YAZMALARIN HIKÂYESI
OSMANLI YAZMALARININ HIKÂYELERINI ANLATAN HAFIZA-I BEŞER SERGISI, ESKI ISTANBUL’A DAIR HAYATIN IÇINDEN MANZARALAR SUNUYOR.
Tarih yazımında alternatif yaklaşımlar yaygınlaşıyor. Tarihçiler devlet arşivlerinde yer alan hukukî, idarî kayıtların dışındaki belgelerin peşine düşüyor. Kişiye özel belgeler zamanın ruhunu yakalamak isteyen araştırmacılar için başka hiçbir yerde rastlanamayacak detaylar saklıyor. Şahıslara ait, aile içinde nesiller boyu elden ele dolaşan yazmalar da sosyal yapının ve gündelik hayata dair unsurların anlaşılması için çok fazla veri sunuyor. Anaakım tarih anlayışının dışında kalan bu çalışmalar hayatın içinden, yeni ve son derece ilgi çekici alanları aydınlatıyor. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün yeni sergisi Hafıza-i Beşer: Osmanlı Yazmalarından Hikâyeler de bu anlamda görülmeye değer. Sergi her nüshası tıpatıp aynı olan ve binlerce adet çoğaltılan kitaplara alışan, orijinal metnin dokunulmazlığına inanan günümüz okurlarına bambaşka bir okuma ve yazma pratiğini hatırlatıyor. Osmanlı’da matbaa yaygınlaşmadan önce her bir kitap biricik. Kitaplar maddi ve manevi anlamda bir servet. Çoğunlukla kimin hangi kitaba sahip olduğu kişisel anlam taşıyor. Kitaplar bazen tek bir okurun siparişi üzerine yazılıyor, bazen de kitaba sahip olmak isteyen kimse kendisi için bir röprodüksiyon üretiyor. Nadir kitaplara sahip olmak önemli bir ayrıcalık. Günümüzdeki telif anlayışının var olmadığı bu dönemde kitaplar da kolektif bir çalışmayla
üretiliyor. “Yazmalar çağı”nda kitabın sahibi yalnızca müellifi değil. Tezhipleri yapan müzehhip, sayfanın sınırlarını belirleyen çizgileri çeken cetvelkeş, nüshaları çoğaltan müstensih ve hatta okur yazmayı müşterek bir çabayla ortaya çıkarıyor. Okur derkenara aldığı notlarla yazarla veya kendisinden önce yazmayı okuyan başka okurlarla diyaloğa giriyor. Kitapta gördüğü bir yanlışı düzeltiyor, kendi fikirleri veya gözlemleriyle metni zenginleştiriyor bazen.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Elyazması Koleksiyonu’ndan bir seçki sunan Hafıza-i Beşer’de sergilenen metinler Osmanlı toplumunu farklı açılardan resmediyor. Bunlardan belki de en önemlisi imparatorluğun çokdilli yapısı. Eski İstanbul’da Türkçenin yanı sıra Arapça, Kürtçe, Yunanca, Ermenice, Ladino, Süryanice gibi lingua franca diller konuşuluyor. Bazen tek bir yazma üzerinde farklı dillerde alınan notlara rastlanabiliyor. Yazmalar diller ve kültürler arasındaki geçişkenliğin yarattığı zenginliği ortaya koymakla yetinmiyor. Sergilenen örnekler tekil hikâyelerden canlı detaylar sunuyor. Yazmalar yüzlerce yazar ve okurun hikâyesini anlatıyor. Van Kalesi’ni beklerken yazma kopyalayan muhafız
İbrahim Ağa, divanı elden ele gezmiş Zübeyde Hanım, kendi yazmasını düzelten Fransa Sefiri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi, esere “yazan yanlış yazmış” diye müdahale eden Kilisli Rıfat, yazdıkları ayıplanmış ama kulaktan kulağa yayılmış Enderunlu Fâzıl, yazmayı koruması için yazılmış “Ya Kebikeç” duası, bunu umursamadan karnını doyurmuş kâğıt kurdu bu kahramanlardan yalnızca birkaçı. Elyazmalarındaki hikâyeler, toplumdaki çeşitliliğin bireylerin gündelik hayatlarına nasıl yansıdığını da gösteriyor. Tıp ile ilgili yazmalar hastalıklara nasıl deva arandığını anlatırken yemek tariflerinin yer aldığı kitaplar dönemin damak tatlarını anlamamızı sağlıyor. Anaakım tarih zamanın nasıl tasnif edildiğini anlatsa da yazmalar toplumun zaman dilimlerine yüklediği anlamları gösteriyor. Kaydedilmiş bestelere dair notlar -icra edilenlerin çok azı olsa da- dönemin müzik zevkleri hakkında fikir veriyor. Halk arasında elden ele dolaşan kimi yazmalar o yıllarda aşkın nasıl yaşandığını veya rüyaların nasıl yorumlandığını aydınlatıyor. Tasavvufa dair eserler insanların hayatlarını nasıl anlamlandırdıklarını ve düzenlediklerini ifade ediyor. İnsanın dış özelliklerine bakarak karakterini tayin eden ve Batı’daki fizyonomi ile benzerlik gösteren kıyafet ilmini tanıtıyor.
Sergiye “Hafıza-i Beşer Konuşmaları” başlıklı bir konferans dizisi de eşlik ediyor. Yazmaların ele aldığı konular hakkında farklı alanlardan uzmanların katıldığı bu konuşmalar eski İstanbul’u disiplinlerarası bir yaklaşımla anlamayı hedefliyor. “Hafıza-i Beşer Konuşmaları”nda bu ayın programı şöyle: 9 Ocak’ta “Modernite Öncesinde Osmanlı Tıp Yazmaları ve Şifa Kültürü”, 16 Ocak’ta “Bostancıbaşı Defterlerini Haritalandırmak” ilgililerini bekliyor. K. Mehmet Kentel küratörlüğünde hazırlanan Hafıza-i Beşer sergisi 25 Temmuz’a kadar ziyarete açık.