ORİJİNAL VE EĞLENCELİ GENT
GENT GÜNÜMÜZDE RÖNESANS DÖNEMINI YAŞIYOR. ROMANTIK KANALLARI, ORTA ÇAĞ’DAN KALMA GÖSTERIŞLI LONCA EVLERI, GOTIK TARZDA DEVASA KALELERI, HEYBETLI KATEDRALLERI, GÖZ ALICI SOKAK SANATLARI VE YENILIKÇI MÜZELERI ILE ŞEHIR KÂŞIFLER IÇIN BIREBIR. ALIŞVERIŞ YAPANLAR ILGINÇ BITPAZARLARINDA VE ŞIK BUTIKLERDE DOLAŞIRKEN, YEMEK TUTKUNLARI MICHELIN YILDIZLI FINE DINING RESTORANLAR ILE ILGI ÇEKICI FLAMAN MUTFAĞI ARASINDA SEÇIM YAPIYOR. GENT SAMIMI, ÇEVREYE DUYARLI VE BOHEM BIR ŞEHIR. BU ŞEHRI SOKAKLARI ARŞINLAYARAK KOLAYCA KEŞFEDEBILIR, SAKINLERININ SICAK KARŞILAMASINDAN ETKILENEBILIRSINIZ.
Gent’teki hafta sonu tatilim için son zamanların gözde adresi olan 1898 The Post Oteli’nde yerimi ayırttım. Eskiden postane merkezi olan, şehrin en kalabalık meydanına bakan bu bina göz alıcı bir butik otele dönüştürülmüş. Öte yandan, taksiyle binaya varıp da mütevazı bir postane binası yerine krallara layık gibi görünen Neo-gotik bir saray görünce çok şaşırıyorum! Öyle görünüyor ki, bu şaşırtıcı şehrin sürprizlerine alışmam gerek. Otelin arka caddesindeki sessiz yolda yürürken kendimi birdenbire Leie Nehri kıyısında buluyorum. Nehrin karşılıklı kıyıları Graslei ve Korenlei boyunca olağanüstü lonca evleri uzanıyor. Orta Çağ döneminde uluslararası tahıl ve yün ticaretinin yapıldığı Avrupa’nın en zengin ve güçlü şehirlerinden olan Gent, o günlerden bugünlere değişmeden gelmiş. Nehir kenarında ilerlerken, buraya “Kuzey’in Venedik’i” diyebilmemizi sağlayan pastoral su kanallarını izliyorum. Kontlar Kalesi’ni koruyan siperlerin; kilise ve manastırların, Barok tarzda balık pazarının; sanayi çağına ait, günümüzde sanat merkezlerine dönüştürülmüş kırmızı tuğlalı eski depoların, şık hostellerin ve alışveriş merkezlerinin altından süzülerek geçen ufak teknelere atlamamak için kendimi zor tutuyorum. Şehrin tarihini açıklamayla yetinmeyen konuşkan rehberimiz Erwin “Tekne sessiz çalışıyor çünkü elektrikli, tıpkı Gent’te öncüsü olduğumuz diğer birçok ekolojik ve sürdürülebilir girişim gibi. Bu girişimlere başka örnekler verecek olursak, şehir merkezinde arabaları yasaklamaktan tutun da organik gıda dükkânlarına, organik restoranlara, geri dönüşümün hâkim olduğu modaya ve tasarım butiklere kadar birçok farklı alandan bahsedebiliriz.” diyor iftiharla. Erwin’in sahil kıyısı Patershol
Mahallesi’ni tasvir edişi ilgimi çektiği için karaya ayak basar basmaz orayı keşfe çıkıyorum.
Korenlei’nin arkasında uzanan dar, Arnavut kaldırımlı labirente dalarken, Patershol’ün Orta Çağ zanaatkârlarının küçük kır evleri ile tüccarların ihtişamlı konaklarının büyüleyici bir karışımı olduğunu keşfediyorum. Bu yapılar günümüzde Sjapoo gibi, Ria Dewilde adlı tasarımcının zarif şapkalarını vitrininde barındıran şık butiklere dönüştürülmüş. Uğradığım diğer mekânlar arasında baş döndürücü ışıklandırmasıyla Blue Poodle Gallery; gösterişli konakta ise Gent’in gözde şekerleme ve tatlı dükkânı, speculoos zencefilli kurabiyelerini ve cuberdon jöleli meyvelerini sekiz nesildir üreten Temmerman yer alıyor. Bir göçmenin işlettiği samimi pastane ile Vietnam’a özgü sokak yemekleri satan lokantanın arasında, kısa bir öğle yemeği molasının uzun bir gurme öğününe dönüştüğü yerde yeni açılan Roots’u keşfediyorum. Önceden belirlenmiş beş yemek çeşidinden tadabileceğiniz menü, boğazına düşkün Flemenklerin mevsime özgü, organik ürün kullanma felsefesinden ilham alıyor. Genç şef Kim Devisschere “Yemek yaparken cesur ve ciddi davranıyorum. Böylece, elimden geçen tıknaz mezgit balığı gevrek, neredeyse pembemsi bir hâl alarak mükemmel hâle geliyor. Bahçeden gelen bezelyeler de leziz ve gevrek, tıpkı olması gerektiği gibi. Ağız sulandıran dana yanağı sulu ve yumuşak bir şekilde servis edilirken, tütsülenmiş püre patatese fermente kereviz ve tombul istiridye eşlik ediyor. Bunların hepsi sıfır kilometre dediğimiz, uzaklardan gelmeyen, yerel ürünler.” diyor. Siesta yapmak
için otele geri dönmek istesem de uykuya direnerek Gent’in Patershol’de saklı iki büyüleyici müzesini geziyorum. The House of Alijn eski bir huzurevi binasında yer alıyor. Burada, manzaralı bahçeyi çevreleyen badanalı kır evlerinin oyuncak bebek evleri 1900’lerin Gent yaşamını yeniden gözler önüne seriyor: fırın, kasap, eczane, ayakkabıcı, mumcu. Eşsiz Tasarım Müzesi ise çok daha fazlasını sunuyor. Kısmen koruma altında olan, kısmen modern minimalist mimari ile dönüştürülmüş, bir o kadar şatafatlı Rokoko sarayında, salonları dolduran parlak XVIII. yüzyıl mobilyalarının arasından geçerken Le Corbusier, Ron Arad ve Ingo Maurer’in büyük bir hayal gücü ile ortaya çıkarılmış, çağdaş eserlerini inceleme fırsatı yakalıyorum.
Gent’te hafta sonu cuma günü başlar, daha doğrusu Cuma Pazarı’nda… Bu pazar için devasa Vrijdag Platz Meydanı’nda renkli tezgâhlar kurulur ve Gent’in tamamı alışveriş için buraya akın eder. Yakındaki Kuzey Denizi’nden çıkarılan deniz ürünlerinin bolluğuna daha fazla direnemiyorum. 28 yıldır buraya gelen balıkçı Frankie Vanmandegehem ısrarla “Geleneksel marine edilmiş ringa balığımız matjes’i denemeden gitmeyin.” diyor. Gerçekten de ringa balığı, meydandaki frituur yani patates kızartması tezgâhında satılan patatesler ile çok iyi gidiyor. Kendinizi yormadan karnınızı kolayca doyurabileceğiniz bir yer burası. Vrijdag Platz’tan iki dakikalık yürüyüşle, cuma sabahından pazar sabahına kadar envaiçeşit ıvır zıvır tezgâhıyla dolu St. Jacobs Meydanı’na varıyorum. Nereden başlasam? Art Deco lambalar, vintage kıyafetler, retro oyuncaklar ve oyunlar, hassas Çin porselenleri… Burada her bütçeye göre bir şey var. Bir fincan
sıcak çikolata içmek ve brioche yemek için dışarıda masalarıyla onlarca kafe de cabası! Burada güneşe doyarken alışverişe kısa bir mola verip dinlenebilirsiniz. Bir şehrin nabzını tutmak için her zaman pazarlarını gezmeyi önemli bulmuşumdur ve Gent’te gerçekten de birçok seçenek var. Pazar günü, cıvıltılı kuş sesleriyle dolu kuş pazarına, parfüm kokulu, renkli çiçek tezgâhları olan bir başka pazara ya da kitap ve el işi pazarlarına gitmek için daima vakit var.
Bu hareketli görüntüsüne rağmen Gent’i gece olunca uyuyan cansız “müze şehirler”den biri zannetmeyin. 50 bin faal öğrenci nüfusuna ev sahipliği yapan Gent’te dışarıda yeme kültürü var. Burada gece hayatı sabahın erken saatlerine kadar devam ediyor. Sonunda akşam yemeği için Vrijmoed’in şık restoranına gidiyorum. Burada iki yıldızlı Michelin şefi Michael Vrijmoed, tuhaf olduğu kadar iddialı yemekler yapıyor: Tütsülenmiş yılan balığı sorbesiyle doldurulmuş dana carpaccio ya da ağzınıza layık brokoli ve bezelye püresi ile hazırlanmış vejetaryen suşi. Garsonun gece hayatı önerileriyle asıl eğlence başlıyor. Gent’in parti mekânı Vlamsmarkt yakınlarındaki yerleri öneriyor. Burada tekno müzik sevenler Kinky Star’ı tercih ederken, ben de efsanevi dans kulübü Charlatan’ın yolunu tutuyorum. Oradaki DJ bana, Gent’in insanda hakiki bir kültürel his uyandırdığını söylüyor. Bu hissin sebebi, kulüplerde genellikle ücretsiz çalan müzisyenler de olabilir, sokak sanatçıları için açık bir kanvas ve Instagram kullanıcılarının cenneti Graffiti Caddesi, orijinal adıyla Werregarenstraatje de. Buraya vardığım andan buradan ayrıldığım âna dek, eğlenceli ve orijinal Gent beni sürekli şaşırttı.