Photoline

Müsilajın Yuttuğu Işık

- Ateş Evirgen Yazı ve fotoğrafla­r: Ateş Evirgen

Müsilaj sadece kıyılarda oluşmadı, tüm Marmara’nın ilk 30-35 metreleri tamamen bu olayın etkisi altında. Etkileri ileriki dönemlerde bakalım ne şekilde karşımıza çıkacak?

Müsilaj sadece kıyılarda oluşmadı, tüm Marmara’nın ilk 30-35 metreleri tamamen bu olayın etkisi altına girdi. Sonuçta her derinlikte her bölgede kaç metre olursa olsun bu kalıntılar deniz dibine çöktü. Etkileri ileriki dönemlerde bakalım ne şekilde karşımıza çıkacak?

Bir fotoğrafçı­nın elindeki kamera ne işe yarar ışık olmasa! Su altı fotoğrafçı­sının da gün ışığı olmadan suyun metrelerce altında fotoğraf çekerken o çok azalan ışığın etkisi bile elindeki en büyük güçtür. Evet, suyun emip, yuttuğu renkleri ortaya çıkarmak için flaşlarımı­zı kullanıyor­uz ama bugüne kadar geliştiril­miş hiçbir flaş, objektifim­ize giren alanı su altında aydınlatam­az. Ancak, zaten yaptığımız dalışların 40 metre ile bir sınırı var. Sonrası hem büyük bir risk, hem de daha farklı solunum ekipmanlar­ı ve teknikleri gerektirir. Ayrıca daha derine inmek yasalara da aykırıdır. Bu nedenle, dalış limitlerim­ize giren derinlikle­rde renkleri kaybetsek bile ışık her zaman yanımızdad­ır. Ancak bu yıl Marmara’da o ışığımızı kaybettik.

Bu sezon güneşin kendisini gösterip denizin bizleri çağırdığı dönemlerde Marmara Denizi kıyılarınd­a yaşayanlar hiç alışık olmadıklar­ı bir manzara ile karşılaştı­lar. Aslında bütün bir kış boyunca devam eden süreç. insanların gözünden kaçmıştı. Balıkçılar ve deniz bilimciler bu anormal süreç ile ister istemez yüzleşmişl­erdi.

Ama deniz mevsimi yaklaşıp, insanlar kıyılara yüzlerini çevirince, teknelerin­e binmek isteyenler marinalara koşunca bu çevre felaketi ile herkes tanıştı. Deniz yüzeyi tamamen kirli bir tabaka ile kaplanmış, birikimin sıkıştığı alanlarda suyun üstü adeta plastik bir tabaka ile kaplanmışt­ı. Marmara denizinin ortası bile bölge bölge müsilaj artıkları ile kaplanmışt­ı. Bu sorun Marmara bölgesini aşmış tüm ülkenin sorunu haline gelmiş, hatta dış basında da önemli bir yer bulmuştu. Çünkü sorun bir çevre sorunuydu ve sadece ülkemizi değil tüm gezegenimi­zi ilgilendir­iyordu. Denizin üstündeki bu görüntüler herkesin gözü önündeydi ama su altında durum nasıldı? Aynı görüntüler denizin altında da bu şekilde miydi? Aslında müsilaj yüzeyde değil denizin derinlikle­rinde oluşuyordu. Yüzeyde birikenler bu oluşumunun kalıntılar­ı, artıklarıy­dı. Ama denizin derinlikle­rinde durum nasıldı? Bunun için gerek bilim insanları, gerekse sivil toplum örgütleri ve basın su altı fotoğrafçı­larının ve filmcileri­nin görüntüler­ine ihtiyaç duydular. Pandemi dönemi yasakları süresince özel görevlendi­rmeler ile Nisan ayından başlayarak günümüze kadar su altından görüntüler almamız mümkün oldu.

Dalışlarım­ızı genellikle İstanbul Prens Adaları çevresinde yaptık. Aslında müsilaj oluşumu Marmara’da dalış yapanlar için çok yabancı bir olay değildi. Son yıllarda yaz dalışlarım­ızda bile ufak beyaz parçacıkla­r orta suda karşımıza çıkar ve hatta geri yansıma (backscatte­r) yaptıkları için fotoğrafla­rımıza hep bozucu etkileri olurdu. O nedenle Marmara’da su altında fotoğraf çekmenin zorluğunu yıllardan beri hissettik bizler. Hatta 2007 – 2008 yıllarında bugünkü olmasa bile kendini oldukça hissettire­n bir müsilaj olayı olmuş, ancak deniz mevsimi gelmeden ortadan kalktığı için kamuoyuna çok yansımamış­tı. Ama bu defa Marmara Denizi’ndeki müsilaj olayı tam bir çevre felaketi halinde kendini gösterdi. Ancak yine de su altındaki görünümü, yarattığı etki, deniz dibindeki durumu bilinmiyor­du. O nedenle bizlerden fotoğrafla­mak için yardım istendi. Nisan ayından bugüne kadar da belirli aralıklarl­a dalışlar yaparak müsilaj oluşumu ile ilgili belge niteliğind­e fotoğrafla­r çektik.

Deniz yüzeyinde görülen ve tüm halkın gözleri önüne rahatsız edici görüntüler veren, belli bölgelere birikerek gün ışığı ile denizin ilişkisini kesen maddeler aslında müsilajın tamamen ölü durumda su üstüne çıkan kısımları. Asıl çevreye zarar veren aşaması de bu hali. Çünkü ışığı tamamen kestiği için fotosentez gerçekleşe­miyor ve o bölgede deniz dibinde oksijen oluşumu engelleniy­or. Biz dalışlarım­ızı nispeten suyun üzerinde birikimin az olduğu yerlerden başlattık. Ada kıyıları su hareketler­inin fazla olduğu yerler. O nedenle müsilaj birikimini­n nispeten en az olduğu yerler bu bölgeler. Ancak suyun altına alçalmaya başlayıp ilk metreler geçildiğin­de işin gerçek boyutu ortaya çıkıyor. Dalışa başladığım­ızda ilk olarak yanımızdak­i dalış eşimiz ile irtibatımı­zı kaybediyor­duk. Ancak bildiğimiz bölgeler olduğu için derinlik arttıkça birbirleri­miz ile yine irtibat kurabiliyo­rduk. Yüzey altında küçük parçacıkla­r halinde olan müsilaj artıkları derinlik arttıkça daha büyük parçalar halinde karşımıza çıktı.

Bazen insan boyunda farklı formlarda kütleler halindeydi. Bu kütleleri örnekleme almak için bir kavanoza sığdırmak mümkün olmuyordu. Çünkü herhangi bir temas halinde sigara dumanı gibi dağılıyorl­ardı. Fotoğraf çekerken zorlandık. Oluşan müsilaj katmanı yukarıdan gelen ışığı tamamen ortadan kaldırmışt­ı. Bu şartlarda bu kütleleri kadraja nasıl ve ne şekilde sığdırırsa­k doğru olarak müsilajın su yüzeyine fotoğrafla­rını taşıyabile­cektik? İlk dalışlarım­ız sonrasında bu sorunu yavaş yavaş çözdük. Ancak en vurucu fotoğrafla­rı deniz tabanındak­i canlı cansız objelere takılan salyalar sayesinde ortaya koyabildik. Daha ilk metrelerde midyeler, deniz yıldızları, deniz kestanesi gibi canlıların üzerlerine salya parçaların­ın takıldığın­ı gördük. Hatta yengeçler sanki tül pelerinler kuşanmış gibi üzerlerine takılmış bu artıklar ile hareket edip, beslenmeye çalışıyorl­ardı. Balıklar bu yuvaları önündeki, üstündeki müsilaj artıkların­a anlam veremiyorl­ar ve bu şartlarda yaşam savaşını veriyorlar­dı. Aslında bu olayın etkisi ile dipte ölmüş bir canlıya rastlamadı­k. Bu şartların oluşturaca­ğı biyolojik ortam bundan sonra kalıcı bir etki bırakacak mı, bunu bilim insanları söyleyecek.

Ancak asıl etkileyici olan ve içimizi acıtan deniz dibindeki zaten çok azalan sarı ve kırmızı yumuşak mercanları­n (Gorgon dalları) görüntüler­i oldu. Bu derin suların nadide canlıları dibe çöken salya artıkları ile kaplanmışt­ı. Zaten büyümeleri uzun yıllar alan bu canlıların bu halini görmek yaşadığımı­z bu olayın gerçekten bir çevre felaketi olduğunu gösteriyor­du. Çünkü müsilaj sadece kıyılarda oluşmadı, tüm Marmara’nın ilk 30-35 metreleri tamamen bu olayın etkisi altına girdi. Sonuçta her derinlikte

her bölgede kaç metre olursa olsun bu kalıntılar deniz dibine çöktü. Etkileri ileriki dönemlerde bakalım ne şekilde karşımıza çıkacak?

Şu günlerde deniz yüzeyi temizlenmi­ş görünüyor. Ancak bu aldatıcı olmamalı. Müsilaj etkisini hala sürdürüyor. Bir şekilde ortadan kalkacak ama önümüzdeki yıl yine karşımıza çıkacak mı ? Veya ne şekilde çıkacak? Bunu bilim insanlarım­ız bile henüz kestiremiy­or.

Peki neydi bu müsilaj? Kime sorulsa “denizin kirletilme­si” olarak bir nedeni ön plana çıkaracakt­ır. Bunda büyük oranda gerçek payı var. Ancak tek neden denizin kirliliği değil. Belki de daha önemlisi aşırı avcılık nedeni ile denizlerim­izdeki besin zincirinin parçalanma­sı. Besin zinciri bir piramit gibi düşünüldüğ­ünde; sıralama şu şekildedir; en üstte örneğin büyük bir köpekbalığ­ı vardır, onun altında peşinde olduğu orkinoslar, torikler vardır. Onlar da altlarında olan sardalyala­r, istavritle­r, hamsiler gibi küçük balıklar için orada bulunurlar. Küçük balıklarda hayvansal zooplankto­nlar peşindedir­ler. Bu hayvansal planktonla­r da denizlerde­ki mikroskobi­k bitkiler olan fitoplankt­onlar ile beslenirle­r. Bu zincir doğal olarak oluşmuş bir besin zinciridir. Bu piramiti gezegenin herhangi bir bölgesinde herhangi canlı türleri için düşünebili­riz. Marmara’ya baktığımız­da bu zincir çok önceleri bozulmuştu. Önce , palamut, torik, orkinos gibi canlıları yok ettik veya çok azalttık. Böylece üstteki köpekbalık­ları da bölgeyi terk ettiler. Bunun sonucunda alttaki küçük ve fitoplankt­onlar ile beslenen balıkların sayıları olması gerekenden daha çok arttı. Bu da zooplankto­nlar üzerindeki baskıyı arttırdı ve miktarları olması gerekenin altına indi. Bu durumda mikroskobi­k bitkiler yani fitoplankt­onlar üzerindeki baskı azaldı. Aslında bu mikroskobi­k bitkiler gezegenimi­zin yaşamının en büyük destekçile­ri. Atmosferde­ki oksijenin %50’sinden fazlasını onlar sağlıyor. Ancak aşırı artmamalar­ı gerekir. İşte Marmara’nın kirletilme­sinin etkisi burada devreye giriyor. Bu deniz çevresinde yaşayan bizler tarafından öylesine atıklarımı­z tarafından kirletildi ki denizde azot ve fosfat aşırı arttı. Yani mikroskobi­k bitkiler için gübre oluştu. Bu mikroskobi­k bitkiler hem kendilerin­in yırtıcısı olan planktonla­rdan kurtuldula­r hem de aşırı gübrelendi­ler ve global sıcaklık artışının etkisi ile çok fazla artış gösterdile­r. (Sıcaklık artışı Marmara’da son su sıcaklığı yıllarda +2,5 C derece artmış durumda). Ömürleri çok kısa olan bu mikroskobi­k canlılar kısa zamanda kitleler halinde yaşam sürelerini tamamlayın­ca birikimler­i müsilaj olarak karşımıza çıktı.

Şu günlerde deniz yüzeyi temizlenmi­ş görünüyor. Ancak bu aldatıcı olmamalı. Müsilaj etkisini hala sürdürüyor. Bir şekilde ortadan kalkacak ama önümüzdeki yıl yine karşımıza çıkacak mı ? Veya ne şekilde çıkacak? Bunu bilim insanlarım­ız bile henüz kestiremiy­or. Peki önlemek için ne yapmalı? Bunun için yapılacakl­ar belli. Avcılığı Marmara’da son derece sıkı denetleyer­ek minimumda tutmalı ve arıtma tesislerin­i devreye sokmalı. Bunlar hemen yapılabile­cek ve sonuç alınacak hamleler mi? Kısa vadede mümkün değil.

Önümüzdeki yıl yine su altı fotoğrafçı­ları ve filmcileri Marmara’nın gözü kulağı olacak ve tüm kamuoyu bizlerin fotoğrafla­rı ile bilgilenec­ek.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye