Fotoğrafta Üç Boyutluluk (Hacimselleştirme)
Perspektif dışında cisimlerdeki 3-boyutlu algıyı güçlendiren birkaç önemli ipucu daha vardır.
Fotoğrafta üç boyutluluk (hacimselleştirme), gördüğümüz bir nesneye hacim kazandırmak, zihnimizde üç boyutlu algılamak anlamına gelir. Gerçekte iki boyutlu olan bir tuvale çizilmiş bir resmi veya bir fotoğraf kartında ya da bir LCD ekranda gördüğümüz bir görüntüyü zihnimiz nasıl üç boyutlu algılar?
Zihnimiz bunu öncelikle nesnelerin pozisyonlarını yakından uzağa doğru orantılı olarak küçülen boyutlarından, yani perspektif ya da derinlik algısı içinde çözer. Üç boyutlu cisimlerin birbirleri ile olan büyüklük, pozisyon ve şekil ilişkisinin iki boyutlu düzlemde gösterilmesi perspektif olarak tanımlanır.
Bir başka deyişle, görüntülenen nesnelerin birbirleriyle olan ilişkilerini yani konum, pozisyon ve büyüklüklerinin algılanmasıdır. Bunu cisimlerin görece büyüklüklerine göre ya da renk perspektifi de denen, atmosfer katmanlarının renkler ve tonlar üzerinde oluşturduğu yoğunluk etkisi nedeni ile uzakların daha silik, yakınların ise daha net görünmesi şeklinde algılarız.
Perspektif dışında cisimlerdeki 3-boyutlu algıyı güçlendiren birkaç önemli ipucu daha vardır. Bu yazıda bu ipuçlarından bahsedilecektir. Fotoğraf, farklı bir tanımla, cisimleri iki boyutlu düzlem üzerinde üç boyutlu gösterme sanatıdır. Biz bunu genellikle ışığın özelliklerini kullanarak yaparız. O nedenle yaptığımız işi, yani ürettiğimiz görüntüyü “foto-graf” (ışıkla çizme) olarak adlandırıyoruz.
Işığın ulaştığı yüzeyleri aydınlık, az ya da hiç ulaşamadığı yüzeyleri de gölge ya da karanlık olarak tanımlarız. Bunun nedeni ışığın ulaştığı yüzeyleri aynı oranda aydınlatamamasındandır. Bu, ışık kaynağının şiddetine, yüzeyin kaynağa olan uzaklığına ve ışığın geliş açısına bağlıdır. Işık, ilerleme doğrultusuna göre dik açıda olan yakın yüzeyleri diğer yüzeylere göre daha fazla aydınlatır. Açı azaldıkça bu uzaklık artar, aydınlanma azalır. Tıpkı tam olmasa da küreye benzer
geoit geometrili Dünyanın Güneş tarafından aydınlatılması gibi. Eğer ışık kaynağı ile yüzey arasında ışığın geçemeyeceği opak bir engel varsa, ışığın ulaşamayacağı yüzeyler aydınlanamaz. Tıpkı Dünyamızdaki gece gibi. Biz, bu dereceli aydınlanmadan, bir objenin nasıl bir şekle ve forma sahip olduğunu yani kısaca 3-boyutlu hacimsel geometrisini algılarız. Işık kaynağına olan konumuna ve açısına göre dereceli aydınlanmadan dolayı yüzeylerde oluşan aydınlık-gölge arasındaki ton geçişleri “valör geçiş” olarak adlandırılır. Işığın yönü ve şiddeti kontrol edilebilir düzeydeyse bu geçişler o denli yumuşak olur ve ardışıklık (devamlılık) gösterir. Bu farklı tonlama, o cismin şekli, formu, geometrisi, yeri, konumu ve bize uzaklığı hakkında zihnimizde bir algı oluşturur. Bu derecelenme siyah-beyaz fotoğraflarda beyazdan siyaha doğru geçerken; renkli fotoğraflarda ise belli bir rengin açık ve koyu tonlarının renk valörü şeklinde olur. Biz buna “ton çubuğu” da deriz. Kitaplarda “valör geçiş” konusunu aradığımızda ya da internette şu her şeyi bilen sayın Google'a başvurduğumuzda, pek çok dereceli olarak aydınlatılmış bilardo topu gibi küresel fotoğraflar veya çizimlerle karşılaşırız. Küre gibi düzenli geometrilerde üçüncü boyutu algılamak ve çektiğimiz fotoğrafta ya da çizdiğimiz resimde izleyen zihinde bu algıyı yaratmak görece kolaydır. Çünkü kürenin 3-boyutlu geometrisi her eksene göre mükemmel simetriye sahip olduğundan, ışık hangi yönden gelirse gelsin yüzeylerde benzer valör geçiş oluşturur. Zihnimiz bu benzerlikten bu cismin küresel bir şekle sahip olduğunu kolaylıkla anlar.
Ancak doğada tüm cisim veya yüzeyler küre gibi mükemmel simetriye sahip değildir. Tek boyutlu (çubuk, ip, direk gibi); iki boyutlu (kağıt, tahta kapı, levha gibi) ve üç boyutlu (her türlü geometrik veya amorf şekilli) cisimlerin çok azı küre gibi güçlü bir simetriye sahiptir. İşte bu tür simetri dışı cisimlerde 3-boyutlu algıyı (yani üçüncü boyutu ve derinliği) cismin farklı yöndeki yüzeylerine gelen ve yansıyan ışığın açısı belirler.
Akademik yaşamımım ilk yıllarında mesleğimin gereği mineralojiyle uğraştım. Çalışmalarımda polarize ışık (farklı düzlem ve açılarda filtrelenmiş ışık) altında çalışan mikroskoplarda mineralleri tanımlamaya çalışırdım. Bunu farklı maden ve kayaçların kristallerindeki simetrinin varlığı (izotropi) ve derecesini belirleyerek yapardım. Bazı kayaçların kristal yapıları kuvvetli izotropiye, yani farklı boyut eksenlerinde güçlü simetriye; bazıları da belirli eksenlerde simetriye ve belirli eksenlerde ise asimetriye sahiptir. Bu tür yapılarda güçlü asimetri, kristalografi terminolojisinde anizotropi, görülür. Polarize ışığın yönünü değiştirdikçe kristal yüzeylerinde gözlemlenen olası asimetriden kaynaklı ton değişikliği incelenen maden veya kayaçların tanımlamasında önemli ipuçları oluştururdu. Şimdi bu sıkıcı bilgilerin konumuzla ve fotoğrafla ilgisi ne? diye sorabilirsiniz. Evet, belki sıkıcı ama inanın konumuzla çok ilgili.
Doğadaki geometrik formlardaki cisimler de tıpkı bu kristaller gibidir. Güçlü izortopiye sahip cisimler mükemmel simetriye sahiptir. Tıpkı küresel şekilli bir bilardo topu gibi. Işık, bu küreye hangi açıdan gelirse gelsin oluşan valör geçişler benzerdir. Ancak doğadaki pek çok cisim farklı geometrik formdadır ve kristallerdeki gibi belirli oranda asimetriye sahiptir. Bu türdeki cisimler ışığın farklı geliş açılarında farklı valör geçişler gösterirler. İşte iki boyutlu fotoğraf kâğıdında gördüğümüz cisimleri 3-boyutlu algılayabilmemiz için doğru açıdan gelen bu türde bir ışığa ihtiyacımız vardır. Tıpkı mikroskopta kullandığımız polarize ışık gibi. Bir cismin geometrik formunu tanımlayan unsur cismin farklı yüzeylerinde oluşan farklı valör geçişlerdir. Bunu bize sağlayacak olan da dik açılı ışık yerine ancak doğru açıdan gelen yanal ışık olabilir. Tıpkı “altın saatler” olarak tanımlanan sabah ve akşam vakitlerinin yanal açılı güneş ışınları gibi…
Çünkü ışık kaynağının şiddeti ve yönü aydınlattığı objeyi 3-boyutlu algılamamızı sağlayacak en güçlü araçtır. Zira ışığın şiddeti, yüzeylerde oluşacak valör ton geçişlerinin yumuşaklığını ve devamlılığını sağlarken; yönü ise cismin geometrisi hakkında zihnimize ipuçları verir. O nedenledir ki fotoğraf eğitimlerinde hocalarımızın ısrarla üzerinde durduğu en önemli unsurdur ışık. Ve, hocalarımız bir de hep fotoğraf çekimi için “altın saatler” den bahseder ve önerirler. Gözümüz ile cisim arasındaki yüzeysel mesafe farkını en güçlü şekilde algılamamızı sağlayan sabah ve akşamın açılı yanal güneş ışığından… O nedenle sabah ve akşam saatlerinde uzaklara baktığımızda mesafe tayinini daha kolay ve daha doğru keskinlikle tahmin ederiz. Çünkü baktığımız yerde mihenk taşı olarak alacağımız objelerin o saatte yatay ışık şartlarında oluşmuş ve bize yardımcı olacak güçlü gölgeleri vardır.