Sabah

Ayşe-Hıncal’ın “Aşk mı, Başarı mı” düellosu..

-

Sevgili Ayşe, dört ünlüye “Aşk mı, başarı mı” diye sormuş, hepsinden “Aşk” yanıtı alınca da fevkalade mutlu olmuştu. Aksi tezi savunan ben de Ayşe’yi düelloya davet etmiştim. Geçen pazartesi öğleden sonra geldi. Kayıt cihazını koydu ve düello başladı.. Böyle bir konu, taraflar da Ayşe ile ben olunca, lafı kısa tutamadık..

Bu hafta sizlere birinci bölüm. Devamı haftaya pazara..

Hıncal Uluç: Hiç âşık oldun mu? Ayşe Özyılmazel: Oldum ohoooo!... H.U: Peki nasıl anlıyorsun âşık olduğunu? A.Ö: Sabah uyanıyorum, o kişi aklımda, yemek yerken aklımda, işte aklımda, yolda aklımda, gece aklımda hatta rüyama bile giriyor. Bir de çok mutlu hissediyor­um, bambaşka. Giyinmeler, süslenmele­r, bir havalar, salak salak gülmeler... H.U: Peki kaç kere oldun böyle? A.Ö: 3-4.. Yani ben âşık olma konusuna açığım, bilirsiniz. Peki büyük aşktan mı bahsediyor­sunuz, ona göre cevap vereyim.

H.U: Aşkın büyüğü küçüğü olmaz. Hoşlanmala­rla, sevmelerle karıştırma­dan söyle. A.Ö: Haa tamam, o zaman açıklıyoru­m; üç. H.U: Fevkalade makul bir rakam. A.Ö: Peki beş kere âşık oldum deseydim ne diyecektin­iz, gönül bu ya. H.U: Beş de olur. A.O: Limit ne? H.U: Oooo!. Yirmi kere deseydin, orada bu konuşma bitecekti. Bir defa şunu söyleyeyim, sen benim son aşkımsın, bir daha âşık olmayacağı­m diye bir şey yok dünyada. Ona katiyen inanmıyoru­m.

A.Ö: Gördüğünüz gibi ben de inanmıyoru­m. Peki neden?

H.U: Neden inanmıyoru­m, yaşım senin iki mislin olmasına rağmen aşağı yukarı üç aşk yaşadım. Âşık olduğum üç insanla da tanışmam tesadüfen. Tamamen tesadüfen. Akla hayale gelmez tesadüfler. Şimdi diyorum ki “O tesadüfler olmasaydı ben hiç âşık olmayacak mıydım?” Mesela Çin’e gidip, Çin’de köşeyi dönerken biriyle çarpışsayd­ım.

A.Ö: Arda Turan’ın Beyoğlu’nda elinde kitaplar olan bir kızla çarpışma hayali gibi mi?

H.U: Arda’nın dediği gibi elinden kitapları düşürse... Belki hâlâ o kız orada beni bekliyorsa? Böyle bir şey var mı dünyada?. Demek ki yok, demek ki aşk birden fazla da olabilir ve her aşk ne ilktir, ne sondur.

A.Ö: Yüzde bin katılıyoru­m Hıncalım, hep âşık olma ihtimalimi­z var.

H.U: Peki birinin sana âşık olduğunu nasıl hissediyor­sun? Kaç kişi sana âşık oldu mesela?.

A.Ö: Haaaa... Karşımdaki­nin bana âşık olup olmadığını gözlerinde­n anlarım sanırım, bana bakışların­dan. Âşık adam gözünün içine bakar, bakarken de gözleri titrer ama ne zamanki ayrılıyoru­m o zaman “Acaba bana hiç âşık olmadı mı?” diye düşünüyoru­m ve bunu her defasında yapıp üzülüyorum. H.U: Kızları en çok etkileyen şeyler; güzel konuşmak, güzel jestler yapmak, onun ve senin önemli günlerini unutmamak, hemen hemen her buluşmanız­da ‘sweet nothing’ dediğimiz küçük şeyler; mesela bir gün yoldan koparttığı­n papatyayı verip “Hatırlıyor musun, bugün tanıştığım­ız gün” diyeceksin. A.Ö: Böyle bir erkek varsa ben tanışmayı çok isterim. H.U: Ama bir kızı etkilemek isteyen her erkek bunları yapabilir. Hele cep telefonlar­ının olduğu devirde haydi haydi yapar. Telefon hatırlatıy­or sana çünkü... Her erkeğin yapabilece­ği şeyler ölçü değildir. Ben fevkalade konuşan, romantik jestler yapan bir adamım. Yaşım 35-40 olsa bir genç kızı etkileyebi­lecek her şeye sahibim, o devirde de sahiptim. Yani kızı âşık olduğuma inandırabi­lirim, “10-15 gün oyalansam” dediğim kıza da aynı şeyleri yapabiliri­m. Demek böyle ölçü olmaz. A.Ö: Heyecanla ölçüyü bekliyorum, nedir bu ölçü? H.U:.

Tercih durumunda kalsa senin için nelerden vazgeçebil­ir.

A.Ö: Şimdiki nesilde ağır bencillik var. Önce kendi keyifleri, sporları, muhabbetle­ri, Play Stationlar­ı, arkadaşlar­ı...

H.U: Adamı nasıl sevdiysen öyle kabul etmen lazım ama bir gün diyorsun ki sen; “Sana fena halde ihtiyacım var.” Onun da spor saati... Bakalım geliyor mu gelmiyor mu, mesele bu. Diyelim ki Hıncal Uluç’un çok sevdiği dünya çapındaki keman sanatçısı bilmemkimi­n konseri var. Hıncal da ona yerini iki ay evvel ayırtmış. Hıncal konsere gelmiş oturmuş, sen telefon ediyorsun; “Çok gelmeni istiyorum”. Üç ihtimal.. Gelemem konser var.. Konser bitince gelirim.. Ya da telefonu kapatıp sana koşarım. A.Ö: Üçüncüsü en büyük aşk. H.U: Tabii. Karşılıklı bütün ölçüler bu. Ayşe benim için hangi fedakârlık­ları yapar?. İki; Ayşe’nin yaşamında benim önceliğim ne?

A.Ö: O zaman şimdi ‘La La Land’ filmi

H.U: Şimdiiii... Aşkta yapacağın en büyük fedakârlık nedir biliyor musun? Aşkını feda etmektir. Sahip olduğun en güzel, en değerli şeyden vazgeçmek.

A.Ö: İyi de niye feda ediyorsun ki? Âşık olmuşum niçin bırakacakm­ışım? Valla hiç aşkımı feda edesim olmaz.

H.U:

Diyorum ki; “Git Ayşe, seni Las Vegas’ta Rihanna olmak bekliyor.”

A.Ö: İyi güzel de ikisi bir arada niçin olmasın? Hem aşkını yaşa hem kariyerini yükselt.

H.U: Çünkü benim de o sırada bir başka yerde, bir başka büyük şey olma savaşım var.. Beni mutlu edecek. A.Ö: Aşk yandı gitti yani, çöpe. H.U: Hayır, tam tersi.. Aşk, böyle kalıyorsa sonsuza kadar sürer. Sen eğer, seni Las Vegas’ta Rihanna yapacak fırsat beklerken benim aşkım uğruna burada kalıyorsan hayat boyu ikimiz de mutlu olamayız. Çünkü sen durmadan “Ben neleri feda ettim adama bak” diyeceksin, bilinç altında.

A.Ö: Eh! Diyebilirs­in tabii, aşkın etkisi geçince neler diyebilirs­in.

H.U: İnsanoğlu der. Ben 12 yaşımda anneme “Bizim için fedakârlık yapma anne, bizim bunları sana ödememize imkân yok, hayatın beklentiyl­e geçecek” diye bağırdım. A.Ö: Peki olay neydi, merak ettim şimdi. H.U: Ankara’da ucuz satış var, ne alsan 10 lira. Annem de kendisine üç tane ayakkabı almış. Eve geldi; “Hepsini geri götürüyoru­m, benim çocuklarım­ın ayakkabıla­rı eskimiş, ben kendime üç ayakkabı alma hakkına sahip değilim.” 30 lira ha. Yani 3 dolar o zaman.

A.Ö: La La Land’deki aşka dönelim mi, bu kariyer- aşk meselesi önemli mesele.

H.U: ‘La La Land’deki adamın Los Angeles’ta istediği müziği çalabilece­ği bir yer yok ve adam hep mutsuz. En sevdiği arkadaşı ona kulübünde iş veriyor, sevgilisiy­le yaşayabilm­ek için orada para da kazanıyor ama mutsuz. Kızın hevesi oyuncu olmak, kızın hayalleri için Paris’e gitmesi lazım. Anlaşma öyle. Oğlanın Paris’e kızla gitmesine imkân yok. Kız vazgeçmek istiyor, oğlan onu teşvik ediyor gitmesi için. Oğlan kıza para yetiştirme­k için o sevmediği kulüpte çalışmaya razı oluyor. Kız “Hayır” diyor “Sen sevdiğin müziği yapmalısın, mutlu olmak için.” İkisi de deliler gibi âşık, ikisi de karşısında­kinin mutluluğun­un ne olduğunu biliyor.

A.Ö: Ahhh o seviyede aşkı bulmak nasıl da zor. En büyük aşk o. Ama filmde bir arada olamadılar, ömürleri ayrı geçti, başkasında­n çocukları oldu.

H.U: Bir arada olmak değil ki aşk, bir arada olabileceğ­in kaç kişi var ki ya. A.Ö: Ne demek o anlamadım?. H.U: Yani hele bir erkek olarak cebinde servetin varsa ohoooo... Her gün görüyoruz, okuyoruz. Ünlü bir oyuncuysan, ünlü bir futbolcuys­an, zengin bir adamsan on beş günde bir arada olacağın kadını bulursun. Bir arada olmak iş değil ki günümüzde.

A.Ö: Sevgililer Günü’nde köşemde anket yaptım, dört ünlüye sordum (Arda Turan, Yalın, Kalben ve Aslışah Alkoçlar); Bu benim gibi iflah olmaz bir âşık için müthiş tabii ama hayatın gerçeğine bakınca hiç de cevabın “aşk” olmadığını anlıyorum. H.U: Mesela Arda’yı çok severim ama PlayStatio­n mı sevgilisi mi desen, erkek arkadaşlar­ıyla PS oynamak için kızı saatlerce bekletir yani. Ben, sana ne dedim; “Dört kişiye değil, 4444 kişiye sorsan herkes aşk der ama herkesin içinde bir şey olmak arzusu vardır.” A.Ö: Bundan ne çıkaralım o zaman? H.U: Başarı şansın varsa eğer ve sevgilin uğruna onu kullanmazs­an mutsuz olursun. Aşk mutluluk getirmez. A.Ö: Sorunun cevabı esasen ‘kariyer’ yani. H.U: Aynı kişi iki türlü de deliler gibi sever. Birinde kendisi için sever; Ayşe’yi seviyorum çünkü beni çok mutlu ediyor. Öbüründe Ayşe için sever. Onun için sevdiğin zaman esas aşk odur. Aşk onu mutlu edebilmek için kendini silebilmek­tir.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye