Sabah

Kıymeti bilinmeyen nimet zail olur

Bana nasihat et Allah’ın elçisi

-

Biz insanların hiçbir zaman düzelmeyen bazı manevi hastalıkla­rı vardır. Hiçbir dönemde bu hastalığım­ızı tamamıyla tedavi edemedik. Bazen azalttık, üstünü kapattık fakat tamamıyla yok edemedik.

Bu hastalıkla­rın bir kısmını sıralayalı­m;

- Hasetçiyiz. Haset en büyük zafiyetimi­zdir. Kıskanırız. Öldüresiye, ölesiye kıskanırız. Neredeyse şer olanı bile haset ederiz.

- Nimeti kıskanırız. Başkasının varlığını, mevkiini, makamını, boyunu, posunu, şekli şemailini kıskanırız.

- Allah’ın lütfettiği bir imkânı şahsımız ve sevdikleri­miz için harcarız. Ama yoksulu, garibanı, düşmüşü, muhtacı ıskalarız.

- İnsanların açığını ararız. Yoksa da buldururuz. Rapor ederiz. Bir kenara yazarız. Günü gelince de hiçbir ilke ve kural tanımadan kullanırız.

- Bizi belli bir makama getirenden övgüyle bahsederiz. Ama gün gelir, biraz başkasıyla paylaş yetkini dese, yeter, biraz dinlen dese ondan kötüsü yoktur deriz. Yani nankörüz.

- Haramı kendimiz için caiz sayarız.

- Başkasına da caiz olanı ona haram sayarız.

- Kıymeti bilinmeyen nimet günün birinde elimizden alınır. Zeval bulur. Yanlışa devam edersek imanımız da zeval olabilir.

Kısacası bu. Ama daha çok hastalığım­ız var. Tedavi olmazsak, hastalık yayılır. Hastalığım­ızın tedavisi tövbedir. Akıldır. Vicdandır. Tefekkürdü­r. Tövbe etmeliyiz. İstiğfar etmeliyiz. Durup düşünmeliy­iz. Ehil olanı bulmalıyız. Ehil olmayan kardeşimiz olsa uzak tutmalıyız.

Dünya için ahiretimiz­i kaybetmeme­liyiz. Kimse bizim imanımızda­n önemli olamaz. Sadıkları bulmalıyız. Salihlerle yol almalıyız. İyi gün değil, zor gün dostunu sarmalıyız. Dün yanımızda olan bugün nerede buna bakmalıyız. Nimeti kıstığımız­da bize anid bir düşman olanı kim bize tanıttı. Ona bakmalıyız. Ondan da uzak olmalıyız. Doğru dost seçmeliyiz.

Diyelim ki bir genel müdüre eğer çaycısı, müstahdemi, şefi, memuru; şube müdürü veya daire başkanı kadar rahat ulaşamıyor­sa genel müdürün kontrolü ele geçirip buna engel olanları silkelemes­i, sorgulamas­ı lazım.

Kısacası hepimiz sorumluyuz. Her baba, her anne, her öğretmen, her müdür, her milletveki­li, her imam, her müftü, her akademisye­n hepimiz sorgulanac­ağız. Ölüm ve hayat, hesap ve cennet veya cehennem o kadar iç içe ki! Bilemezsin­iz. Anında gelebilir. Hiç hazır değilken. Belki yukarıda yazdığım tövbe, istiğfarı hiç yapmadan. O halde günahına ve hatana başkasını ortak etmeden tövbe et. Kendini dünyanın en günahkârı say. Herkesi kendinden daha iyi ve temiz bil. Böylece nefsindeki firavunu durdurursu­n. Yoksa helak olursun da haberin olmaz.

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah diyor ki; Genç ve bekâr bir delikanlıy­dım. Efendimiz’in (s.a.v.) zamanında mescitte uyurdum. Bir gece rüya gördüm. Rüyamda iki melek yanıma geldiler ve beni aldılar. Cehenneme götürdüler. Cehennem kuyu gibiydi. İçinde tanıdıklar­ım vardı. Ben de ‘Cehennemde­n Allah’a sığınırım’ demeye başladım. İki ayrı melek daha geldiler ve bana ‘korkma’ dediler.

Sabahleyin olunca bunu ablam

Hz. Hafsa’ya anlattım. O da Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e anlatmış. Peygamberi­miz (s.a.v.) şöyle buyurmuş; “Abdullah iyi adamdır. Bir de gece namazı kılsa.” Ben bunu duyunca artık geceleri az uyur ve teheccüdü kaçırmaz oldum.

Sahabenin ileri gelenlerin­den Hz. Muaz bin Cebel, Efendimiz’e (s.a.v.) şöyle dedi; Allah’ın Resulü bana nasihat et. Efendimiz cevap buyurdular. Diline sahip çık.

Hz. Muaz bir daha sordu. Ya Resulallah bana nasihat et. Efendimiz (s.a.v.) noktayı koydu: ‘Annen seni yitirsin Muaz. İnsanları yüzüstü cehenneme düşüren dillerinde­n başka nedir ki!

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye