BİR DİJİTAL FOTOĞRAFÇILIK DESTANI
Mart 2002’de ilk sayısı yayınlanan Digital Photoline 150. sayısı ile karşınızda
Günümüze kadar basılı hali gelmiş ve bilinen ilk fotoğraf 1826 ya da 1827 yılında emekli bir subay olan Joseph
Nicephore Niepce tarafından, Fransa’nın Burgundy bölgesinde Le Gras’ta bir yaz günü çekimişti. Niepce, evin çatı penceresinden görünen bir güvercin yuvasını ve arkasında uzanan kır manzarasını fotoğraflamış ve yaklaşık 8 saat süren pozlamayla ışığı kalay ve kurşun alaşımlı bir tabakaya hapsetmişti. Kullandığı kimyasallar arasında lavanta yağı bile bulunuyordu. O günlerde “heliografi” yani “güneşle çizim” dediği bu icat daha sonra “fotoğraf” olarak anılacak ve hayatımızı değiştirecekti. Kaba bir hesapla fotoğraf hayatımıza gireli daha iki asır bile olmadı. Ancak bu süreçte teknolojinin gelişmesiyle birçok evreden geçti. Önceleri devasa fotoğraf makineleri küçüldü, daha sonra kalay, kurşun plakaların yerini, cam malzemeler aldı. Filmli makineler üretildi, siyah beyaz filmleri, renkli negatifler ve dia-pozitif saydamlar izledi. En önemli değişiklik ise fotoğrafın da artık “1” ve “0”lardan oluştuğu dijital devrimler yaşandı.
Facebook, Twitter, Instagram olmadığı zamanlar
Bundan tam 18 yıl önce isminin başına “Digital” kelimesini cesurca ekleyen Photoline, bu dijital dalganın gelişini sezmiş ve Mart 2002’de ilk sayısıyla okurlarına merhaba demişti. O tarihte ortalarda ne
Facebook, ne Twitter, ne de Instagram vardı... Bugün Digital Photoline, 150 sayıdır okurlarıyla birlikte olmanın kıvancını paylaşıyor.
Mütevazı olmanın gereği yok. Değil Türkiye’de, dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde bile bir yayının 150 sayı ayakta kalabilmesi ve çizgisini bozmadan yayın hayatını sürdürebilmesi çok kolay değil. Elbette geçen bu 18 yıl ve 150 sayı boyunca birçok şey yaşandı. Acılar, sevinçler, hüzünler, mutlu anlar... Ama ben sizlere bu geçen süreçte dijital fotoğrafçılığın gelişimine bağlı olarak nerden nereye gelindiğini hatırlatmak istiyorum. Nereden bakarsanız bu bir dijital fotoğrafçılık destanı.
Tıpkı fotoğrafın icadında olduğu gibi dijital fotoğrafçılığın da, ilk dijital fotoğraf makinesinin de sahibi çok belli değil...
Ancak analog fotoğrafçılığın yavaş yavaş elektronik devrelerle tanıştığı ilk günlerden bile çok öncesinde firmaların Ar-Ge departmanlarında mühendisler harıl harıl dijital fotoğrafçılık üzerinde çalışmalar sürdürüyorlardı.
Bilinen ilk dijital kamera
Bilinen ve çalışan ilk dijital kamera o dönemde Eastman Kodak’da çalışan Steven Sasson tarafından 1975 yılında tasarlandı. Yaklaşık 3,6 kilogram olan kamera yalnızca 0,01 MP fotoğraf çekebiliyordu. Yani 1 MP’in yüzde biri çözünürlükte. Bu fotoğraflar, kameranın üzerine takılı olan bildiğimiz teyp kasedine kaydediliyor ve bir kaset yaklaşık 30 kadar fotoğrafı saklayabiliyordu. Sasson, bu icadı ile çalışmalar yaparken Aralık 1975’te çektiği ilk fotoğrafın o dönemde laboratuvarda çalışan Joy adlı bir teknisyenin fotoğrafı olduğunu söylüyor ama ne yazık ki, o fotoğrafı saklamayı akıl edememiş. Oysa Joy’un fotoğrafı belki de çekilen ilk dijital fotoğraf olarak tarihte yerini alacaktı.
O dönemde Steven’ın bu çalışması Kodak tarafından pek de ilgi görmemiş. Düşünün... Yıl 1975... Ortada cep telefonları, internet filan yok. TV’ler siyah beyaz yayın yapıyor ve bilgisayarlar neredeyse koca bir ev büyüklüğünde. Üstelik Kodak firması fotoğraf ve film endüstrisinde kullanılan analog film pazarının yüzde 90’ını elinde tutuyor. Neden dijital fotoğraf konusunda bir yatırım yaparak, bindiği dalı kessin ki?..
Steven’ın ürettiği bu ilk dijital kamera Kodak’ın Super 8 film kameralarında kullanılan bazı parçalar kullanılarak geliştiriliyor. Yaklaşık yarım düzine devre kartı ekleniyor ve bir CCD algılayıcı yardımıyla siyah beyaz fotoğraf çekilmesine imkan veriyor. Çekilen fotoğraflar 50 ms sürede kameranın hafızasına gidiyor ve kasede kaydedilmesi de yaklaşık 23 saniye kadar sürüyor.
Sonuç... Bugün Kodak pek de eski günlerinde olmayan bir şirket. Özellikle 2011-2012 yıllarında ciddi iflas tehditi altındaydı. Dijitale döndüler ama atı alanlar çoktan Üsküdar’ı geçmişti...
Fujifilm ve Nikon da oyuna girer
1980’li yılların ortalarına gelindiğinde analog kameraların birçoğu gelişen elektronik teknolojisinden nasibini almıştı. Her ne kadar hala film teknolojisi kullanılıyor olsa da, pozlama ve odaklama gibi birçok konuda elektronik devreler etkin olmaya başlamıştı. Özellikle Fujifilm ve Nikon dijital kamera konusunda çalışmalarını hızlandırmışlardı. Her yıl yapılan Photokina’da her iki firma da protototip ürünleriyle dikkatleri üzerlerinde topluyorlardı.
Ancak Fujifilm, 1988 yılında ürettiği FUJIX DS-1P modeliyle işin artık prototipte kalmadığını ve ticarileştiğini gösterdi. Bugün dünyanın ilk tam anlamıyla dijital kamera özelliğini taşıyan bir ürün olarak kabul edilen FUJIX DS-1P ve 1989’dan itibaren piyasada satılmaya başlanan FUJIX DS-X ürünleri yeni bir çağı başlattılar. O dönemlerde fotoğrafları yarı iletken bir hafıza kartına kaydetmenin düşük gürültü ve olağanüstü renk üretimi sunabildiği bilinmesine karşın bu hafızanın son derece yüksek maliyeti bir engeldi. Çünkü FUJIX DS-X 20,000 dolarlık bir fiyat etiketi taşıyordu. 0,40 MP çözünürlükte ve 2/3” CCD sensöre sahip olan bir kamera için pek de ucuz sayılmaz elbette... Yaklaşık 425 gr. ağırlıkta olan ve 140x102x32 mm ölçülerinde olan DS-X yerleşik 15 mm f/3,5 bir lense sahipti. Kamera, hafıza kartı, kart okuyucu ve DAT (Digital Audio Tape) kaydediciden oluşan bir sistem satın alıyordunuz. 120 dakikalık bir DAT kasede yaklaşık 1000 kadar fotoğraf kaydederek bir fotoğraf albümü oluşturabiliyordunuz.
Sony MAVICA sahnede
Aslında Sony de, Canon da Japonya’daki birçok elektronik üreticisi gibi harıl harıl dijital kameralar konusunda çalışıyordur. Bu çalışmalar 1980’li yılların başına kadar gider. Ancak birçok ürün prototipten öteye gidip seri üretime alınmamaktadır. Aslında 1981-1994 yılları arasında 50’den fazla kameranın duyurusu yapılır, patentleri alınır ama çoğu daha tüketicinin karşısına çıkmadan
araştırma laboratuvarlarında bir köşeye atılır. ESVC (Electronic Still Video Camera) olarak adlandırılan bu ürünler genellikle dijital kameralarla karıştırılırlar. Ama arada önemli bir fark vardır. ESVC cihazlarda bütünleşik bir analog/dijital dönüştürücüsü bulunmaz. Görseller analog olarak manyetik video disketlerde saklanır ve gerçek dijital görüntüler elde etmek için grafik kartlı bir bilgisayara ihtiyaç duyulur.
Yine de bugün dijital kamera dünyasında önemli bir oyuncu olan Sony’nin o dönemdeki çalışmalarına ve ürünlerine iki nedenle yer vermek istedim. Çünkü genel kanı Sony’nin fotoğraf konusundaki miladının 2006 yılında Konica Minolta olduğu yolunda. Elbette Alfa serisinin başlangıcında bu önemli satın almanın yeri yadsınamaz ama Sony, bundan çok önce de bu alanda çalışıyordu. Bunu hatırlatmakta yarar var. İkinci neden ise, dijital kameraların daha emeklediği dönemlerde içine 3,5” floppy disket takılan bir Sony MAVICA’yı benim de deneyimlemiş olmam. Bir de küçük bir bilgi notu... Çok kişi bilmez ama MAVICA kelimesi Magnetic Video Camera kelimelerinin ilk iki harfinin alınmasıyla oluşturulmuştur.
Casio mu? Hesap makinesi yapmıyor mu onlar?
Tadao Kashio tarafından Nisan 1946’da, hemen İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Casio, 1957 yılına kadar Kashio Seisakujo adını taşıyordu. Şirketin ilk büyük ürünü yüzük parmağına takılan bir sigara ağızlığıydı. ABD ordusuyla birlikte sigaranın Japonya’da yaygınlaşması bu ürünün çok başarılı olmasına neden oldu. 1949’da Ginza, Tokyo’da ilk elektrikli hesap makinesini gören Kashio ve kardeşleri, sigara ağızlığından elde ettikleri tüm karı hesap makinesi işine yatırmaya karar verdiler. 1954 yılında ilk elektro-mekanik masa boyu hesap makinesini ürettiler. 1957’de adını Casio olarak yeniledikleri şirket, dünyanın ilk elektrikli kompakt hesap makinesi olan Model 14-A’yı piyasaya çıkarttı. 1980’lerde herkesin sahip olabileceği elektronik klavyeleri ve hemen sonrasında da hem dijital, hem de analog olan saat işine girdiler. Türkiye’de ben de Casio’yu hesap makinesi ve saatleriyle tanıyordum. Ta ki, yıllar önce 90’larda bir bilgisayar fuarında dünyanın ilk kompakt dijital fotoğraf makinelerinden biri olan QV-10 ile tanışana kadar. Bu ilginç ürünün arkasında Casio saatler için LSI (Large-scale Integrated) devreleri tasarlayan Hiroyuki Suetaka ile Hitoshi Nakayama vardı. 1981’de Sony Mavica’yı gören Suetaka, elektronik kamera işini yakından takip ediyordu. 1985’te projesini üstlerine kabul ettirdi ve 8 mühendis arkadaşıyla çalışmalara başladı. Aralık 1986’da Hitachi MOS sensörlü 0,3 MP SVC kamerayı VS-101
adıyla duyurdular. 1987 yılında bu ürünün fiyatı 1000 doların altında idi. Ama buna rağmen en fazla 3-4 bin adet satabildiler. 1988 yılında bu proje rafa kalktı ve projede çalışan mühendisler dağıldı. 5 yıl sonra Suetaka ve ekipten kalan üç mühendis, o günlerde JPEG resim sıkıştırma protokolünün de oluşturulmasıyla birlikte çalışmalarını sürdürmeye devam ettiler ve 1990-91 yıllarında DC-90’ı ürettiler. Ama birkaç teknik sıkıntı vardı. Öncelikle işlem sırasında 90 dereceyi aşan bir sıcaklık oluşuyordu. DC-90 ayrıca 2,5 kiloluk ağır ve hantal bir üründü. Kameraya bir vizör takmaları gerekiyordu ama tasarım buna izin vermiyordu. Ancak Casio’nun ürettiği bir LCD TV’yi kameranın üzerine takarak vizör sorununu aştılar. Aslında bugün dijital kameralarda önemli bir unsur olan LCD ekranı bulmuşlardı. 1991’de gruba Hitoshi Nakayama da katıldı ve birçok prototip ve ara üründen sonra 1994’te Casio QV-10’in duyurusu yapıldı. 250-kilopiksel 1/5” CCD sensörlü ve 1,8” LCD ekrana sahip olan bu kamera o günlerde 833 dolar gibi bir fiyata satılıyordu. Üzerinde 2 megabaytlık bir flash RAM bulunuyor ve 96 fotoğraf saklayabiliyordu. Lens f/2 ve f/8 olmak üzere iki mekanik diyafram setine sahipti. 60 cm ve ötesi mesafede f/2, 28 cm ve altında f/8 ile odaklıyordunuz. Ayrıca 14 cm mesafedeki nesneler için bir de makro ayarı bulunuyordu.
Logitech... Fareden dijital kameraya...
Her ne kadar fotoğraf teknolojisi Avrupa kıtasından yayılmış olsa da, Japonya kısa sürede pazarı ele geçirmiş elektronik gelişmelerle birlikte farklı noktalara taşımıştır. Nitekim, Canon, Fujifilm, Konica, Minolta, Nikon, Olympus ve Sony gibi birçok Japon kökenli firma dijital fotoğraf makinelerinde kendi aralarında rekabet eder duruma gelmişlerdir.
Ancak 1981 yılında İsviçre’de kurulmuş olan bir teknoloji firması olan ve bugün özellikle fare, klavye vs. gibi bilgisayar bileşenleriyle ünlü olan Logitech, 1990’lı yıllarda King Jim Co. tarafından patenti alınmış olan Dycam Model 1 ürünüyle ilgilenmeye başlar. PC’ye de bağlanabilen bir dijital kamera Logitech için önemli bir üründür. Dycam, 1 milyon dolar gibi bir ücretle Logitech’e lisanslanır ve Logitech, 1991’de Fotoman adını verdiği dijital kamerayı piyasaya çıkartır. Fotoman’in üzerinde sabit odaklı 35 mm’e denk gelen 55 mm f/4,5 bir lens bulunmaktadır. 1/25 ile 1/1000 enstantanede perdeleyici hızı ve bütünleşik bir flaşı vardır. Görseller 8-bit (256-seviye) siyah beyaz ve 376x240 piksel düşük çözünürlüğe sahiptiler 1 MB RAM belleğe yalnızca 32 adet görsel sığıyordu.
Kodak DCS’le “Ben de varım” der
Dijital kamera serüveninde gerilerde kalan Kodak, akıllıca bir hamle yapar ve piyasadaki analog kameralara takılabilen “backpack”ler üretir. İlk ürünlerinden biri de 1991’de birçok profesyonel fotoğrafçının gözdelerinden biri olan Nikon’un F3 modelinde kullanılır. “Digital Camera System” kelimelerinin baş harfleri olan
DCS bu ürünün adı olmuştur. Daha önceki dijital kamera teknolojilerine pek de sıcak bakmayan profesyonel fotoğrafçı camiası DCS’e ilgiyle yaklaşır. Birçok ajans ve gazete için çalışan fotoğrafçılar makinelerinde film yerine DCS kullanmaya başlarlar. Kodak’ın 1,3 MP KAF-1300 sensörünün kullanıldığı bu sistemde önceleri omuza takılan bir işlemci ve depolama ünitesi de yer alır. Ancak daha sonraları 1992’de Kodak, DCS teknolojisini geliştirir ve Nikon’un F-801 fotoğraf makinesinde sistem kameranın altına takılır. Bu modülde yer alan 80 MB’lık sabit disk AA pillerle çalıştırılır. 1994 yılına gelindiğinde DCS 400 serisinde sabit diskin yerini PCMCIA kart yuvası almıştır. DCS 420’de 1,5 MP, ve piyasaya sunulduğunda 26 bin dolar etiket taşıyan DCS 460’da 6 MP çözünürlüğe ulaşılmıştır. Kodak DCS ürünlerini daha sonra Canon EOS-1N için de üretir ve geliştirir.
Apple “quick” girdi “quick” çıktı
Dijital kamera teknolojisinde bu gelişmeler yaşanırken, 1994’te Apple da bu akıma kayıtsız kalmadı ve biraz da Kodak’ın ittirmesiyle “QuickTake” adını verdiği ürünü piyasaya çıkarttı. Çoğu kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı QuickTake 100, Apple’ın hikayesinde bir başarısızlık abidesi haline geldi. Etiket fiyatı 750 dolar olan
Apple QuickTake, 0,3
MP sensörüyle 640x480 piksel ölçülerinde çekim yapıyor, 8 fotoğraf çektikten sonra bellek doluyordu. Tabii çözünürlüğü 320x240 piksele düşürerek fotoğraf sayısını 32’ye çıkartabiliyordunuz. Sonra kamerayı bilgisayara bağlayıp fotoğrafları aktarıyor ve belleği boşaltarak çekimlere devam ediyordunuz.
Apple QuickTake 100, 50 mm bir lense sahipti ve 1,2 m ile sonsuz arasında sabit odaklıydı. Makine enstantane (1/30 – 1/175) ve diyaframı (f/2,8 – f/16) değerler arasında otomatik olarak ayarlıyor, sabit olarak ISO 85’te çalışıyordu. Dijital kamerada bulunan yerleşik flaş 2,7 metre mesafesine kadar etkiliydi.
Daha sonra Apple bu ürünün yeni sürümü olan QuickTake 150’yi de piyasaya sürdü. QuickTake 100 ve QuickTake 150, Kodak’ın iş ortaklığıyla üretilmişti. Ancak 1996’da piyasaya çıkartılan QuickTake 200’de Fujifilm devreye girdi. Birçok açıdan daha gelişmiş olan QuickTake 200, özellikle çekilen fotoğrafları izleyebildiğiniz 1,8” LCD ekranıyla dikkat çekiyordu. Ancak, 1997 yılında Steve Jobs, şirkete döndükten sonra QuicTake’e “elveda” dendi.
Cep telefonuyla paylaşılan ilk fotoğraf
Yıl 1997... Aralarında Borland gibi ünlü teknoloji şirketlerini kuran ve bu şirketleri Verisign, Motorola, Google ve Micro Focus gibi global oyunculara satan Philippe Kahn, fotoğrafların çevrimiçi paylaşılabilmesi için web sunuculu bir altyapı için çalışmaktadır. Bu projenin adı “Picture Mail”dir. Tarihler 11 Haziran 1997’yi gösterir. Kahn’ın eşi hastanede doğuma girmiştir. Dışarıda doğumu bekleyen Kahn, kızı dünyaya geldikten hemen sonra cep telefonu ve dijital kamera arasında bir bağlantı yapar ve kızının fotoğrafını gerçek zamanlı olarak cep telefonu aracılığıyla dünya ile paylaşır. Bunu gören Nokia, Sharp ve Sony Ericsson, birbiri ardına kameralı cep telefonlarını piyasaya çıkartırlar. O gün dünyaya gelen Sophie, artık 22 yaşında bir genç kız ve cep telefonuyla fotoğraf paylaşmak bizim için artık çocuk oyuncağı...
Nikon D1’le atağa kalkar... Ya diğerleri?
O güne kadar dijital kamera teknolojisinin kenarında, köşesinde bir şekilde hep var olan dünyanın en önemli üreticilerinden biri olan Nikon, profesyonel seviyede, o dönemin şartlarında yüksek kaliteli görsel sunan devrimsel ürünü D1’i, Haziran 1999’da duyurur... 2,7 MP sensör, saniyede 4,5 kare hız ve satın
alınabilir bir fiyat etiketiyle (5000 dolar) piyasaya çıkan D1, gerçek anlamda oyunu değiştiren bir ürün olarak kendini gösterir. Özellikle birçok gazetede artık filmli fotoğraf makinelerinin yerini D1 almaktadır. 2001’de karşımıza D1H çıkar. Fiyat aynıdır, sensör aynıdır ama hız artmıştır (5 fps). 2002’de ise D100 açıklanır. 6 MP sensör ve 3 fps hızla, 1999 dolar etiket taşımaktadır. Nikon, DSLR konusunda havaya girmiştir.
Tabii belki de Nikon’un en büyük rakibi olan Canon’un da eli armut toplamıyordur. 1989 yılında kendilerini zirveye çıkartan EOS serisinde dijitale geçmek için fırsat kolluyorlardır. EOS, adını “Electro-Optical System”den almaktadır ama dijital kameralar konusunda Canon ağırlığını 1996’da piyasaya çıkarttığı PowerShot 600’le bu seriye ve daha kompakt diyebileceğimiz sistemlere verir. Özellikle 2000 yılında piyasaya çıkarttıkları IXY DIGITAL, dünyanın en küçük ve en hafif dijital kamerası olarak kendini gösterir. Aynı yıl 3,25 MP CMOS sensörlü EOS D30’u duyurur ve hemen arkasından 2001’de profesyonel fotoğrafçılar için ürettiği EOS-1D ve 2002’de EOS-1Ds’i piyasaya çıkartır. Artık DSLR devri resmen başlamıştır.
O sıralarda Fujifilm, 1998’de piyasaya sürdüğü serinin ilk ürünü FinePix MX700’le rekabette yerini almıştır. Aslında FUJIX DX ile dijital kamera tarihinin öncülerinden olan Fujifilm, 2000 yılında duyurusunu yaptığı Fujifilm FinePix S1 Pro ile DSLR kervanına katılır. Aslında bu gövde Nikon F60/N60 baz alınarak tasarlanmıştır ve Nikon mount lensler kullanılmaktadır. 3 MP CCD sensörüyle, 3000x2000 piksel fotoğraflar üretmektedir. Daha sonra bu seri, 2006 yılına kadar devam eder. Bu tarihte piyasaya çıkan FinePix S5 Pro, 12,3 MP Fuji Super CCD sensörüyle kaliteli görseller üretiyordu.
Elbette ki, fotoğraf dünyasının büyük üreticileri Olympus ve Pentax da DSLR konusunda önemli çalışmalar yapıyorlardı. Olympus, 1996’da CAMEDIA adını verdiği seriyle rekabete katıldı. Ancak bu seri daha ziyade kompakt diyebileceğimiz bir yapıdaydı. 2000’de piyasaya çıkan CAMEDIA E-10 daha profesyonel kullanıcılara hitap eden bir fotoğraf makinesiydi. Ancak 2003’te piyasaya çıkan E-1, Olympus’un bu konuda ne kadar ciddi olduğunu gösteren önemli bir seviyeydi.
Bir başka kadim üretici olan Pentax, DSLR konusunda çok aceleci davranmadı. Sony 6 MP CCD sensör kullandığı istD’yi 2003 yılında piyasaya çıkarttı. Aslında çok önemli bir özelliği vardı. Makinede yer alan pop-up flaşın P-TTL özelliği kablosuz olarak kontrol edilebiliyordu. Ayrıca birçok gelişmiş profesyonel uygulamaları içeren özellikleri vardı. Ayrıca fiyatı da 1000 dolar seviyesindeydi. Ancak ünlü K serisinin gelmesi 2006 yılında oldu.
Türkiye’nin ilk dijital fotoğraf dergisi piyasada
Daha DSLR’ların emekleme dönemi diyebileceğimiz bir tarihte, başta iPhone olmak üzere henüz ortada doğru dürüst fotoğraf çekebilen akıllı telefonlar, sosyal medya uygulamaları vs. yokken Mart 2002’de Türkiye’nin ilk dijital fotoğraf dergisi Photoline, Etna Medya çatısı altında piyasaya çıktı. Ne vizyon ama!
O gün çıkan ilk derginin sayfalarını karıştırdığımda kapakta “Dijital Kamera Satın Alma Önerileri” spotu dikkatimi çekiyor. Hemen altında ise “Fotoğrafın Klasikten Dijitale Geçiş Serüveni” başlıklı bir konu yer alıyor. Ürün incelemelerine baktığımda ise Nikon CoolPix 995 çıkıyor karşıma. 3,3 MP CCD sensörlü, ilginç tasarımlı bir dijital fotoğraf makinesiydi hatırladığım kadarıyla... Özellikle daha başlangıç seviyesinde olan fotoğrafçıların o dönemlerde kullandıkları, Adobe Photoshop LE (Limited Edition)’ın yerini alan Adobe Photoshop Elements’i görüyorum kapakta. Daha ortada bugünün en popüler uygulamalarından Lightroom bile yok bir düşünsenize.
Sayfaları çeviriyorum. Anılar, anılar... Bir köşede “Dijital Fotoğraf Şimdi Cepte” başlığıyla karşılaşıyorum. İnanılmaz... O dönemde henüz HP ile birleşmemiş olan Compaq’ın 3800 serisi PDA’i için hazırlanmış Pocket Pojo uygulaması anlatılıyor. Bu uygulama ile fotoğraflar
düzenleniyor ve eposta ile gönderilebiliyor.
Pentax’ın Optio 430 adlı kompakt dijital fotoğraf makinesi çıkıyor karşıma. Compact Flash bellek kartlı 4,3 MP çözünürlükte bir ürün... Ve sıkı durun!.. Optio 430, yaklaşık 30 saniye kadar video çekebilme özelliğine sahip. Hemen altında Minolta var. Başlık “Minolta da X Modasına Uydu” diyor. Ultra Kompakt Dimage X modeli, 2 MP CCD sensöre sahip. “Kamera dış görünümü itibariyle bir fotoğraf makinesinden çok bir MP3 çaları andırıyor.” yazmış editör. “MP3 çalar mı, o de ne?” diyebilir bu yazıyı okuyanlardan bazıları.
Bundan sonrası yokuş aşağı
Digital Photoline’ın piyasaya çıktığı tarih aslında bir anlamda önemli bir miladı da temsil ediyor. Çünkü bu tarihten itibaren dijital fotoğraf teknolojilerinde inanılmaz yeniliklere ve gelişmelere şahit oluyoruz. Kelimenin tam anlamıyla bundan sonrası yokuş aşağı...
2004 yılında popüler fotoğraf paylaşma platformu Flickr ve bugün aylık 2,5 milyar aktif kullanıcısı olan Facebook devreye giriyor. Birkaç yıl sonra 2007 yılında iPhone’un duyurusu yapılıyor. 2010 yılında Pinterest ve halihazırda ortalama günde 100 milyondan fazla fotoğrafın paylaşıldığı Instagram çıkıyor sahneye...
Sony, MAVICA ile başladığı, sensör tedarikçisi olarak devam ettiği yolculuğa 2005 yılında Konica Minolta’yı bünyesine katarak, “Alpha”yı yaratıyor. İlk ürünü 10,2 MP APS-C CCD sensöre sahip olan Alpha 100’ü piyasaya çıkartıyor ve 2006-2008 yılları arasında DSLR pazarında hızla büyüyerek yüzde 13 pazar payına sahip oluyor. 2010 yılına gelindiğinde Sony, ürünlerinde DSLR terminolojisine son vererek SLT (Single Lens Translucent) tanımını kullanmaya başlıyor. Zaten bu hamlesiyle “aynasız” teknolojisine ağırlık vereceğini de belli ediyor.
İlk aynasız fotoğraf makinesi: Epson R-D1
Bugün bile fotoğrafçılar arasında hala tartışılan bir konudur: “Aynalı mı, aynasız mı?” Her iki teknolojinin de birbirine göre avantajları ve dezavantajları var elbette. Her ne kadar bazı markalar bugün aynasız fotoğraf makinesi teknolojisinde önde gibi görünseler de, dengelerin çok çabuk değiştiğini görmek için geçmişe şöyle bir dönüp bakmak yeterli oluyor. Yalnızca 10 yıllık bir süreçte sıfırdan zirveye, ya da zirveden sıfıra birçok örnek mevcut. Aynasız teknolojisi 2010 yılından itibaren yükselişe geçmiş olsa da, konu “ilk aynasız” fotoğraf makinesi ise, aslında baskı teknolojileri ile ön planda olan Epson’ın 2004 yılında piyasaya çıkartmış olduğu R-D1’den söz etmemiz gerekiyor. 6 MP APS-C sensöre sahip olan rangefinder vizörlü R-D1’in gövdesi Voigtlander Bessa baz alınarak, Cosina ile birlikte üretilmişti ve Leica M-mount lensler kullanıyordu. Ancak bir adaptörle L-mount lensleri de kullanabilmek mümkündü. Yaklaşık 3000 dolara satılan R-D1, 235K piksel TFT renkli ekrana sahipti ve bu ekran 90 derece dönebiliyor ve 180 derece katlanabiliyordu.
Gerçekten zamanının çok ilerisinde bir tasarımdı. Bu seri R-D1s ve R-D1x ile devam etti. 2014 yılında Epson, R-D1x serisinin devam etmeyeceğini açıkladı. Fakat gerçek zamanlı ön gösterim yani “live preview” özelliği olmadığı için bu ürün otoriteler tarafından tan bir “aynasız” olarak kabul edilmiyor.
2008’de Panasonic Lumix DMC-G1 piyasaya çıktı. Aynı zamanda bugün Olympus’un da ürünlerinde kullanmış olduğu “Micro Four Thirds” sisteme sahip ilk dijital aynasız fotoğraf makinesi...
Hemen ardından 2009’da Olympus, cebe sığabilen küçük lensli PEN E-P1 modelini çıkarttı. Aynı yıl RICOH da çok farklı bir tasarımla GXR modelini duyurdu. Samsung da 2010’daki bu furyaya katılarak Samsung NX10’la sektöre merhaba dedi. Ama 2015’ten bu yana Samsung’un yeni bir ürün çıkartmadığını belirteyim. Tekrar oyuna döner mi, şüpheliyim...
Aynasızlar DSLR’ı bitirecek mi?
Samsung gibi Sony de “Micro Four Thirds” sisteme NEX-3 adını verdiği fotoğraf makinesiyle bir merhaba der. Ancak, Sony aynasız konusunda kendine özgü bir “mount” yaratmanın peşindedir. Yola “NEX” serisiyle devam eder. NEX-5, NEX6 ve NEX-7 ile 23,5x15,6 mm APS-C bu gün adına “crop”lu (kırpık) denen sensör teknolojisini yaygınlaştırır.
2013’te Sony’de aynasızlarda full frame (tam kare) devri başlar. Önce a7 ve a7R duyurulur. 2014’te de bu serinin video çekim özelliği ön plana çıkartılmış olan a7S piyasaya çıkar. Bu seri hızla güncellenir ve 2014-2015 yıllarında a7II, a7RII ve a7SII modelleri marketlerde yerini alır. Bugün itibariyle a7 serisinde, 3. nesil, a7R serisinde 4. nesil olmasına rağmen, henüz a7S serisinde yeni bir model çıkmamıştır.
Günümüzün popüler aynasız üreticilerinden biri olan Fujifilm, 2012’de X-Pro1’le X mount serisini başlatır. 2014’te X-T1, 2016’da X-Pro2 ve X-T2’yi duyurur. Ancak 2017 yılında neden full frame model üretmediği konusunda sorgulanan firma, GFX50S ile orta format aynasız kameralarda yepyeni bir kulvar açar.
DSLR dünyasının kralları Canon ve Nikon aynasız teknolojiye herkesin sandığı gibi çok da uzak değillerdir. Canon 2012’de bir anlamda Canon EOS650D’nin minyatürü diyebileceğimiz EOS M’i piyasaya çıkartır. “M” harfi taşınabilirlikten yola çıkarak “mobility”den gelmektedir. Ancak Canon, 2018’de EOS R full frame aynasızla bu teknolojiyi ciddiye aldığını gösterir.
Nikon da aynasız konusundan bihaber değildir elbette. 2011 yılında piyasaya çıkarttığı Nikon J1’le bu konuda çalışmalara başlamıştır. Ancak bu konudaki kararlılığını 2018 yılında piyasaya çıkarttığı Z6 ve Z7 full frame kameralarla gösterir. Geçtiğimiz günlerde bu serideki ilk DX, APS-C sensörlü ürünü Z50’yi de piyasaya çıkartmıştır.
Son söz
Hülasa dijital fotoğrafçılık konusundaki teknolojik gelişmeleri birkaç sayfada toparlayabilmek çok da kolay değil. Özellikle akıllı telefonların kameralarında artık 108 MP gibi çözünürlükler, yapay zeka desteği vs. konuşulurken. Rekabet artık her zamankinden çok daha çetin görünüyor.
Camera & Imaging Products Association (CIPA)’nın yayınladığı bir rapora göre 2010-2019 yılları arasında dijital kamera satışlarında yüzde 87’lik bir düşüş yaşanıyor. Toplam ürün satışı 2010 yılında 121,5 milyon adet olmasına karşın, 2019 rakamlarına göre yalnızca 15,2 milyon ürün satılmış.
Bu dramatik düşüşte elbette ki, akıllı telefon kameralarının önemli bir payı var. Biz Photoline olarak fotoğrafa gönül vermiş okurlarımıza mutlaka bir dijital fotoğraf makinesi sahibi olmalarını tavsiye ediyoruz. Evet, telefonla da fotoğraf çekebilirsiniz ama görsel kalite ve bir takım teknikler için telefonlar her zaman da yeterli olmuyor. Telefonunuz da olsun, dijital bir kameranız da... Hatta, mümkünse bir da analog kameranız ki, nostaljiyi yaşamanın keyfini çıkartın.