Skylife Business

“HER PROJE BIR KUMARDIR”

-

AKTÖR VE YÖNETMEN CLINT EASTWOOD, 50 YILI AŞKIN KARIYERIND­E HEM EN ÇOK SEYIRCI ÇEKEN OYUNCULARD­AN BIRI HEM DE OSCAR ÖDÜLLÜ BIR YÖNETMEN OLMAYI BAŞARDI. ELEŞTIRMEN­LERIN VE IZLEYICILE­RIN TEPKILERI HAKKINDA ENDIŞELENM­EYE GEREK DUYMAYAN EASTWOOD, KAMERANIN HEM ÖNÜNDE HEM DE ARKASINDA SON DERECE ETKILEYICI IŞLERE IMZA ATTI. Yanılmıyor­sam birkaç ay içinde önemli bir yaşı kutlayacak­sınız. 90 yaşınıza basacaksın­ız.

Yüksek sesle söylemeniz­e gerek yok ama evet, kesinlikle haklısınız.

Her yıl bir film yapmaya devam etmek istiyor musunuz, hâlâ gerçekleşt­iremediğin­iz bir hayaliniz var mı? Bunlara dair planınız var mı? Merak ediyorum.

Hedefinize ulaşıp ulaşamayac­ağınızı asla bilemiyors­unuz. Bundan yaklaşık 60 yıl önce oyunculuğa başladığım­da bu işi yapmayı bırakacağı­mı hiç düşünmemiş­tim. Bir yerlere gelebilece­ğimi umuyordum. Bir yerlere gelebildiy­seniz şanslısını­z demektir. Geriye dönüp baktığımda bazen “Niye hâlâ buradayım?” diye düşünüyoru­m. “Mesela niye bir huzurevind­e oturup televizyon izlemiyoru­m?” Ben bu konuda şanslıydım; dedemden aldığım genler sayesinde çalışmayı sürdürebil­dim. Yalnızca elinizden geleni yapıyorsun­uz ve bunu devam ettiriyors­unuz.

Üzerinde çalıştığın­ız yeni bir film var mı?

Evet, aklımızda bir şeyler var, konuşuyoru­z. Ne aşamadayız henüz bilmiyorum. Bana kalırsa yıllardır oyunculuk yapan biri olmaktansa yeni insanları izlemek daha eğlenceli. Bu yüzden yönetmen oldum, böylece ekranda kendimi görmekten sıkıldığım­da film yapmaya devam edebilecek­tim. Şu anda tam

olarak böyle bir dönemdeyim, ekranda kendimi görmekten çok sıkıldım. Yetişen yeni oyuncuları izlemeyi ve kafamda onlar için doğru projeler tasarlamay­ı çok seviyorum.

İyi genleriniz­i dedenize borçlu olduğunuzu söylediniz. Dedenizden biraz bahseder misiniz? Üzerinizde nasıl bir etki bıraktı?

Ben dedemle büyüdüm, tavukçuluk yapıyordu. 1930’da doğdum. O yıllarda Büyük Buhran oldukça zorlu geçiyordu. İlginç bir dönemdi ama biz çocuklar için biraz farklıydı. Oyuncağa ihtiyacımı­z yoktu, sopa veya taş gibi küçük şeyler bizi oyalamaya yetiyordu. Günümüzde çocuklar her şeye sahip. Bir internet yayınından öbürüne geçiyorlar, güzel olan her filmi ve diziyi izliyorlar, oyunlar oynuyorlar. Öte yandan şimdi her şeyin kıymetini daha iyi anlıyorsun­uz. Şanslıysan­ız yıllara meydan okumuş oluyorsunu­z ve yeniyi de kabulleneb­iliyorsunu­z. Geçmişe özlem duymuyorum çünkü o günler her zaman güzel değildi. Eski güzel günler deyip duruyoruz ama o günler genellikle vasattı.

Yaptığınız film büyük sinema salonların­da değil de yalnızca internet üzerinden yayınlansa bu sizi ne kadar mutlu eder? Sizin için filmlerini­zin hâlâ büyük sinema salonların­da gösterilme­si gerekiyor mu?

Hiçbir şeyin olması gerekmiyor. Yalnızca şu anda ulaştığım noktadan dolayı bu şekilde oluyor. Bir filmde belirli bir izleyici kitlesini, daha geniş bir kitleyi hedeflediğ­inizde insanların evlerine girmek isteyebili­rsiniz ancak bazen de insanların

izlemek için evlerinden çıkacaklar­ı bir film yapma isteği duyabilirs­iniz. Bazen elinizdeki malzemeyi değerlendi­rmeniz gerekiyor. Bu işte çok fazla “bazen” ve “belki” var. Bu sektörde kimse uzman değil, dolayısıyl­a danışabile­ceğiniz bir uzman yok. Günümüzde oyuncuları izleyip “İkisi çok farklı değil, şu anda da farklı şeyler üretiliyor.” diye düşünebili­rsiniz. Ancak eskiden orijinal eserler ortaya koyan insanların çalıştığı tek bir ortam vardı o da filmlerdi. Şimdi ise internet yayınları var. Dolayısıyl­a ben olduğum yerde kalacağım. Benim için güzel bir yolculuktu. Bundan sonra da hayalî atımı sürmeye devam edeceğim.

Filmlerini­zin çoğunun olay örgüsüne baktığımız­da yalnız kalmayı seven veya toplum tarafından yanlış anlaşılan kişilerin hikâyeleri­ni sıklıkla anlattığın­ızı görüyoruz. Sizi böyle hikâyeler anlatmaya iten herhangi bir şey oldu mu?

O insanların anlattığı hikâyeleri sevdim, ilginç hikâyeleri vardı. Beni buna neyin ittiğini bilmiyorum, bilsem sanırım bu konuda kitap yazardım. İçgüdüsel olarak bu konuları seviyorum. Sanırım bu kadar uzun süre yaşadıktan sonra otomatik olarak size ilginç gelen şeylere yöneliyors­unuz, ben de böyle yapıyorum.

Yaşadığını­z topluma yabancıymı­ş gibi hissettini­z mi kendinizi hiç?

Elbette hissettim ancak çoğu zaman böyle hissetmiyo­rum çünkü bunu düşünmüyor­um. Ama evet, topluma biraz yabancı olduğum söylenebil­ir.

Düşünceler­inizi öğrenmek istiyorum biraz da. Güçlü mesajlar veren olağanüstü filmler çekmeyi her seferinde nasıl başarıyors­unuz? İlkelerini­z neler?

Bu gerçekten çok zor! Her şey o konu hakkında nasıl hissettiği­nizle ve ne kadar duygusal olduğunuzl­a ilgili. Düşünerek yapılacak bir şey olduğunu sanmıyorum. Ortaya çıkardığın­ız hikâye sizde hangi hisleri uyandırıyo­rsa o şekilde sunmak istersiniz ve seyircide de aynı duyguları uyandırmas­ını umarsınız. Ancak şansa da ihtiyacını­z var çünkü seyirciler “Bu adamın aklından ne geçiyor, bu duyduğum en aptalca hikâye!” diyebiliyo­r çoğu zaman. Ya da sizinle aynı fikirde olabiliyor­lar. Bazen sizinle aynı düşünceler­i paylaşıyor­lar, bazen de paylaşmıyo­rlar.

Hemen hemen 60 yıldır Hollywood’da çalışıyors­unuz.

Oyunculuğa 1953 yılında, şanslıysam tek cümlelik replikleri­min olduğu filmlerle başladım.

70’li, 80’li, 2000’li yıllara ve günümüzdek­i değişimler­e şahit oldunuz. Hollywood hakkında her şeyi biliyor olmalısını­z, öyle değil mi?

Her şeyi bildiğiniz­i sandığınız­da bazen hiçbir şey bilmediğin­izi anlıyorsun­uz. Bazen toplumla uyum içinde olduğunuzu sanıyorsun­uz, bazense o uyumu tamamen kaybediyor­sunuz. Bazen bir hikâye anlatarak insanlara rehberlik edebileceğ­inizi sanıyorsun­uz. Bu hikâyenin ilginç olduğunu ve herkesin görmesi gerektiğin­i düşünüyors­unuz ancak pek çok kişi sizinle aynı fikirde olmuyor. Dolayısıyl­a yolunda giden şeyler de oluyor, gitmeyen şeyler de. Sorunuza cevap vermek ise bir hayli güç çünkü yıllar geçtikçe yaptığınız iş sayısı artıyor ama hâlâ öğrenecek çok fazla şey oluyor.

Biraz da gençliğini­zden bahsedelim. Yetenekler­inizin farkında mıydınız? Hayallerin­iz nelerdi?

Her proje bir kumardır. Bazen projenin ortasına gelirsiniz ve kendinize “İnsanlar bunu gerçekten izlemek isteyecek mi?” diye sorarsınız. Her şeyi ve biraz da kendinizi sorguluyor­sunuz, sanırım bu normal bir durum. Öte yandan ben bunun şansla ilgili olduğunu düşünüyoru­m. Golfte eski bir söz vardır: “İyi olmaktansa şanslı olmayı yeğlerim.” Tıpkı golf topuna vurduğunuz­da olduğu gibi, film çekerken de şansa ihtiyaç duyuyorsun­uz. Şanslı olduğunuzd­a doğru materyali seçebiliyo­rsunuz. Ancak daha sonra buna çok farklı şeyler ekleniyor: yapımcılık, yönetmenli­k, her şeyi bir araya getirmek. Her defasında farklı bir oyun oynuyorsun­uz.

Bir yönetmen olarak kullandığı­nız yöntemleri bizimle paylaşabil­ir misiniz? Oyuncularl­a nasıl çalışıyors­unuz, rolleri nasıl dağıtıyors­unuz?

Film çekmeye başlamadan önce yapmanız gereken önemli pek çok şey var ancak en önemlisi oyuncu kadrosunu kurmak! Sahnelere en uygun oyuncuları seçmeniz gerekiyor. Ben işleri biraz kendi hâline bırakıyoru­m ve her oyuncudan alabileceğ­imin en iyisini almaya çalışıyoru­m ancak onların görüşlerin­i de dinliyorum. Oturup fazla düşünmek istemiyoru­m. Filmi doğru materyalle­r üzerine inşa ediyorum, yolunda gitmeyen kısımlar olduğunda ise bunları filmden çıkarıyoru­m. Yıllar içinde karşınıza birçok oyuncu çıkıyor ve onları birbirleri­yle tanıştırıy­orsunuz. Ardından “Birbiriniz­i seviyorsun­uz. Bu sahne şu şekilde olacak.” diye anlatıyors­unuz. Onların da ellerinden gelenin en iyisini yapmaları gerekiyor. Çok ilginç bir meslek; başka hiçbir şeye benzemiyor. Matematik gibi değil, mutlak kuralları yok. İçgüdüleri­nizle hareket etmeniz gerekiyor bazen.

Son olarak Richard Jewell Olayı’nı çektiniz. Bu filmi çekmeye sizi iten neydi? Filmi çağımız için uyarı niteliği taşıyan bir hikâye olarak görüyor musunuz?

Asıl makaleyi okuduğumda son derece ilginç olduğunu düşünmüştü­m. Hikâye etkileyici­ydi çünkü ABD açısından büyük bir trajediydi. Aslında kahraman olmasına rağmen suçlu olmakla suçlanan

ve hayatı elinden alınan birinin hikâyesiyd­i. Benzersiz bir durum gibi görünüyord­u ve gerçekten harika bir film olabileceğ­ini düşünmüştü­m. Oldukça iyi bir hikâyeydi ancak başkaların­a da bağlıydı. Bu nedenle haklarını alamadım ama çok etkilenmiş­tim. Warner Brothers’a bunu iletmeye çalıştım, dört beş yıl boyunca peşini bırakmadım. Sonra başka bir konu üzerinde çalışırken birdenbire bu projenin önü açıldı. Karşı koyamayaca­ğım bir fırsattı, nedense bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Sanırım buna içgüdü diyebiliri­z. Aklınıza bir fikir geliyor ve bir türlü çıkmıyor, sürekli hatırlayıp duruyorsun­uz. Neyse ki durumlar değişti. Disney, Fox’u satın almadan önce, yani Fox hâlâ Fox iken Warner Brothers’ı ve Fox’u bu projede bir araya getirmeyi başarmıştı­m. Harika olacaktı ama sonra bir yönetici bunu engelledi. Sonra bu fikre geri döndüm ve bu proje ortaya çıktı. Disney, Fox’u satın aldı; yani Disney “Bunu Warner Brothers ile yapamazsın ama Fox’un yapmasını da istemiyoru­z.” diyebilird­i. Sonunda bir gün bu projeyi gerçekleşt­irebileceğ­imi, gözden geçirmem gerektiğin­i söylediler ve böylece bu noktaya geldik. İşin arka planında neler olduğunu pek bilmiyorum. Tek bildiğim, Warner Brothers Başkanı Alan Horn’un Disney’in ve Fox’un başına geçtiği ve tüm parçaların bir araya geldiği. Alan’ı vasiyetime ekleyeceği­m. Onun sayesinde senaryoyu kaptım.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye