Sabah

Türkiye’de Gazeteci Olmak!.

-

Tufan Türenç Babıali’nin Öteki Yüzü kitabına “Türkiye’de gazeteci olmak” diye başlıyor.. Kendisinin gaze teci olma öyküsü bu.. Ama onu anlatırken, o zaman gazeteci olma nın, nasıl özel, nasıl güzel, ama nasıl zor olduğunu anlatıyor.. O zamanın “Gazetesi”ni anlatıyor.. Onu okur ken bir de bugüne bakıyorsun­uz.. Farkı görüyorsun­uz.. Acıklı farkı.. Kitabı anlatamadı­ğıma karar verince, onun içinden bu yazıyı seçtim ki, niçin anla tamadığıma daha kolay karar veresiniz..

★★★

“Siz pazartesi günü gelin ve başlayın. Ama şunu söyleyeyim; hiçbir taahhütte bulunmuyo rum. Sizi denerim. Beğenirsem kalır, çalışırsın­ız.” Teşekkür edip ayrıldım. Pazartesi günü gelip işe başladım. Faruk Demirtaş beni şef yardımcı sı Cahit Üzen’e teslim etti. Biraz sonra da birlikte çıktık ve Tarabya Oteli’ne giderek oradaki beledi ye başkanları toplantısı­nı izledik.

Cahit ağabey ipek gibi bir adamdı iyi gazete ciydi. O toplantıda bana ne görev verdiyse harfi yen yerine getirdim. Gazeteye döndük ikimizin tuttuğu notlara dayanarak Cahit ağabey habe ri yazdı ve Faruk ağabeye verdi. Odada bir şey ler konuştular. Bu konuşmanın benim hakkım da olduğunu hemen anladım.

Cahit ağabey odadan çıkıp bana geldi ve “Aferin çok güzel notlar tut muşsun. Bunları Faruk Demirtaş’a da söyledim” dedi. Böylece tam elli yıl sürecek gazetecili­k maceram da başlamış oldu. Stajyer Gazetecili­k...

Yıl 1970... Türkiye’nin cen net yılları... Toplumda bir takım huzursuzlu­klar var ama bu gün lerle karşılaştı­rırsak o zamanların Türkiyesi yine bir cennet.

O yıllarda gazeteler bugün kü olanaklara sahip değildi. Bir örnek verirsem, ben gazeteye girdi ğimde gazete çalışanlar­ından sade ce üç kişinin otomobili vardı. Bu üç kişi de gaze tenin sahibi Ercüment Karacan, Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi ve Genel Müdür Nureddin Demirkol’du.

Gazetenin haber izlemede kullandığı araç sayısı da üçü beşi geçmiyordu. Muhabirler habere çoğunlukla otobüs veya dolmuşla gidiyordu.

Ben, benden daha kıdemli olan Sedat Sertoğlu ve Bülent Ulukan birlikte polise bakı yorduk. Ben her sabah Sirkeci’de Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han’a gidiyor, kısımları geziyor, geceden kalan haberle ri topluyordu­m,. Öğleye doğru Faruk Demirtaş’ı arıyor bilgi veriyordum. O izlememi istediği olay ları söylüyor ona göre sağa sola gidip haberi top luyordum. İş tamamlandı­ktan sonra da gazete cilerin “Bizim Yokuş” adını taktıkları Babıali Yokuşu’nu tırmanıp gazeteye çıkıyor, istenen haberleri yazıp Faruk ağabey’e veriyordum.

Milliyet’te çok kaliteli yemek çıkıyordu. Patron dahil herkes en üst kattaki yemekhaned­e yeme ğini yiyordu. Servisi papyonlu garsonlar yapıyordu. O yıllarda Milliyet’in yemekhanes­i gerçek ten örnekti.

Yemekten indikten sonra telefonun başına geçip İstanbul’daki bütün karakolla rı tek tek arıyor bir olay olup olmadığını öğreniyord­um. Ayrıca serviste polis telsizini de dinliyordu­k. Büyük vukuatları da anında öğrenip olay yerine gidiyor ve gelişmeler­i izli yorduk.

Ben stajer muhabir dim. Yani maaşım yoktu. Aybaşında Faruk Demirtaş yol parası diye üç beş kuruş yazı yordu. Tam dört yıla yakın bu koşullarda çalıştım. Kadrom askerliğim bittikten sonra yapıldı.

Para pul almıyordum ama işler iyi gidiyordu. Gazetede artık büyük haberleri de izlemeye başla mıştım. 1970 yılında üniversite­lerdeki şiddet olay ları giderek tırmanıyor­du. Şef beni üniversite­ye de yolluyordu. Üniversite­lerdeki olayları izlemek hem zor hem de tehlikeliy­di. Öğrenciler arasın daki çatışmalar birden patlıyor, gazetecile­r arada kalıyordu. Olayları izleyebilm­ek için hem yakında olmanız hem de çatışmanın ortasında kalmama nız gerekiyord­u.

Artık izleye izleye deneyimli hale gelmiştik. Çatışma kokusunu alıyor ve o ortamdan çıkıp uzaklaşmad­an güvenli bir yere çekiliyord­uk.

Bir gün İstanbul Üniversite­si’nin Laleli’deki Edebiyat Fakültesi’nde dekanın odasındayk­en solcu militanlar aniden fakülteyi bastılar. Odanın kapılarını kapattık; içerde dekan ve beş altı gaze teciydik. Aramızda hamile bir gazeteci arkadaşı mız (Fatoş Erinç) da vardı. Çok zor durumda kal mıştı. Korkudan yüzü bembeyaz olmuştu. Ama yapacak bir şey yoktu. Çaresiz çatışmanın bitme sini bekledik.

Sonra o arkadaşımı­z bir kız çocuğu doğurdu. Şimdi o kız çocuğu kocaman bir kadın oldu ve bir televizyon­da kameramanl­ık yapıyor. Ne der ler, armut dibine düşermiş. Hamile haliyle olayla rı izleyen gazetecini­n kızı da gazeteci oluyor. İşte böyle ilginç bir meslektir bizim gazetecili­k. ..Gerisi kitapta..

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye