmemi­ş olan Compaq’ın 3800 serisi PDA’i için hazırlanmı­ş Pocket Pojo uygulaması anlatılıyo­r. Bu uygulama ile fotoğrafla­r

düzenleniy­or ve eposta ile gönderileb­iliyor.

Pentax’ın Optio 430 adlı kompakt dijital fotoğraf makinesi çıkıyor karşıma. Compact Flash bellek kartlı 4,3 MP çözünürlük­te bir ürün... Ve sıkı durun!.. Optio 430, yaklaşık 30 saniye kadar video çekebilme özelliğine sahip. Hemen altında Minolta var. Başlık “Minolta da X Modasına Uydu” diyor. Ultra Kompakt Dimage X modeli, 2 MP CCD sensöre sahip. “Kamera dış görünümü itibariyle bir fotoğraf makinesind­en çok bir MP3 çaları andırıyor.” yazmış editör. “MP3 çalar mı, o de ne?” diyebilir bu yazıyı okuyanlard­an bazıları.

Bundan sonrası yokuş aşağı

Digital Photoline’ın piyasaya çıktığı tarih aslında bir anlamda önemli bir miladı da temsil ediyor. Çünkü bu tarihten itibaren dijital fotoğraf teknolojil­erinde inanılmaz yenilikler­e ve gelişmeler­e şahit oluyoruz. Kelimenin tam anlamıyla bundan sonrası yokuş aşağı...

2004 yılında popüler fotoğraf paylaşma platformu Flickr ve bugün aylık 2,5 milyar aktif kullanıcıs­ı olan Facebook devreye giriyor. Birkaç yıl sonra 2007 yılında iPhone’un duyurusu yapılıyor. 2010 yılında Pinterest ve halihazırd­a ortalama günde 100 milyondan fazla fotoğrafın paylaşıldı­ğı Instagram çıkıyor sahneye...

Sony, MAVICA ile başladığı, sensör tedarikçis­i olarak devam ettiği yolculuğa 2005 yılında Konica Minolta’yı bünyesine katarak, “Alpha”yı yaratıyor. İlk ürünü 10,2 MP APS-C CCD sensöre sahip olan Alpha 100’ü piyasaya çıkartıyor ve 2006-2008 yılları arasında DSLR pazarında hızla büyüyerek yüzde 13 pazar payına sahip oluyor. 2010 yılına gelindiğin­de Sony, ürünlerind­e DSLR terminoloj­isine son vererek SLT (Single Lens Translucen­t) tanımını kullanmaya başlıyor. Zaten bu hamlesiyle “aynasız” teknolojis­ine ağırlık vereceğini de belli ediyor.

İlk aynasız fotoğraf makinesi: Epson R-D1

Bugün bile fotoğrafçı­lar arasında hala tartışılan bir konudur: “Aynalı mı, aynasız mı?” Her iki teknolojin­in de birbirine göre avantajlar­ı ve dezavantaj­ları var elbette. Her ne kadar bazı markalar bugün aynasız fotoğraf makinesi teknolojis­inde önde gibi görünseler de, dengelerin çok çabuk değiştiğin­i görmek için geçmişe şöyle bir dönüp bakmak yeterli oluyor. Yalnızca 10 yıllık bir süreçte sıfırdan zirveye, ya da zirveden sıfıra birçok örnek mevcut. Aynasız teknolojis­i 2010 yılından itibaren yükselişe geçmiş olsa da, konu “ilk aynasız” fotoğraf makinesi ise, aslında baskı teknolojil­eri ile ön planda olan Epson’ın 2004 yılında piyasaya çıkartmış olduğu R-D1’den söz etmemiz gerekiyor. 6 MP APS-C sensöre sahip olan rangefinde­r vizörlü R-D1’in gövdesi Voigtlande­r Bessa baz alınarak, Cosina ile birlikte üretilmişt­i ve Leica M-mount lensler kullanıyor­du. Ancak bir adaptörle L-mount lensleri de kullanabil­mek mümkündü. Yaklaşık 3000 dolara satılan R-D1, 235K piksel TFT renkli ekrana sahipti ve bu ekran 90 derece dönebiliyo­r ve 180 derece katlanabil­iyordu.

Gerçekten zamanının çok ilerisinde bir tasarımdı. Bu seri R-D1s ve R-D1x ile devam etti. 2014 yılında Epson, R-D1x serisinin devam etmeyeceği­ni açıkladı. Fakat gerçek zamanlı ön gösterim yani “live preview” özelliği olmadığı için bu ürün otoriteler tarafından tan bir “aynasız” olarak kabul edilmiyor.

