SEZGİLERİNİZİ DİNLERKEN TUZAĞA DÜŞMEYİN
Bir tür öngörü veya kanıt hissi birdenbire belirir, kendini dayatır, rehberlik eder veya bizi yanıltır. Etrafı hâlâ gizemle çevrili olsa da, güncel araştırmalar sezgilerin sanıldığından daha rasyonel olduğunu gösteriyor.
Sezgi kelimesinin kökeni Latincede “vizyon, görüş” anlamına gelen “intuitia”ya dayanır. Bir aydınlanma anı gibi ortaya çıkar. Albert Einstein “Benim Gözümden Dünya” adlı kitabında bu hissi, “Bilinçte bir sıçrama oluşur, bir çözüm birden belirir ve nasıl olmuştur bilmezsiniz” diyerek açıklar. Sezgi kendini içses, aniden gelen olumlu ya da olumsuz bir duygu veyahut da kendini dayatan fiziksel bir his olarak gösterebilir. 57 yaşındaki Nevin, hastanede genç bir psikiyatr olarak çalıştığı dönemi, “Psikotik bozukluğu olan bir danışan karşısında olduğumu midemdeki spazmdan anlardım. Rahatsız edici bir deneyimdi ama ne tür bir tedavi seçilmesi gerektiği konusunda yardımcı olurdu” diye anlatıyor. Ancak doğru sezgi ve tesadüfü birbirinden ayırt etmek her zaman kolay olmayabilir. Endişeli ve kötümser kişiler çoğu zaman sınavlarında, duygusal ilişkilerinde veya işlerinde bir şeylerin yanlış gideceği hissini taşır. Tabii bazen de tesadüfen haklı çıkarlar. Herkes az ya da çok sezgi yetisine sahiptir. Ancak görünen o ki, bazı kişiler olaylar hakkında daha fazla farkındalığa sahip oluyor, diğer insanları daha iyi anlıyor ve bir problemin farklı yönleri arasında spontane bağlantılar kurabiliyor. Bu farklılık neden kaynaklanıyor olabilir? Güçlü sezgilere sahip kişiler genellikle duygusal olarak dengesiz bir ortamda, şefkatli anlardan bağırışlara geçebilen değişken ruh hallerine sahip ebeveynler arasında büyümüşlerdir. Erken yaşlarda, kendilerini korumak için anne ve babalarının hangi ruh haliyle karşılaşacaklarını tahmin etmeye çalışmak zorunda kalırlar. Öte yandan, tam aksine, yaratıcılığa ve spontaneliğe önem vererek çocuğun duygularını dinlemesini ve onlara güvenmesini sağlamış açık bir aile ortamında büyüme imkânına sahip olmuş kişiler de güçlü sezgilere sahip olabiliyor. Güçlü sezgilere sahip bu kişilere sıklıkla “içgüdüleri kuvvetli” denir.
BAŞLI BAŞINA BİR BİLGİ TÜRÜ
İçgüdü gibi sezgi de hızlı tepki vermeyi gerektiren durumlarda çok önemlidir. Ancak daha karmaşıktır, çünkü bilişsel işlevleri, yani öğrenme becerilerini ve zekâyı da harekete geçirir. Problemleri çözmeyi, ev satın alırken emlakçının pazarlama tuzaklarından kaçmayı, finansal yatırım yapmayı, futbol maçını kazanmayı sağlayabilir. Filozoflar ve psikologlar sezgiyi başlı başına bir bilgi türü olarak görürler.
Matematikçi ve düşünür Pascal, zamanın akışını fark etmeyi sağlayan şeyin sezgi yetisi olduğunu düşünürdü. Günümüzde ise bilgi yönetimi üzerine çalışan araştırmacılar özellikle sezgilerle ilgileniyor ve yaratıcılığı artırıp karar alma kapasitesini geliştirdiğine inanıyorlar. Einstein bilimde en önemli şeylerden birinin uzun saatler çalışmak değil, iyi sezgilere sahip olmak olduğunu savunurdu. Günümüzde de birçok kişisel gelişim kitabının inovasyonun düşmanı olarak görülen mantık yerine sezgileri öne çıkarması şaşırtıcı değil. Tabii, birçok araştırmacının belirttiği üzere, ne birini ne de diğerini göz ardı etmemek önemli. Çoğu kişi her alanda başarılı olabilmek için sezgilerin güçlendirilmesi gerektiği konusuna kuşkulu yaklaşır. Sezgileri çok güçlü olan bir matematikçinin kendi alanındaki ustalığı sanatsal yaratım söz konusu olduğunda hiçbir işe yaramayabilir. Yine sezgileri güçlü bir yazarın kendini ekonomi alanında eğitmediği sürece borsada asla başarılı olamayacağı gibi. Kaldı ki Einstein da fizik eğitimi almadan görelilik
teorisini bulabilir miydi? Birçok temel keşif mutlu tesadüflerle (şans) filizlenir; bunlardan biri de penisilinin keşfidir. İngiliz araştırmacı Alexander Fleming kafasının oldukça dağınık olduğu bir günde kültür kutularını laboratuvarında unutur. Tatilden geri döndüğünde, oluşan küfün bakterilerin büyümesini engellemiş olduğunu fark eder. İşte günümüzün en yaygın kullanıma sahip antibiyotiği bu sayede keşfedilmiştir. Ama bu aynı zamanda Fleming’in kendi alanına dair sahip olduğu sağlam bilgi birikimi sayesindedir, yoksa bu küfün çöp kutusundan başka bir kaderi hak ettiğini fark etmesi mümkün olur muydu?
BİLİNÇDIŞI BİR HESABIN SONUCU
2002 Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanan psikolog ve iktisatçı Daniel Kahneman sezginin kaynağını açıklamaya çalışır. Kahneman’a göre sezgi, yaşam deneyiminin sağladığı veya meslekte edinilen bilgileri içeren aşırı hızlı bir hesaplamanın sonucudur. Örneğin doktorların iyi klinik sezgileri buradan kaynaklanır; zihinleri sahip oldukları bilgileri anında harekete geçirir ve fotoğraf çekermişçesine doğru tanıyı koyar. Bir insanın güvenilir olup olmadığını sezmek mümkündür, çünkü farkında olmaksızın doğumdan bu yana karşılaşılmış tüm insanlara dair bilgiler birleştirilir ve sentezlenir. Bu kişinin bilgisi ne kadar fazlaysa sezgilerinin de o kadar kuvvetli olduğu anlamına gelir. Kahneman’a göre insan beyninin sezgi üretme kapasitesi, “Sistem 1” adını verdiği, hız ve duygusal ton ile karakterize düşünce biçiminden kaynaklanır. Bu sistem düşünme ve mantık yürütme tarafından yönetilen “Sistem 2”nin aksine otomatik ve istemsiz olarak çalışır.
FREUD’A GÖRE YERSİZ BİR KEHANET BİÇİMİ
Sistem 1’in bir Ferrari kadar hızlı düşünmesi, örneğin bir asker ya da itfaiyecinin hayat kurtarırken karşılaştığı acil durumlarda çok etkili olsa da, harekete geçmeden önce durup düşünmenin daha iyi olacağı durumlarda verimli sonuç vermez. Öncelikli olarak rehberlik ediyor olmaları gerekse de, sezgiler bazen de kolayca yanlış yola sapmaya neden olabilirler. Beraberinde getirdikleri netlik veya kanıt hissi doğruluklarının garantisi değildir. Rasyonel Freud, sezgilere yaşamda ve psikoterapide yer verilmesi gerektiğini savunan Jung’un aksine, sezgilere hiç güvenmemiştir. Freud öğrencilerini hastalarının rüyalarını kendi zihinsel imgelerine dayanarak yorumlama eğilimine karşı uyarırdı. Ona göre bu tür bir yorum, çocuklara veya ilkel toplumlara bırakılması gereken ve de yersiz bir tür kehanet biçimiydi. Peki Freud biraz nankör mü davranmıştı? Başlangıçta Freud kendi rüyalarını, fantezilerini ve önemli sayıda kişisel sezgisini bilimsel olmayan bir şekilde incelemeseydi, muhtemelen psikanalizi icat edemezdi.