Müzikte Post-Pandemi
Müzik, eğlence ve sosyalleşme için sanırım bir süre daha beklemek zorunda kalacağız.
Bugün durum biraz daha farklı elbette. Kalabalık alanlarda bir araya gelmenin Covid-19’un yayılmasına uygun bir ortam sağlayacağını bilmeyenimiz kalmadı artık. Kapalı ve havalandırması bakımından sıkıntılı ortamlarda saatlerce bir arada olmak, birbirimize yakın olmak, temas kurmak bir süre daha yapılmaması gereken şeylerin başında geliyor. Hal böyle olunca eskisi gibi dolu dolu ve eğlenceli konserleri görmek için bir süre daha sabretmemiz gerekecek. Fakat müzik yaparak, organizasyonunda çalışarak geçinen ışık teknisyeninden ses mühendisine, fotoğrafçısından güvenliğine kadar yüzbinlerce insan artık işe başlamayı ve ekonomik anlamda rahatlamayı bekliyor. Bu yüzden mekân sahipleri ve organizatörlerin farklı yöntemler kullanarak sekteyi uğrayan eğlence sektörünü tekrar hayata geçirebilmenin yollarını aradıklarına eminim. Kabul etmek gerekiyor ki önümüzdeki dönemin her sektör için bazı dönüşümleri getireceği gibi eğlence sektörü ve konser organizasyonları için de bazı radikal değişiklikleri görmeye hazır olmak gerekir. Daha küçük sahnelerde, daha az müzisyenle sosyal mesafe kuralına uygun şekilde kurulacak sahneler benim görmeyi ilk beklediğim şeylerin başında geliyor. Önümüzdeki yaz mevsiminden de faydalanarak bir süre iç mekân konserlerinden daha çok açık hava konserlerini görmek de hiç şaşırtmayacaktır.
Daha az sayıda ve mesafe kuralına uyan seyirci fikri de öncelikli olarak kullanılacak yöntemlerden hiç kuşkusuz. Sanırım bir süre, özellikle de festival alanlarında insanların yanlarında yiyecek getirmesi fikrine de alışmak gerekecek. Hijyen konusu sebebiyle bir süre daha dışarıda yemek yemeye duyulacak çekimserlik konusunda insanlara hak vermek gerekir. Enstrümanını ağzındaki maskeyle çalmaya çalışan bir müzisyen veya maskesinin altından içeceğini yudumlamaya çalışan bir konser izleyicisi de sanırım görmeye alışacağımız görüntüler arasında yerini alacak. Tüm bunlara ek olarak, müzisyenlerin ve organizasyon ekibinin sık sık seyahat etmeye mecbur kalması gibi çekinmek zorunda olduğumuz diğer konuları da alt alta sıraladığınızda kabul etmemiz gerekir ki işin şekli biraz değişecek. Önümüzdeki dönemde daha yerel ve butik, iç mekanların karanlık ve havasız ortamlarından kurtulmuş, tuvalet ve yemek kuyruklarının olmadığı, daha sade ama seçilmiş müzisyenlerden oluşan sahnelerin kurulduğu müzik olayları göreceğimizi düşünüyorum. Online müzik platformları da bu süre zarfında müzisyenler tarafından daha sık kullanılacaktır. Bu yüzden konser fotoğrafı kısa vadede yerini albüm kapağı fotoğraflarına bırakabilir. Hazır online platformlar demişken, son günlerde İKSV’nin başlattığı, festival ruhunu sürdürmeyi amaçlayan biletli online film gösterimleri gibi biletli online müzik etkinlikleri de müzik camiasını destekleyebilen bir fikre dönüşebilir. Tabi fotoğrafçı olarak bu fikrin içinde nasıl yer alacağımızı dair yaratıcı yöntemler bulmak da yine biz fotoğrafçılara kalıyor. Dünya’nın en esnek ve çevresine en duyarlı iletişim aracı olan müzik, bence salgın sonrasında da kendine yeni bir dil oluşturmayı başaracaktır. Bu noktada sponsorlara her zamankinden daha fazla yük düşüyor elbette. Her şey bu kadar sadeleşirken bilet sayıları doğal olarak düşerken sponsorların yüksek beklentiler içinde olmadan insanların çok özlediği müziğe kavuşması için gereken desteği sağlamaları gerekiyor.
Pandemiden sonra hiçbirimiz hayatlarımızın eskiye dönmesini beklemediğimiz gibi müziğin de dönmesini beklememeliyiz. Son yıllarda İstanbul’da sıkça düzenlenen hafta sonu festivalleri veya Bozcaada Caz Festivali gibi daha seçkin organizasyonları her zamankinden daha fazla göreceğiz gibi geliyor. Dünya’da ve Türkiye’de ne gibi keşiflere çıkacağımızı bilmiyoruz fakat ben daha farklı, daha öznel ve daha mütevazi bir müzik hayatı için sabırsızlanıyorum gerçekten.
Evet biliyorum, yıllarca çeşitli bahanelerle ertelediğimiz o büyük projelere tam da başlamak üzereydik. İklim de bizden yanaydı; “ışığımız bol olacaktı”. Proje de şart değil. Sokak fotoğrafçılığı başlığı derya deniz. Siz bakmayın hep köprü üstü balıkçı, vapur, deniz kıyısında oturan insan veya pencereden dışarıya bakan, yansımada şehir gözüken teyze fotoğrafları çektiğimize... Bu sefer sokak fotoğrafçılığına yeni bir soluk getirecektik. Tam zamanıydı… Ama olmadı. Sesi uzaktan da hoş gelmeyen, Corona virüs, mart ayının ilk haftasından itibaren bizim de günlük hayatımıza karıştı. Ve bütün rutinlerimiz tepe taklak oldu. Umarım bu yazıyı okuyan herkesin ve sevdiklerinin sağlıklarında bir problem yoktur. Umarım evde kalabilme lüksüne sahip olabilen insanlardansınızdır. Yalnızca kendi sağlığımızdan da değil, tüm davranışlarımızın ve kararlarımızın da kamu sağlığını etkilediğini unutmayalım. Evet zaman zaman karar vericilerimiz bu gerçeği göz ardı etse de siz etmeyin.
Rutinlerimiz tepe taklak oldu
Evet tüm rutinlerimiz tepe taklak oldu. Fotoğrafçılığımızın da etkilenmemesine imkan yoktu. Etkilendi iyi de oldu. Belki de tersi düzünden daha iyidir, onu zaman gösterecek! İlk etkilenen fotoğrafçı rutinimiz, boynumuza makinemizi asıp köşe bucak gezmek oldu. Projelerimize, yaratıcılığımıza, tasarımlarımıza yola çıkmak yerine, daha çok avcılık seremonisine dönüşen, köprülerden ve deniz kenarlarından fazla da uzaklaşamayan, manasının değil de suretinin peşinde olan fotoğrafçılığa bir süre ara vermek zorundayız. İki nefeslenip bu rutinin yerine, “ne çekiyorum, nasıl çekiyorum, nasıl sergiliyorum, seçtiğim fotoğrafı neden seçiyorum, hangi fotoğrafçıları kendime yakın buluyorum, neden” gibi soruları kafamızda çevirmek gibi yeni bir alışkanlık edinebiliriz.
Karantina günlerin başladığın beri, yan yana geldiğimiz seminerler, atölyeler de yok oldu.
Yeni yeni çevrim içi olanlar başlasa bile biraz ara vermiş olduk. Güzel de oldu. Tam zamanı bu konu üzerine de beyin fırtınası yapmanın. “Hoca, Usta, Duayen vb” gibi sıfatlarla hayatımızda tuttuğumuz bu kadar erkeğin (daha çoğu erkek çünkü) biraz daha sesini az duymanız, farklı düşünmeniz için, hayal gücünüzü serbest bırakmanız için önemli bir fırsat olabilir. Ortaya çıkardığımız fotoğraf ürünlerini sınıflandırmak çok kolayken (sıradan, farklı, etkileyici, tekdüze, akılda kalan, sabun köpüğü vb) bu kadar çok ünvana ne gerek olduğunu da tartışırız belki eşimiz dostumuzla. Seminerler, atölyeler başkasının farkettiği, uyguladığı kısa yolların size iletilmesinden ibarettir çoğu zaman. Oysa bizim uğraşlarda “iki nokta arasında en kısa mesafeye” SIRADAN denir, unutma. Tabi ki seminerlere katıl, tecrübelerine dinle, ama filtreden geçir ve kendine has bir üretim nasıl yapabilirsin sorusuna cevap aramayı bir kenara atma. Öğrenmek, tecrübe dinlemek, fikir almak demişken, bence en önemli öğrenme kaynağımızdan
bahsedelim o zaman. Yok webden bahsetmiyorum. Onun altını üstüne çoktan getirdiğini biliyorum şampiyon. Google senden sorulur haberim var.
Bırak o makineyi kitap al
Benim bahsettiğim araç kitap. Hani yüz yıllardır hayatımızda olan, “e-book” da olsa özünde yan yana gelmiş kelimelerden oluşan, kitaplık denilen ev eşyasında sıralanan, içine dünyalar sığan nesne. Biliyorum fotoğrafa ilk başladığımız günden itibaren “hocalarımızın, ustalarımızın, duayenlerimizin” çok azı kitaplar önerdi sana. Bakmak, görmek kavramları kucağa çok hoş geldi de, beynin görmesi için nasıl eğitileceğine sıra bir türlü gelmedi. “Fotoğrafçı dediğin hayatın içinde, sokağın tam ortasında öğrenir” palavrasına çok kulak asmanı tavsiye ederim.
Fotoğraf kuramı, fotoğrafçılık teorisi üzerine okumanın tam zamanı olduğunu düşünüyorum. Hazır Netfilix’de de seyredecek bir şey kalmadığına göre... Evde fotoğraf çek çek nereye kadar. Bırak o makineyi yerine sakince ve kitaplıktan bir kitap al. Okudukça fotoğrafların değişecek inan bana. Kullandığın üretim aracının tarihi değişimini, ne zaman ne işe yaradığını, aslında ne olduğunu anlamadan farklı bir ürün ortaya çıkaramazsın. Tecrübeyle sabittir.
BugünlerinB öne çıkan ikiik davranış biçimi var, sen s de farketmişsindir: Birincisini B başlıkta da yazdım, y Türkiye’nin yüzde y ellisi diğer yüzde elliye canlı yayın yapıyor. İkincisi de herkes herkese bir şey öneriyor. O zaman tutmayın küçük enişteyi, benim neyim eksik!
Okuyalım da Ne Okuyalım?
Naçizane önerilerim şu şekilde: “Sadece fotoğraf değil de, bu kadar roman, tiyatro, şiir, film üretiliyor. Ne işe yarar, hangi derdimize dermandır” diye bir soru varsa kafanda, (yoksa da artık olsun) ilk önerim Berna Moran’ın Edebiyat Kuramları ve Eleştiri adlı kitabı. İlk bakışta fotoğrafla alakası yokmuş gibi gözüksede, “sanatta bir takım kurallar vardır” palavrasına verilen en güzel cevaptır. Kurallar değil seçimler vardır. En son baktığımda kitap 28. Baskısını yapmıştı.
Öğrencilik yıllarımda başucu kitabım olmuştu. Ara ara 15-20 sayfasını bir daha okurum. Nazif Topçuoğlu’nun “İyi
Fotoğraf Nasıl Oluyor Yani?” kitabı. Yeni baskısı yapılmıyor. Sahaflardan bulabilirsen,
kaçırma derim.
“Fotoğrafın Tüm Öyküsü adlı bir kitap var. Evet kalın biraz. Ama kimse bir oturuşta oku bitir demiyor ki. Kaynak kitap olarak dursun masanda. Fotoğrafın ne kadar kısa bir sürede ne kadar fazla kılığa girdiğine inanamayacaksın.
O Okudukça yeni b bir şeyler yapma is isteğin artacak. B Bu da tecrübeyle sa sabittir.
Fot Fotoğraf ve kitaptan k kon konuşurken, ESPAS yayı yayınlarından ve yayınevinin yayı her işini yapan sevgili Hüseyin Hüse Yılmaz’dan bahsetmeden bahs olmaz. olma Bahsetmek de yetmez, yet zaten zor alan ala yayıncılık alanında, alanın yıllardır hiç ara vermeden, okuyucu okuyuc az olan bir alanda fotoğraf üzerine kitaplar yayınlama mücadelesi veren Hüseyin Yılmaz ve arkadaşlarına teşekkür etmemiz lazım. ESPAS yayınlarından çok önemli kitaplar var. Beni de çok etkileyenlerini etk peş peşe sıralayalım sır isterseniz: “Fotoğrafı “Fo Düşünmek - Victor Vic Burgin”, “Fotoğraf Kuramı Ku – Kolektif bir çalışma”, ça “Fotoğraftan Sonra So - Fred Ritchin”, “Fotoğrafçının “F Eğitimi - -A Adam Beller”, “Acımasız “A Aydınlık - Susie Linfield”, “Çağımızın “Ç Tanıkları B Belgesel Fotoğrafçılar A Anlatıyor - Ken Light”.
K Kitaplar değil de, illa w webden okuyacam d diyorsan önerim:
w www.ifsakblog. o org’tur.
İFSAK’ın 60. Y Yıl etkinliği olarak planlanan ve yayına tüm hızıyla devam eden blog, etkili yazılarıyla kısa zamanda çok önemli bir kaynak oldu. Takip edin, tavsiye edin. Fotoğraf da çek tabi ki. Hobi olarak da değil, hayatının tam orta noktasına koy, fotoğraftan önce fotoğraftan sonra diye ayır hayatını. Benim önerilerim sadece, sana özel fotoğraflar üretmen, akılda kalacak işler yapman için bir arkadaş tavsiyesi. Çünkü zaman zaman diyaframı ne kadar açsan da, ışık ne kadar çok olsa da, sırf pratikle yola çıkanların aydınlatamadığı karartılar fotoğraflarımızı zayıflatıyor. Kal sağlıcakla!