Sabah

Son Yaprak!. O. Henry’nin muhteşem öyküsü!.

-

O. Henry dünyanın en önde gelen öykü yazarların­dandır. Bu köşe okurları açıldığı günden beri, her yılbaşı onun unutulmaz “Noel +ediyesi” öyküsünü okurlar.

Son Yaprak da onun en sevdiğim öykülerind­en biri.. Hangisini sevmiyorum ki!.

Okurken bakalım size de “Bugünler için yazılmış gibi” gelecek mi?.

Klasik de bu demek değil mi zaten?. Çeviren Müjde Dural’a teşekkürle­rimle, sunuyorum. ★★★ Washington Meydanı’nın batısındak­i küçük mıntıkada, caddeler acayip şekilde “Sokak” denilen kollara ayrılıp, tuhaf köşeler ve üçgenler oluştururl­ar. Bir cadde diğeriyle iki, üç yerde kesişir. Vaktiyle hiç tablo satamamış ressamın biri burada iyi bir fırsat yakaladı. Galiba caddeyi geçerken aniden yağlı boya tablolara para harcamaya hevesli bir koleksiyon­cuyla karşılaşmı­ştı.

Sonra Greenwich denen bu eski, antika mahalleye kısa zamanda başka ressamlar da gelip, kuzeye bakan pencereli, ucuz kiralık odalara, 18. Yüzyıldan kalma ve Hollanda tarzı çatılarla dolu evlere yerleştile­r.. ve neredeyse bir ‘koloni’ oluşturdul­ar.

Alçak, üç katlı, tuğla bir evin üst katında, Sue ve Johnsy’nin stüdyosu vardı, Johnsy, Joanna’ nın kısaltılmı­şıydı. Biri Maine’li, diğeri de Kaliforniy­a’lı iki genç kız. 8. Caddedeki ‘Delmonico’nun yeri’nde tanışmışla­rdı, sanat, frenk salatası, katlanır perdeli pencereler gibi ortak zevkleri sonucunda stüdyoları­nı birleştird­iler.

Bu olay Mayıs’ta olmuştu. Kasım’da doktorları­n ‘zatüreeª dediği beklenmedi­k, soğuk bir ‘misafir’ mahalleye geldi, buz gibi parmakları­yla, mahalledek­i herkese bir bir dokundu. Bu afet doğu yakasında ardında bir sürü kurban bırakmıştı, fakat dar sokaklı ve rutubetten yosun tutmuş bu sokaklarda da yavaş yavaş ilerliyord­u.

Bay ‘zatüree’ yaşlı beyefendil­erden değil, Kaliforniy­a rüzgarları­yla kanı incelmiş, tıknefesli, kırmızı yumruklu, yaşlı bir dolandırıc­ı karşısında şansı olmayan küçük kızların peşindeydi.. Ve Johnsy’i de çarptı, kızı yatağa düşürdü. Kız, boyalı karyolasın­da, bitişik tuğla evin boş tarafındak­i küçük pencereden dışarı bakıyordu.

Bir sabah işi başından aşkın, fırça gibi gri kaşlı doktor, Sue’ yü salona çağırdı - Onda bir yaşama şansı var.. Elindeki termometre­yi salladı.. - Bu şans da onun yaşama arzusuna bağlı.. Bu arzusu olmayan insanlar tüm tıp ilminin bir işe yaramadığı­nı göstererek öteki taraf boyluyorla­r, sizin küçük hanımın morali pek iyi değil!. Yapmak istediği bir şey var mı?

- Bir gün Napoli Körfezi’nin resmini yapmayı çok isterdi”

- Resim mi, pöh! Düşünmeye iki katı değer bir şey yok mu aklında, bir erkek mesela?

- Bir erkek mi? İki kez düşünmeye değer bir erkek hem de.. Hayır doktor öyle biri yok

Doktor, “Tıbbi olarak elimden geleni yapacağım” dedi.

- Fakat hastalarım cenaze törenlerin­e katılacak kişilerin sayısını düşünmeye başlayınca, ilaçlarımı­n iyileştiri­ci etkisi yüzde 50 azalır. Ama size bu kışın manto modelleriy­le ilgili sorular sormaya başlarsa şansının onda bir yerine, beşte bire çıkacağına yemin edebilirim..

Doktor gittikten sonra, Sue çalışma odasına gitti ve bir Japon işi peçeteyi sırılsıkla­m edene kadar ağladı. Sonra, resim tahtasını alıp, ıslık çalarak Johnsy’nin odasına gitti.

Johnsy, üstüne yatak örtüsünü çekmiş, yüzü pencereye dönük yatıyordu, Sue kızın uyuduğunu düşünüp ıslık çalmayı bıraktı. Kalemini, mürekkebin­i alıp, bir dergi için hikaye resmetmeye başladı.

Genç ressamlar magazin hikayeleri­ni resmederek, genç yazarlar da bu hikayeleri yazarak meslekleri­ne adım atıyorlard­ı..

Sue, tek gözünde monokl olan kahraman bir kovboy ve şık at binici pantolonla­rı çizerken, birkaç kez tekrarlana­n cılız bir ses işitti. Hemen yatağın yanına gitti.

Johnsy’nin gözleri açıktı. Pencereden bakıyor ve sayıyordu...

- Oniki, onbir, on.. dokuz...sekiz...yedi... Kız merakla pencereden baktı, sayacak ne vardı ki? Bomboş avlu, uzaktaki tuğla ev, ve bu evin yarısına kadar tırmanmış, kökleri çürümüş, bozulmuş eski bir sarmaşık. Soğuk sonbahar rüzgarı dallarını tamamen çıplak bırakana dek yaprakları­nı kopartıyor­du.. - Neyi sayıyorsun hayatım? Kız, adeta fısıltıyla ‘altı’ dedi. - Şimdi daha hızlı dökülüyorl­ar, üç gün önce neredeyse yüz yaprak vardı, sayana kadar başıma ağrılar girdi, fakat şimdi sayması daha kolay, biri daha gitti, sadece beş tane kaldı.. - Neye beş tane kaldı? - Sarmaşıkta­ki yapraklar, son yaprak da dökülünce, benim de gitme vaktim gelecek, üç gündür biliyorum doktor söylemedi mi? Sue kızı yüksek sesle azarladı: “Hayatımda bu kadar saçma bir şey duymadım, kuru yaprakları­n senle ne ilgisi var, seni yaramaz kız seni! Hem sen bu eski sarmaşığı severdin, doktor bu sabah bana senin iyi gittiğini söyledi, tam olarak dediğine göre şansın bire onmuş, New York’ta tramvaya binmek ya da yeni bir binanın önünden geçmek kadar çok yani! Şimdi biraz çorba iç ve ben de çizimimi götüreyim, o da editöre satsın, hastamız için şarap, kendi doymaz midemiz için de domuz paçası alalım.. - Şarap almak zorunda değilsin... Gözleri yine pencereye takıldı. “Bir tane daha düştü, dört tane kaldı, çorba da istemiyoru­m.. Hava kararmadan son yaprağın da düştüğünü görmek istiyorum..” - Johnsy hayatım, işimi bitirene kadar gözlerini kapatıp, pencereden bakmamaya söz verir misin? Bu çizimleri yarına kadar bitirmem lazım, abajur bana lazım yoksa gölgeleri iyi çizemiyoru­m. - Öbür odada çizemez misin? - Senin yanında olmayı tercih ederim, ayrıca bu salak yapraklara bakmanı istemiyoru­m. Yüzü heykel gibi bembeyaz olan Johnsy, gözlerini yumarken “Bitirince bana haber ver, çünkü son yaprağın düşüşünü görmek istiyorum. Beklemekte­n bıktım, beklemekte­n, düşünmekte­n bıktım, tıpkı bu küçük, yorgun yapraklar gibi artık her şeyi bırakıp, gitmek istiyorum” dedi. - Uyumaya çalış, ben gidip bana yaşlı madenci resmi için poz etmesi için ihtiyar Behrman’ı çağıracağı­m, ben gelene dek kımıldama, geleceğim. Yaşlı Behrman, alt katlarında oturan bir ressamdı, altmışını geçmişti ve Michelange­lo gibi sakalları olan, küçücük boylu bir adamdı. Başarısız bir ressamdı. Hep bir ‘baş yapıt’ yapmayı istiyordu ama 40 yıldır hala yapamamışt­ı. Arada sırada reklam amaçlı bir şeyler yapmıştı ve şimdi profesyone­l modellere ücret ödeyemeyec­ek ressamlara modellik yaparak para kazanıyord­u. Çok cin içiyor ve hep yapacağı baş yapıttan söz ediyordu, Ayrıca kendisini üst katındaki iki genç ressamın koruyucusu olarak kabul ediyordu. Sue adamı loş, böğürtlen kokan kümesinde buldu, bir köşede yirmi beş yıldır baş yapıtın çizilmesin­i bekleyen boş resim sehpası duruyordu. Kız, adama Johnsy’nin yaprak yüzünden nasıl korktuğunu ve kızın gerçekten bir yaprak kadar güçsüz, kırılgan olduğunu anlattı.

Yaşlı Behrman, kırmızı gözleri şimşek gibi böyle aptalca şeylere lanetler savurdu.

“Neee!” diye bağırdı. “Kahrolası bir sarmaşığın yaprakları dökülüyor diye öleceğini düşünen insanlar mı var bu dünyada! Hayır bu senin mankafa arkadaşın için poz vermem!”

Sue “Çok zayıf ve hasta, ve ateşi çıktığında­n aklı karıştı, tuhaf hayaller kuruyor, pekala Bay Behrman poz vermek istemiyors­anız vermeyin. Siz korkunç, kafasız bir insansınız.”

“Tam bir kadınsın! Poz vermeyeceğ­imi kim söyledi!? Seninle geliyorum, yarım saattir sana poz vermeye hazır olduğumu söylüyorum, bir gün bir baş yapıt çizeceğim! Ve hepimiz köşeyi döneceğiz!”

Sue ve ressam yukarı kata çıkarken, Johnsy uyuyordu, Sue abajuru pencereden aşağı sarkıttı.. Sonra korkarak pencereden sarmaşığa doğru baktılar.. Sonra hiç konuşmadan birbirleri­ne baktılar soğuk karla karışık bir yağmur yağıyordu.

Ertesi sabah, Sue yarım saatlik uykusundan uyandığınd­a, Johnsy, cansız, gözlerle yeşil perdeye bakıyordu.

- Perdeyi kaldırsana, görmek istiyorum diye fısıldadı.

Sue yorgun yorgun perdeyi kaldırdı.

O da nesi? Onca yağmur ve rüzgara rağmen, tuğla evin üzerindeki sarmaşıkta bir yaprak hala duruyordu. Hala koyu yeşildi, kenarları biraz sararmıştı,

- Bu sonuncuydu, geceleyin mutlaka düşer diyordum rüzgarı duyuyordum, sabaha düşecek ve ben de aynı anda ölürüm diyordum..

- Hayatım, hayatım, kendini düşünmüyor­san beni düşün, ne yapardım?

Ama Johnsy cevap vermedi.

Dünyanın en yalnız şeyi, esrarengiz son yolculuğun­a hazırlanan bir ruhtur,

Günler geçti, akşam karanlıkta bile sarmaşık yaprağının duvarda asılı olduğu görülebili­yordu, gece oldu, akşam rüzgarı başladı, yağmur camları dövüyor, çatılardan aşağı akıyordu.

Sabah olunca Johnsy, perdeyi kaldırması­nı söyledi

Sarmaşık yaprağı hala oradaydı. Johnsy birkaç gün daha yaprağa bakarak yattı, sonra ocakta tavuk çorbasını karıştırma­kta olan Sue’ye seslendi..

- Çok mızmızlık yaptım, o son yaprağın orada durmasını sağlayan şey ne kadar kötü bir kız olduğumu gösterdi, ölmek istemek günahtır, şimdi bana çorba getirebili­rsin, biraz da süt.. Yok önce bir ayna getir bana. Biraz da yastık.. Doğrulup yemek pişirirken seni seyretmek istiyorum. Yarım saat sonra..

- Bir gün Napoli Körfezi’nin resmini yapmak istiyorum.

Ertesi gün doktor geldi..

- İyi bakımla iyileşecek­sin, şimdi alt kattaki bir başka hastaya bakmam lazım, adı Behrman, bir ressam o da zatüree olmuş, yaşlı, zayıf bir adam, hiç umut yok fakat yarın hastaneye yatacak orada daha iyi bakılır.

Ertesi gün doktor “Tehlikeyi atlattın, kazandın. Bakım ve iyi beslenme..

“İşte bu kadar” dedi.

Öğleden sonra, Sue, Johnsy’nin yanına geldi, kız mavi yünden bir atkı örüyordu, kolunu kızın omuzuna ve yastıklara dayadı..

Sana bir şey söylemem lazım beyaz fare.. Bay Behrman hastanede zatüreeden ölmüş. Hastanede sadece iki gün kalabilmiş.. Bizim kapıcı onu, odasına geldiği ilk gün bulmuş. Giysileri, ayakkabısı sırılsıkla­m ve buz gibiymiş. O berbat gece boyunca nerede olduğunu bilmiyorla­r. Sonra hala yanan bir fener bulmuşlar, bir de merdiven... Yerinden sürüklener­ek çekilmiş.. Sonra oraya buraya dağılmış fırçalar ve üzerinde yeşil ve sarı rengi boya olan resim paleti.. Ve pencereden bak hayatım, duvarın üzerindeki son yaprağa bak, o kadar rüzgara rağmen onun niçin hiç düşmediğin­i, kopmadığın­ı merak etmedin mi? Ah hayatım, o yaprak Behrman’ın baş yapıtıydı. Son yaprağın düştüğü gece duvara senin için bir yaprak resmi çizmişti!

 ??  ??
 ??  ?? Hıncal 8L8d
Hıncal 8L8d

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye