Makro Fotoğraf Nedir?
Bu fotoğraf türü bizlere günlük hayatta rastladığımız ama çoğu zaman dikkatimizi bile çekmeyen detaylardan oluşan çok farklı bir dünyanın kapılarını açar.
Yaşadığımız habitatta bu dünyayı paylaştığımız pek çok hayvan, bitki ve mikro organizmalardan oluşan bir yaşam (microcosmos) daha vardır. Makro fotoğraflar bizlere günlük hayatta rastladığımız ama çoğu zaman dikkatimizi bile çekmeyen detaylardan oluşan çok farklı bir dünyanın kapısını açar. Makro fotoğraflar sayesinde etrafımızdaki tüm detayları bütün zenginlikleriyle, bütün renkleriyle ve sıra dışı halleriyle görebiliriz. Makro fotoğrafçılık, daha geniş anlamı ile “doğa fotoğrafçılığı”, günümüzde artık “belgesel fotoğrafçılık” kategorisi olarak da tanımlanmaktadır.
Doğal yaşam dediğimiz bu ortaklık içinde bütün canlılar arasında bir ilişki mevcuttur. Bu ilişki kesintisiz bir döngü içinde ekolojik bir dengeye sahiptir. Bu hayati denge pek çok etkenle, en önemlisi de bizlerin neden olduğu antropolojik yolla, zaman zaman kesintiye uğrar, bozulur. Biz insanoğlu bu yapının bizler için yaratıldığına, kendimizin bu ekolojik piramidin en tepesinde olduğumuza, tüm geri kalanların ise bizim altımızda, varlığımızın teminatı olarak bize ait olduğuna inanırız. Ne yazık ki bu denge, teknoloji ve kentleşmeyle paralel olarak, bizlerin eliyle hızla yok olmaktadır. Kendimize hızla yeni yerleşim alanı açarak, su kaynağını kurutarak, çöp döküp atık bırakarak, tarım ilaçları ile zehirleyerek, dünyayı ısıtıp, mevsimleri değiştirerek sonumuzu hazırlıyoruz.
Halbuki biz bu yaşamın milyonlarca yıllık kronolojik sıralamasının en son halkasıyız ve bu dengenin yalnızca son birkaç on bin yıllık dönemine dahiliz. Ve, bizimle bu tarihin başladığını sanıyoruz. İnsanlık tarihi bu inanışın aksini gösteren pek çok olaylarla doludur. Son günlerde yaşamakta olduğumuz Corona-19 virüsü pandemisi ve daha önce de benzerlerini yaşadığımız veba, İspanyol Gribi gibi olaylar, bu piramidin hiç de tepesinde olmadığımızı; bu doğal dengedeki rolümüzün de bizlere inandırıldığı kadar etkili olmadığını acı sonuçları ile göstermiştir.
Bu açıdan bakıldığında bir gün makro veya doğa fotoğrafı olarak çektiğimiz o canlının fotoğrafı büyük bir olasılıkla artık bir belgeseldir: Tıpkı semerci, süpürgeci fotoğrafı gibi. Çektiğimiz o fotoğraf belki onun bu habitattaki son fotoğrafıdır ve artık o bir belgedir. Yarın belki çekilecek o canlı artık yoktur. Gelecekte torunlarımıza onların kurutulmuş cansız modellerini veya fotoğraflarını ancak doğal tarih müzelerinde göstermek zorunda kalacağız.
Makro fotoğraflar özellikle fotoğraf çekmeye yeni başlayanları en çok heyecanlandıran ve çekmek istediği türde fotoğraflardır. Pek çoğumuz fotoğraf serüvenimizin bir döneminde bu tür fotoğrafları çekmeye heveslenmiş, hatta bazılarımız gerekli ekipmanları bile almışızdır. Ancak yine pek çoğumuzun farklı nedenlerle bu heyecanları kaybolmuş ve hevesleri kısa sürede geçmiştir. Kimimiz doğal ortamın onlara göre olmadığını ve bu fotoğrafların artık yeterince heyecanlandırmadığını, bazılarımız ise bunun bir teknik fotoğraf türü olduğunu düşünüp makro ve doğa fotoğrafçılığından vazgeçmişlerdir. Hatta bazılarımız bu tür fotoğrafların toplum gerçeklerinin yansıtmayan, içinde insan unsuru olmadığı için toplumsal mesaj içermeyen yüzeysel ve ucuzcu bir gerekçeyle bir tür “çerez” mahiyetinde olduğunu düşünüp ciddiye bile almamışlardır. Herkesin kendince haklı payı ve gerekçesi olabilir. Ama ortak kanı makro fotoğraf çekmenin ciddi bir teknik altyapı gerektirdiğidir. Çünkü makro fotoğraf çekeceklerin diğer tüm fotoğraf türleri gibi öncelikle iyi bir temel fotoğraf bilgisine ve ekipmanına sahip olması gerekir.
İçinde insan unsuru olan pek çok fotoğrafta konu o kadar güçlü, mesajı o kadar yerindedir ki diğer pek çok fotoğrafik hatalar önemsenmeyebilir. İyi bir konusu, zamanlaması ve mesajı olan fotoğraf karesinde sol üstte patlayan gökyüzü o denli göze batmayabilir.
Ancak makro fotoğrafta işler biraz daha zordur. Çoğu zaman modelin bir insan gibi mimiği yoktur. Size ve anlatımınıza yardımcı olamaz, izleyenle kolaylıkla iletişim kuramaz. Çoğu zaman anlatacak bir hikayesi yok, aktaracak mesajı zayıftır. İlgiyi yakalama ve izlenme süresi kısadır. Çok çabuk tüketilir ve genellikle hafızada uzun süre kalamaz. Çekiminde yapılacak en küçük teknik veya kompozisyon hatası diğer alanlardaki fotoğraflardan çok daha fazla göze batar. Zaten zor tutunabilen bir makro fotoğrafı küçük bir teknik hata ile kolayca çöp oluverir. Sahip olduğu tek gücü doğanın güzelliği ve izleyende bıraktığı anlık hoş ve naif duygudur. Bu nedenle makro fotoğraf çekecek arkadaşların temel teknik ve optik bilgilere (diyafram, enstantane, ISO, net alan derinliği, ışık ölçümü ve pozlama gibi) ve kompozisyon kurallarına (ilgi merkezi, altın oran, estetik, renk, detay, doku ve grafik konuları gibi) çok daha vakıf olması gerekir. Doğaya sevdalı, içinde araştırma tutkusu barındırmalı, az biraz da ekoloji (yeni ama daha az yaygın adıyla çevrebilim), zooloji ve botanik bilgisine sahip almalıdır.
Makro fotoğraf “malûmun ilânı” olduğu için bir kompozisyon oluşturmak, bir konu belirleyip, hikaye eklemek o makro fotoğrafı daha başarılı, daha izlenesi kılar. İlgiyi kolayca üzerine çeker, hafızada daha uzun süre kalabilir kılar. Makro fotoğrafta kompozisyon ve konu kısıtlaması yoktur, yelpaze oldukça geniştir. Tek yapılması gereken içindeki muzip çocuk ruhu canlandırıp olayı olağan görünümden çıkaracak, konuyu dillendirecek bir kompozisyon kurmaya çalışmaktır.
Bazen kompozisyon iki modelin diyalogu ve aksiyonu olabilir. Fotoğrafa bir hikaye ekler. Modeller dile getirilir. Tıpkı La Fontaine’nin fablları gibi. Pek çoğumuz karganın ağzındaki peynire niyetlenen ve onu hileyle düşürüp yiyen kurnaz tilkiyi unutmadık. Bu basit ve naif hikayelerden hayatımızda bizi övüp ve kandırmaya çalışan dalkavukları öğrendik, onlardan korunmaya çalıştık.
Soldaki örnek makro fotoğrafta da karga ile tilkinin yerini kurbağayı susturmaya çalışan bukalemun almıştır. Fotoğrafta artık bir konu ve mesaj vardır. İzleyen zihinde pek çok hikaye dolanır. İzlemesi uzun, hazmı artık daha zordur. Ben bu fotoğrafıma “Shut up - kapa çeneni” derim; kimi toplumsal sansür olarak algılar, kimisi de “dedikodu yapma” der.
Ya da iki inatçı keçi yerini aynı dalda yürüyen bir tırtıl ve bir uğur böceğine bırakmıştır. Sanki biri diğerine “Oğlum bak git!” diyor.