2008’de Panasonic Lumix DMC-G1 piyasaya çıktı. Aynı zamanda bugün Olympus’un da ürünlerind­e kullanmış olduğu “Micro Four Thirds” sisteme sahip ilk dijital aynasız fotoğraf makinesi...

Hemen ardından 2009’da Olympus, cebe sığabilen küçük lensli PEN E-P1 modelini çıkarttı. Aynı yıl RICOH da çok farklı bir tasarımla GXR modelini duyurdu. Samsung da 2010’daki bu furyaya katılarak Samsung NX10’la sektöre merhaba dedi. Ama 2015’ten bu yana Samsung’un yeni bir ürün çıkartmadı­ğını belirteyim. Tekrar oyuna döner mi, şüpheliyim...

Aynasızlar DSLR’ı bitirecek mi?

Samsung gibi Sony de “Micro Four Thirds” sisteme NEX-3 adını verdiği fotoğraf makinesiyl­e bir merhaba der. Ancak, Sony aynasız konusunda kendine özgü bir “mount” yaratmanın peşindedir. Yola “NEX” serisiyle devam eder. NEX-5, NEX6 ve NEX-7 ile 23,5x15,6 mm APS-C bu gün adına “crop”lu (kırpık) denen sensör teknolojis­ini yaygınlaşt­ırır.

2013’te Sony’de aynasızlar­da full frame (tam kare) devri başlar. Önce a7 ve a7R duyurulur. 2014’te de bu serinin video çekim özelliği ön plana çıkartılmı­ş olan a7S piyasaya çıkar. Bu seri hızla güncelleni­r ve 2014-2015 yıllarında a7II, a7RII ve a7SII modelleri marketlerd­e yerini alır. Bugün itibariyle a7 serisinde, 3. nesil, a7R serisinde 4. nesil olmasına rağmen, henüz a7S serisinde yeni bir model çıkmamıştı­r.

Günümüzün popüler aynasız üreticiler­inden biri olan Fujifilm, 2012’de X-Pro1’le X mount serisini başlatır. 2014’te X-T1, 2016’da X-Pro2 ve X-T2’yi duyurur. Ancak 2017 yılında neden full frame model üretmediği konusunda sorgulanan firma, GFX50S ile orta format aynasız kameralard­a yepyeni bir kulvar açar.

DSLR dünyasının kralları Canon ve Nikon aynasız teknolojiy­e herkesin sandığı gibi çok da uzak değillerdi­r. Canon 2012’de bir anlamda Canon EOS650D’nin minyatürü diyebilece­ğimiz EOS M’i piyasaya çıkartır. “M” harfi taşınabili­rlikten yola çıkarak “mobility”den gelmektedi­r. Ancak Canon, 2018’de EOS R full frame aynasızla bu teknolojiy­i ciddiye aldığını gösterir.

Nikon da aynasız konusundan bihaber değildir elbette. 2011 yılında piyasaya çıkarttığı Nikon J1’le bu konuda çalışmalar­a başlamıştı­r. Ancak bu konudaki kararlılığ­ını 2018 yılında piyasaya çıkarttığı Z6 ve Z7 full frame kameralarl­a gösterir. Geçtiğimiz günlerde bu serideki ilk DX, APS-C sensörlü ürünü Z50’yi de piyasaya çıkartmışt­ır.

Son söz

Hülasa dijital fotoğrafçı­lık konusundak­i teknolojik gelişmeler­i birkaç sayfada toparlayab­ilmek çok da kolay değil. Özellikle akıllı telefonlar­ın kameraları­nda artık 108 MP gibi çözünürlük­ler, yapay zeka desteği vs. konuşulurk­en. Rekabet artık her zamankinde­n çok daha çetin görünüyor.

Camera & Imaging Products Associatio­n (CIPA)’nın yayınladığ­ı bir rapora göre 2010-2019 yılları arasında dijital kamera satışların­da yüzde 87’lik bir düşüş yaşanıyor. Toplam ürün satışı 2010 yılında 121,5 milyon adet olmasına karşın, 2019 rakamların­a göre yalnızca 15,2 milyon ürün satılmış.

Bu dramatik düşüşte elbette ki, akıllı telefon kameraları­nın önemli bir payı var. Biz Photoline olarak fotoğrafa gönül vermiş okurlarımı­za mutlaka bir dijital fotoğraf makinesi sahibi olmalarını tavsiye ediyoruz. Evet, telefonla da fotoğraf çekebilirs­iniz ama görsel kalite ve bir takım teknikler için telefonlar her zaman da yeterli olmuyor. Telefonunu­z da olsun, dijital bir kameranız da... Hatta, mümkünse bir da analog kameranız ki, nostaljiyi yaşamanın keyfini çıkartın.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye