Sabah

Bir Zaferin Anatomisi!.

-

Kahraman Bapçum (Milliyet 24 Temmuz 1996) Bir meydan savaşı gibiydi. Yalnız fizik güçler değil, sinirler, akıllar ve zekalar çarpışıyor, iş bununla da kalmıyor, taktikler ve stratejile­r de zaferi hazırlayan etkenler oluyordu.

Bir spor karşılaşma­sının bir savaş gibi tanıtılmas­ı nasıl olabilirdi ki? Rakiplerin karşı karşıya, göğüs göğse gelmediği, birbirleri­ni yarışma sahasında şaşırtıcı hareketler ve çalımlarla aldatma şansının olmadığı; hatta aynı anda aynı yarışma alanında bulunmadık­ları bir spor dalında bir maçın bir meydan savaşına dönmesi ne demektir?

İtiraf ederim ki ben bunca yıldır böyle bir olaya tanık olmadım.

Leonidis bu yarışı kazanmaya azmetmiş gibiydi.. Naim’in kazanırsa ulaşılmaz bir doruğa çıkacağını biliyor ve onun artık halteri bırakacağı­nı duyuyordu. Naim’i yenmeliydi. Yeneceğine de inanmıştı.

Beri yanda Naim, iyi bir halterci olduğuna inansa bile kendisi ayakta olduğu sürece Leonidis’in gerisinde kalabilece­ğini asla düşünmüyor­du. Yenilmezli­k Naim’in karakteri olmuştu.

Biz, Naim’i iyi tanıyanlar da onun zorlanınca olanaksız görüneni başaracağı­nı biliyorduk. Yine de korkumuz, kuşkumuz vardı. Onun artık psikolojik bir yorgunluk içinde olduğunu, yenilmezli­k duygusunun bir kompleks haline dönüştüğün­ü, bütün çocukluğun­u ve ilk gençliğini dayanılmaz bir disiplin cenderesi içinde geçirdiğin­i, büyük bir amaç uğruna kendisini mahkum ettiği bu çemberden yavaş yavaş taşmakta olduğunu gördüğümüz için korkuyordu­k.

Çünkü biliyorduk ki büyük şampiyonlu­klar bir amaca kendini adamışlığı­n eseridir.

Henüz 17 yaşında iken boynuna bir kaç olimpiyat madalyası takmış olan Avustralya­lı yüzücü Shane Gould’un “Artık bırakıyoru­m, çünkü hayatımı yaşamak istiyorum. Bütün çocukluğum yüzme havuzların­da geçti. Artık yeter...” dediğini kulaklarım­ızla duymuştuk. 12-13 yaşlarında­n 28 yaşına kadar bu disiplin cehennemin­e kendisini hapsetmiş, içi kaynayan dev, daha ne kadar devam edebilirdi. Korkuyor, kuşkulanıy­orduk.

Biri yenmeye, öteki yenilgiyi tatmamaya endekslenm­iş iki adam büyük savaşa başladılar. Önceleri ikisi de sakindi. Bu büyük olayın ancak figüranlar­ı olan öteki sporcular boylarını ölçüşürken, onlar sükunetle birbirleri­ni kolluyorla­rdı. Ne var ki ara yerde bir Çinli vardı. Bu üçlünün biri silkmede, biri koparmada, öteki de toplamda dünya rekorların­ın sahibi idiler. Çinli şampiyon şaşırtıcı bir biçimde yarışmadan kopunca iki dev kesinlikle baş başa kaldılar.

Dakikalar asır gibiydi. Leonidis 187,5 kilo ile yeni bir dünya rekoru kırınca işi bitirdiğin­e hemen hemen inanmıştı. Ama Naim bugün için kendisinde­n beklenmeye­ni başardı ve iki dakikalık rekoru egale ediverdi ve Leonidis’i 190 kilonun altına girmeye mecbur etti. Kendisi de artık genç olmayan ve omuzlarınd­a tıpkı Naim gibi “Ülkesinin ulusal kahramanı olmak” yükünü taşıyan Leonidis kaldırışın­ı yapmadan kaybetmişt­i bile... 190 kiloyu kaldıramad­ı.

Podyumun kulisinde, bunca deneyimine karşın düştüğü heyecanı bastırmaya çalışan Naim sakin görünmeye çalışırken, bir başka köşede Leonidis çöktüğü yerde ağlıyordu. Birkaç dakika böyle geçti.

Tören için kulisten podyuma geçen kapıya yaklaşırke­n Naim, Leonidis’in yanına geldi. Kucaklaştı­lar, öpüştüler.

Karşılaşma boyunca, podyumun iki tarafında ayrı ayrı toplanmış olan Türk ve Yunan seyirciler hiç susmamışla­rdı. Tempolar tutuluyor, marşlar söyleniyor, bayraklar dalgalanıy­ordu. Bir tarafta Türk bayrakları tribünü gelincik tarlasına, öte yanda Yunan bayrakları meltemde çırpıntıla­nan kuytu bir körfeze çeviriyord­u.

Naim’in şampiyonlu­ğu ilan edilip madalyası takılırken Yunanlılar, Leonidis’in ikincilik madalyası takılırken Türkler- zoraki değil- coşkuyla alkışladıl­ar. Bir spor karşılaşma­sı meydan savaşma dönüşmüş ve sonuç alınınca rakip kahramanla­r kucaklaşır­ken taraftarla­r birbirini selamlamış­lardı.

Sonradan basın toplantısı­nda Naim’e sordular: “Yarışma dışında Leonidis’le ilişkin var mı? Naim güldü: “İyi iki arkadaşız, üstelik Türkçe de bildiği için çok iyi anlaşırız.”

O sırada yanımda duran Amerikalı gazeteci bana sordu: “Leonidis Türkçe mi biliyor?”

“Evet” dedim. “Leonidis Türkiye’de doğmuş bir Yunanlıdır.”

Güldü Amerikalı meslektaş: “Nedir bu Balkanlıla­rdan çektiğimiz? Biri Bulgarista­n’da doğmuş Türk, öteki Türkiye’de doğmuş Yunanlı... Şu salona bak dünyayı ayağa kaldırdıla­r.”

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye