MEDELLIN’DE SONSUZ BAHAR
SONSUZA DEK BAHARIN YAŞANDIĞI ŞEHIR OLARAK BILINEN MEDELLIN KADIM MIMARI GÜZELLIĞI, HAREKETLI ŞEHIR HAYATI, GIRIŞIMCI RUHU VE YEŞIL VAHALARI ILE INSANI KENDINE ÇEKIYOR. BU ŞEHIR ÖZELLIKLE NEFES KESICI MANZARALARIN VE DÜNYANIN EN IYI KAHVESININ OLDUĞU YERLERDEN BIRI.
Havaalanından Medellin şehir merkezine doğru yol alırken Second Mirador de Palmas’da şoförden kenara çekmesini rica ediyorum. Böylece gün batımını ve kısa süreliğine de olsa şehri izleyebilirim. Gerçekten de muhteşem bir manzara beni karşılıyor: Şehrin ışıkları yanıyor ve pembemsi kızıl gökyüzü altında, tepelerin arasından Medellin görünüyor.
Kolombiya’nın ikinci en büyük şehri olan, yaklaşık 2,5 milyon nüfusa sahip Medellin, aynı zamanda Antioquia eyaletinin de başkenti ve Aburra Vadisi’nde yer alıyor. Medellin ismi ilk olarak, İspanyol Kraliçesi Avusturyalı Mariana’nın “Medellin Candeleria Meryem Ana Kasabası”nı kurduğu yıl olan 1675’te ortaya çıkıyor. Bu kasaba, günümüzde şehir merkezinde, modanın kalbinin attığı mahalle olan El Poblado’da.
Ben de galerilerin, trend restoranların ve iyi alışverişin merkezi bu bölgeye doğru yola koyuluyorum. Mahallede kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra Kolombiya’nın meşhur tasarımcısı Mercedes Salazar’ın ürünlerini ve muazzam çiçekli küpelerini arıyorum. Radarımda H&M ile yakın zamanlarda özel seri çıkaran, elbise tasarımlarıyla ünlü Silvia Tcherassi ve Johanna Ortiz var ayrıca. Tabii buraya sadece alışveriş için değil, Medellin’i başka bir açıdan görmek için de geldim. Akşam yemeği vakti geldi. Yürüyüşüm bittikten sonra önümüzdeki günlerde konaklayacağım Charlee Otel’e gidiyorum. Otelin terasında otururken, Medellin’i farklı ve etkileyici bir açıdan seyrediyorum. Bu sırada şık bir topluluk, yani
yerli halkın deyişiyle Paisas, suşi yemek ve gece eğlenmek için içeri giriyor ve dünyanın dört bir yanından buraya seyahat eden diğer insanlarla kaynaşmaya başlıyor. Amacınız yemek ise seçim yapmanız zor: La Chagra’da tropik ormanların mutfağı servis edilirken, ünlü şefler Carmen Angel ve Rob Pevitt’in işlettiği Carmen’de inanılmaz bir menü ve ambiyans (tıpkı et söz konusu olduğunda Don Diablo gibi) sizi bekliyor. Bunun yanında, El Cielo’da moleküler gastronomi en iyi şekilde sunuluyor ve restoran sahiplerinin kendi tarlalarında yetişen kahveler servis ediliyor. Tercihiniz sokak yemeklerinden yanaysa çeşitli sokak lezzetlerini ve comida rapida denen fiks menüleri kasabanın her yerinde bulabilirsiniz. Bu akşam benim gönlüm, terastan Medellin gecelerini izlemekten yana. Şehirdeki yenilikleri keşfetmek ve öteden beri gözdem olan mekânları tekrar görmek için ertesi sabah otelden ayrılıyorum. Medellin hızla dönüşen, inovatif bir şehir. Mimarlık alanında birçok ödül kazanmış şehir inovatif altyapı çözümleriyle de uluslararası çapta girişimcileri kendine çekiyor. Biraz kahve, taze papaya ve şekerli ekmeğin ardından günün ilk durağı
Comuna 13’teyim. Bir zamanlar şehrin dışında kalan, pek de hoş anılmayan Comuna 13, şehir içinde noktaların birbirine daha çok bağlanması sayesinde açık bir sanat ve start-up alanına dönüşmüş. 160 metre uzunluğundaki açık hava asansörünü ya da teleferiği kullanarak Comuna 13’e kolayca ulaşabilirsiniz. Yukarı çıktığınızda küçük kafelerden birine oturarak soluklanabilir, mangolu ya da başka bir meyveli buzlu dondurma yani paleta yiyebilir veya kahve ile merenge’in tadına bakabilir, dahası Comuna 13’ün sokak sanatlarını, start-up alanlarını, sanatçı stüdyolarını, açılmak üzere olan tasarım butiklerini ve çiçeklerle bezeli duvarları görebilirsiniz. Bu çiçeklerden her biri, Kolombiya’da 1980’lerde cereyan eden olaylarda kaybolan Comuna 13 insanlarını temsil ediyor. Bugünlerde daha ziyade hip hop ve salsa duysak da Narcos’u izleyenlerin aklına Rodrigo Amarante’nin “Tuyo”su geliyor şüphesiz. Günün tadını çıkaran ve caddede gezen insanlar sağımdan-solumdan geçerken kulağıma çalınan sesleri daha bir dikkatle dinliyorum geri dönmeden önce. Parque Arvi’den ayrılıyor, yeni günün manzaraları eşliğinde teleferiğe biniyorum sonra. Botero’nun heykellerini görmek üzere Plaza Botero’ya yöneliyorum. Bu meydanda, sanatçının 23 devasa, tunçtan heykeli sergileniyor. Hemen yan
taraftaki Antioquia Müzesi’nde çok daha fazla Botero eseri var. Kolombiya’nın en meşhur sanatçısı Fernando Botero, bu eserlerini memleketi Medellin’e armağan etmiş. Bunların arasında kedi ile köpek, Âdem ile Havva, kadınlar ile erkekler ve tabii ki atlar var. Hepsi de Botero’ya özgü bir şekilde tombul. Daha önce hiçbir yerde bu kadar çok Botero eseri görmemiştim. İnsanlar burada buluşuyor, oturuyor, sohbet ediyor; aileler çocuklarıyla geziyor, heykellere bakıp güneşin tadını çıkarıyor. Buradan botanik bahçesine, Jardin Botanico’ya ve Orchideorama’ya gidiyorum. Çiçekleriyle ama özellikle de orkideleriyle ünlü Kolombiya. Şehrin ortasındaki Joaquin Antonio Uribe Botanik Bahçesi yeşil ve rahatlatıcı bir alanda birçok çiçek türünü barındırıyor. 4 bin 500’den fazla çiçek, 140’a yakın kuş türünün yanı sıra, botanik bahçesinin Orchideorama bölümünde orkide koleksiyonu ve kelebek evi de bulunuyor. Bu etkileyici ahşap yapı yağmur suyunu toplamaya yarayan, güzelliğiyle büyüleyen çiçek ve ağaç yapılarını içeriyor. Çeşitli renk ve şekillerdeki orkideler gerçekten insanın aklını başından alıyor ve zamanın nasıl geçtiğini unutturuyor. Acıktığım ve gün boyu yeterince yürüdüğüm için botanik bahçesinin restoranı In Situ’ya geçiyorum. Zarif, sakin ve aydınlık bir alana kurulu restoranda müthiş yemekler servis ediliyor: geleneksel Kolombiya yemekleri, et ve makarna, inanılmaz salatalar ve en sevdiğim deniz ürünleri. Burası, kahve sonrasında bir şeyler içmek ya da akşamüstü kitap okumak için güzel bir atmosfer sunuyor.
Ancak benim için ayrılma vakti geldi. Otele dönüp Kolombiya’nın en renkli kasabası Guatape için hazırlanmaya başlıyorum. Medellin’den bir buçuk saatte varılan Guatape yeşillikler içinde, La Laguna Guatape Gölü’nün kenarında, keşfedilmeyi bekleyen El Penol adlı büyük bir kaya parçasına sahip küçük bir kasaba. Muazzam cabana’ları ile Bosko Otel’den hem göl ve adalar manzarasını hem de El Penol manzarasını seyredebilirsiniz. Ertesi gün erkenden uyanıp El Penol’ün dik 740 basamağını çıkmayı hedefliyorum. 220 metre sonra basamakların sonuna ulaşarak buraların en güzel manzarasını seyretmeyi düşünüyorum. Göl, adalar ve uzaktan Antioquia manzarası beni karşılıyor. Daha sonra Calle del Recuerdo’dan geçerken kasabanın zocalo’larla dekore edilmiş renkli evlerini görüyor, mülk sahibi ailelerin ya da işletmelerin hikâyelerini dinliyorum. Kasabanın her yerinde kahve, çeşitli meyve suları ve öğün arasında atıştırmalık olarak tüketebileceğiniz empanada ve arepa’lardan bulabilirsiniz. Nuestra Senora del Carmen Kilisesi’nin önündeki meydanda, yani Parque Principal çevresinde yemek yiyip bir şeyler içmeyi unutmayın. Burada aynı zamanda yöreye özgü el sanatları ürünlerini de bulabilirsiniz. Nihayetinde, Medellin ve Antioquia’da daha yapılacak çok şey olsa da ayrılma vakti geliyor. Elbette içilecek daha çok kahve var! Ancak bir şeyden eminim; buraya mutlaka geri döneceğim ve sonsuz baharın yaşandığı bu şehirde daha uzun süre kalacağım.
Medellin hızla dönüşen, inovatif bir şehir.