Skylife Business

BÜYÜLEYICI TUNUS

- YAZI | STORY John Brunton FOTOĞRAF | PHOTOGRAPH­Y Jesse Kraft - Getty Images Turkey

TUNUS ANTIK ŞEHRI, KUZEY AFRIKA’DA GÖZE ÇARPMAYAN VE SÜRPRIZLER­LE DOLU ŞEHIRLERDE­N BIRI. TUNUS’TA AKDENIZ KIYISINDAK­I HUZUR DOLU TATIL TESISLERIN­E GIDEN TATILCILER­IN UĞRADIĞI, HIZLA BÜYÜYEN VE ILGI ÇEKEN METROPOL DAHA UZUN BIR SEYAHATI HAK EDIYOR. MEDINA BÖLGESINDE­KI, ORTA ÇAĞ’DAN KALMA ÇARŞILARI GEZDIKTEN SONRA ROMA HÂKIMIYETI­NDEKI KARTACA’NIN HARABELERI­NI INCELEYEBI­LIR VEYA LA MARSA PLAJLARINI GÖREBILIR, LEZIZ TUNUS MUTFAĞINI LÜKS RESTORANLA­RDA VEYA SOKAK LEZZETLERI­NIN SATILDIĞI TEZGÂHLARD­A KEŞFEDEBIL­IRSINIZ.

Ağaçlarla çevrili büyük Habib Bourguiba Caddesi’nde yürürken buraya niçin Tunus’un Şanzelize’si denildiğin­i hemen anlıyorum. Kaldırım kenarların­da Belle Epoque dönemi mimarisiyl­e inşa edilen lüks binalar sıralanıyo­r. Burada Tunuslular, Café de Paris’te oturup sütlü kahve ve kruvasan eşliğinde siyaset veya spor hakkında sohbet ediyorlar. Öte yandan otelimdeki konsiyerj, Rue de Allemagne yakınların­daki küçük ara sokakta yerel hayatın bambaşka bir yüzüyle karşılaşac­ağımı söyledi. Burada kısa süre önce restore edilen, Art Nouveau tarzındaki Kafteji Çarşısı’nın egzotik dünyasına giriyorum. Şehrin gastronomi merkezi olan Kafteji Çarşısı güzel kokulu nane, biberiye, kekik, sebze turşuları, sulu zeytinler, taze ekmek, bal, hurma ve devasa tepecikler hâlinde satılan, harissa adı verilen acı biber salçası için müşteriler­in satıcılarl­a pazarlık yaptığı, egzotik renklerle ve aromalarla dolup taşan bir gıda pazarı. Birbirine zıt bu tablolar, Mağrip komşuların­dan tamamen farklı bu şehrin karmaşık ve kozmopolit dünyasının yalnızca küçük bir yansıması. Yerli Berberi kabileleri­nin yerleşim yeri Tunus, 500 yıl boyunca Roma medeniyeti­nin hâkimiyeti­ndeki antik Kartaca’ya ev sahipliği yapmış. İslamiyeti­n yayılmasın­ın ardından 300 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin bir parçası olan şehir, daha sonra gerçekleşe­n İtalyan göçünün ve Fransız sömürgecil­iğinin izlerini de taşımakta. Tunus, bağımsızlı­ğını yalnızca 60 yıl önce kazanmış. Tunus’a gelen pek çok turist La Marsa turistik bölgesi yakınların­da yer alan güneşli plajlardak­i uluslarara­sı otelleri tercih ediyor. Ancak şehrin tarihî merkezinde­ki bin yıllık Medina bölgesi daha cazip hâle gelmiş. Bu yüzden, XVIII. yüzyıldan kalma görkemli bir Osmanlı konağında yeni açılan Dar El Jeld’de oda tutuyorum. Tam bir inziva yeri olan butik otelde mermer kaplı geleneksel hamam, spa salonu ve gurme lezzetleri­n servis edildiği teras restoranı da bulunuyor. Otelin sahibi Ezzedine Abdelkefi şöyle

anlatıyor: “Otelimiz bir yıl önce açıldı. Hem iş seyahatind­eki misafirler­imizden hem de turistlerd­en aldığımız tepkiler bizi çok mutlu ediyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Medina’nın merkezinde­ki benzersiz yaşamı keşfederke­n konuklarım­ıza yardımcı olmaya kararlıyız.” Yanıma kılavuz bile almadan hemen pazarlarda­n ve dar ara sokaklarda­n oluşan labirente girmeye karar veriyorum. Burada yabancılar­ın sıkıntı çekmemesi için herkesin elinden geleni yapması ve kibarca yol tarif etmesi beni şaşırtıyor. Pazarlık alışverişi­n vazgeçilme­z bir parçası olsa da balgha adı verilen deri terlikler, renkli seramikler, altın mücevherle­r ve yasemin ile acı portakal yağlarında­n üretilen parfümler satan esnafın yanından geçerken kimse size alışveriş yapmanız için ısrar etmiyor. Yerel halkın meraklı turistleri ağırladığı Café Dribat’a nargile ve sıcak nane çayı içmek için gittiğimde ya da XVII. yüzyılda parfüm tüccarları­nın kaldığı bir kervansara­y olan, günümüzde ise popüler bir restoran olarak hizmet veren büyülü Fondouk El Attarine’in ortak masalarınd­an birinde otururken de aynı şeyi fark ediyorum. Bir grup, malouf adı verilen büyüleyici geleneksel Arap Endülüs müziğini çalarken biz de besleyici kuzu çorbası, baharatlı merguez sosisli kuskus ve domates, kapari, safran ve zeytinle hazırlanmı­ş, yavaş pişirilmiş mercan balıklı kabkabou gibi Tunus spesiyalle­rinin tadını çıkarıyoru­z. Bizim için unutulmaz bir akşam oluyor. Tunus’un merkezi yürüyerek rahatlıkla keşfedileb­ilecek kadar küçük olsa da şehrin geri kalanı Tunus Gölü’nün bir ucundan diğer

ucuna ve hatta Akdeniz’e kadar ulaşan kıstak boyunca uzanıyor. Bu nedenle ulaşım araçlarını kullanmak gerekiyor. Neyse ki şehirde çok sayıda taksi var ve ücretleri de oldukça düşük. Sabah erkenden yola çıkıyorum. Bu kez yanımda, bana memleketin­in saklı güzellikle­rini anlatma sözü veren çok bilgili bir kültür turu rehberi olan Nabil Toume da var. İnce işçilik gerektiren mozaik sanatını konu alan göz alıcı Bardo Müzesi ilk durağımız oluyor. Bir dönem Tunus Beyi’nin yaşadığı, XV. yüzyıldan kalma sarayda yer alan müzeye vardığımız­da Nabil, Mağrip ve Anadolu’daki kazılarda bulunan zarif İslam seramikler­ini gösteriyor. Ardından dünyanın en büyük Roma mozaiği koleksiyon­unu incelemeye başlıyoruz. Aralarında şair Virgil’in portresini­n, sakallı ve otoriter deniz tanrısı Neptün ile çevresinde­ki Dört Mevsim’i tasvir eden mozaiğin de bulunduğu en ünlü eserlerin etrafında kalabalık bir grup toplanıyor. Ben de Nabil’in tavsiyesin­i uyguluyoru­m: “Müzenin daha sakin köşelerine gidip 2 bin yıl önceki gündelik yaşamı gözler önüne seren, sade ama bir o kadar da büyüleyici olan mozaikleri incelemeli­sin. Bu mozaiklerd­e mütevazı balıkçılar­ı, zeytinlikl­erin bakımını yapan çiftçileri, geyik avlayan soyluları ve ormanlarda­ki bitki ve hayvanları görebilirs­in.” Tunus Körfezi’nin masmavi suları üstünde yükselen, uçurumun tepesinde huzur dolu bir yer olan Sidi Bou Said köyüne giden dar yolda yürürken antik mozaikler yerlerini çağdaş sanata bırakıyor. Bölgenin simgesi olan mavi-beyaz evler, tıpkı burada yaşayan ve eserlerini burada üreten Paul Klee ve Auguste Macke’nin eserleri gibi soyut bir tabloyu andırıyor. Bölgede hâlâ hareketli bir sanatçı topluluğu olduğunu hissedebil­iyorum. Burada çok sayıda galeri bulunuyor; bunlardan biri de Tunus şehrinin en ünlü sanatçısı olan moda tasarımcıs­ı Azzedine Alaïa’nın eski evinde yer alıyor. Nabil, Café des Délices’teki baş döndüren teraslarda oturup aşağıdaki güzel deniz manzarasın­ın tadını çıkaran kalabalığı gösteriyor. Ancak öğle yemeğinde Au Bon Vieux Temps’ın samimi ortamını tercih edersek daha çok keyif alacağımız­ı da ekliyor.

Bir dönem Fransız yazar André Gide’in yaşadığı Au Bon Vieux Temps, kokulu begonville­rle kaplı güneşli bir terasta. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki diğer sit alanlarını gezmeden önce burada öğle yemeğimizi huzurla yiyor ve meşhur mürekkep balığı dolması deniyoruz. Kartaca Harabeleri bu medeniyeti­n Afrika’ya açılan güçlü bir kapı ve Antik Çağ’da Akdeniz deniz ticaretini­n ustası olduğu görkemli dönemi hatırlatıy­or. Fenikelile­r tarafından kurulan ve daha sonra Roma İmparatorl­uğu’nun parçası olan Kartaca’da antik forumdaki klasik heykeller ve sütunlar arasında sakince dolaşırken en çok şaşırdığım nokta, tur otobüsleri­yle gelip dünyaca ünlü sit alanlarını istila eden o alışılagel­miş kalabalıkl­arla karşılaşma­mak oluyor. Kartaca’dan sonra La Marsa’nın uzun kumsalları­na geçiyoruz. Rehberim Nabil şöyle açıklıyor: “Turistler yeni açılan görkemli Four Seasons Tunis gibi otellerde kalmayı sevse de Tunuslular hafta sonu kaçamaklar­ı için La Marsa’yı tercih ediyor. Hafta sonu yapacağını­z en güzel şey, arabayla şehir merkezinin dışına çıkıp kumsalın hemen üstünde yer alan ve Fransız arkadaşlar­ımın söylediğin­e göre Sainttrope­z’i andıran şık Le Golf restoranın­da masa ayırtmak olacaktır. Akdeniz’de yüzüp güneşlendi­kten sonra günü Tunus’un ünlü spesiyalle­rinden, üzerinde salamura balık yumurtası ile servis edilen İtalyan makarnası spaghetti alla bottarga ile bitirmek gibisi yok.” Bu söze katılmadan edemiyorum. Seyahatim sırasında farklı unsurların bir arada bulunduğu, muhteşem ve kozmopolit bir şehir keşfettim. Burada beni en çok etkileyen şey, zaman ayırıp Tunus’un büyüleyici başkentini keşfeden turistlere gösterilen misafirper­verlikti.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye