Craftsmen Who Process Time
Mechanical clocks are given life again by horologists. From the past to the present, the palace, pocket, wall clocks, and clock towers were the most valuable witnesses of time. I met with four clock experts living in Istanbul and spoke with them about the world of the clocks and watches they repair with great care in their workshops.
As I walk around the special collection in the Istanbul Topkapı Palace Museum, which also contains limited mechanical watches from across the world, it seems like I am on a journey through time. There are watches from all countries in this collection of timekeepers collected by the Ottoman dynasty. Seeing clocks made by Mevlevi Ahmed Eflaki Dede, who is regarded as one of the earliest clock craftsmen of the Ottoman era, Mehmet Şükrü, and Süleyman Leziz Bey still in working order makes me so happy.
The chapter in the book by Otto Kurz European Clocks and Watches in the Near East, in which it explains the journey of clocks and watches from the East to the West in the 14th and 15th centuries, comes to my mind. I am setting out to meet clockmakers and repairers in Istanbul to gain more information on the fate of clocks that were once made with great effort and patience.
Clocks of Sultans
First of all, I am visiting the workshop of Recep Gürgen, a clockmaker who has maintained the clock collections in the Topkapı and Dolmabahçe Palaces with great care for many years. The walls and tables are full of clocks that I have never seen before. Each of these has survived as a witness
görmediğim saatlerle dolu. Hepsi farklı bir dönemin tanığı olarak dimdik ayakta. Gürgen her saatin dilinden anlıyor ama esasında bir saray saatçisi. Mesleğiyle 1960’lı yıllarda, 14 yaşındayken tanışmış. Saat tamirinin temellerini öğrendikten birkaç yıl sonra da II. Abdülhamid’in saatçiliğini yapan Alman asıllı Johann Meyer’in torunu Wolfgang Meyer’in yanında çalışmaya başlamış ve saray saatleri serüveni böylece başlamış. “Saray saatlerinin konstrüksiyonu farklıdır. Saraylarda çok fazla oda olduğu için pek çok saat bulunurdu. Sadece Topkapı Sarayı’nda 300, Dolmabahçe Sarayı’nda ise 200 saat vardı. Ustam Wolfgang Meyer’in yanında çalışırken ben de bu saatlerin bakımında ve tamirinde bulunma fırsatını yakalamıştım.”
Antika bir saatin “gong” sesiyle irkiliyorum. Yanı başımdaki masada duran gösterişli büyük saat dikkatimi çekiyor. El işi süslemelerle bezeli ve üzerinde Osmanlıca yazılar olan bu saat sanat eserinden farksız. Saatin 1800’lü yılların sonlarında Haliç tersanesinde üretildiğini belirten Gürgen, “Eskiden en önemli buluşlar devlet eliyle olurdu.
Bu saatler sarayların tefriş bölümünde yer alırdı. Bu modelin benzerlerinden Türkiye’de sadece dört beş tane kaldı.” diyor.
Bugüne kadar yaklaşık 20 bin saatin bakımını ve tamirini gerçekleştiren Recep Gürgen ile vedalaşırken ustanın kartvizitindeki “Tamiri imkânsız saat yoktur.” ibaresi zihnime işliyor. Haliç manzaralı bu özel atölyeyi geride bırakarak bir diğer saat ustası Ali Rıza Balcı ile buluşmak üzere Kapalıçarşı’nın yolunu tutuyorum.
Çarşının Kalbinde Saat Sanatı
Her yıl milyonlarca ziyaretçi ağırlayan ve dünyanın en büyük çarşısı olarak bilinen Kapalıçarşı’nın rengârenk dünyasındayım… Halıcılar, mücevherciler, hediyelik eşya satan dükkânlar ve antikacıların arasından geçerek İç Bedesten’deki küçük dükkâna geliyorum. Vitrinde ışıl ışıl parlayan, çalışır durumda onlarca antika cep saati sahibini bekliyor. Ali Rıza
Balcı’nın saatlerle buluşma hikâyesi üniversite zamanlarında başlamış. İstanbul Üniversitesi’nde tarih bölümünde okurken Kapalıçarşı’daki ustasından mekanik cep saatlerinin tamirini öğrenmiş. O günden bugüne -yaklaşık 40 yıldır- aynı dükkânda müşterilerin aile yadigârlarını ve koleksiyonerlerin getirdiği birbirinden değerli 200-300 yıllık cep saatlerini tamir ediyor. Avrupa’da çoğu ülkede saatçilik okulu olduğunu söyleyen Balcı, “Saatçiler olarak çoğumuzun en büyük ideallerinden biri, Türkiye’de saatçilik okulunun olmasıydı ve sonunda geçtiğimiz aylarda ilk Mikromekanik ve Saat Teknolojileri Bölümü Bursa’da açıldı. Saatçilik bir kültür ve akımdır, yeni neslin bu kültürü devam ettirmesi önem taşıyor.” diyerek görüşlerini dile getiriyor. Elime aldığım 200 yıllık altın kaplama cep saatinin üzerindeki zarif mine bezemelerine hayran kalıyorum. Balcı, bu saatin tamamen el işi Fransız üretimi olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Saat canlı bir organizma gibidir. Her
saat başka bir saati bekler; çünkü eksik parçalarını yeni gelenlerin parçalarıyla tamamlarız ve o saat canlanır.” Saatçiliğin küçük bir hatayı bile affetmediğini söyleyen Balcı, işini olağanüstü bir titizlikle yapıyor. 1980’li yıllarda dünya saat markalarının elektronik saat üretmeye başladığını belirten usta, büyük firmaların zaman içinde saatin bir sanat olduğunu anlamalarıyla yeniden mekaniğe geçtiklerini vurguluyor.
Tarihî Kulelerin Tarihî Saatleri
Kapalıçarşı’dan çıkıyorum ve kule saatçiliği konusunda uzmanlaşan Metin Coşkun’un Şişli’nin ara sokaklarındaki dükkânına geliyorum. Onlarca saatin sarkaç sesiyle yankılanıyor içerisi. Ustayı beklerken birkaç dakikalığına bu seslerle huzur buluyorum. Mesleğe sekiz yaşında adım atan usta yaklaşık 50 yıldır bu işi yapıyor. Son yıllarda ise kule saatlerinin tamiriyle ilgileniyor. “Kule saati tamiri bu işin ‘nirvana’sıdır. Her saatçi bu düzeye ulaşamıyor. Kule saatleri hiç bozulmadan 100 yıl yaşar. Zaman içinde çarkları aşınır ve bizler bunları tek tek söktükten sonra yeniden tasarlayıp parçalarını üretiriz. Bakımın tamamlanmasıyla kule saati yoluna daha yüzlerce yıl devam eder.”
Türkiye’de 20’ye yakın tarihî kule
olduğunu belirten Metin Coşkun, şehir meydanlarındaki kule saatlerinin devletin otoritesini temsil ettiğine ve halka verilen önemin bir nişanesi olduğuna işaret ediyor. Coşkun, İstanbul’da Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nin avlusunda yer alan Saint Esprit Katedrali’nin kulesindeki saati onarıyor bugünlerde. Eski kule saatlerinin yer çekimiyle çalıştığını anlatan usta, ucuna ağırlık bağlanmış halatların aşağı doğru çekilerek çarkların dönmesini sağladığını ve bu şekilde enerjinin oluştuğunu anlatıyor. “Kule saati tamirinde zanaatın yanı sıra sanat da var. Saatleri onarırken orijinal görüntüsünü vermek ve akustiğinin aynısını sağlamak zorundasınız. Tarihî dokuyu bozmadan, eski resimlerine bakarak ahşaba biçim veriyor ve aynı rengi esere uyguluyoruz.” derken mesleğine duyduğu aşktan gözleri parlıyor ustanın.
Aile Yadigârlarından Koleksiyonlara
Anadolu Yakası’ndan devam ediyor ve saatçilik mesleğini dört kuşaktır sürdüren aileden Nezihi Arıcı ile buluşmak üzere Kadıköy’ün renkli semti Moda’ya geliyorum. Duvarlarda ustanın elinden çıkan saatler gelenleri karşılıyor. Guguklu, bimbamlı, fanuslu, köstekli saatleri gördüğüm an çocukluğuma
1
dönüyorum. Arıcı duvar ve masa saatlerinde uzman olmasının yanı sıra eski kol saatlerini modernize ederek yeniden tasarlıyor ve bunları internetten satıyor. Bu tasarımlar arasında pahalı koleksiyonlar da bulunuyor. Yarım asırdır saat tamiri yapan usta, 1980’li yıllarda bir saat arkeoloğu gibi Avrupa’daki ülkeleri gezip eski saatleri araştırdığını ve topladığını anlatıyor: “O dönemlerde mekanik saatlerin yanı sıra 50 adet elektronik saat de getirmiştim. Tabii ilk defa görenler hemen hepsini aldılar. Fakat elektronik hiçbir zaman mekaniğin yerini tutamaz. Mekaniğin ömrü sonsuzdur.” 1800’lü yıllardan kalma Viyana yapımı bir duvar saati çalmaya başlıyor sohbetimiz sırasında. “Bu gördüğünüz bir koleksiyonerin saati. Pek çok kimse ailesinden kalma İngiliz, Fransız ve Alman üretimi saatlerini tamire getiriyor. Almanya’nın kara orman bölgesinde yapılan, XIX. yüzyıla ait guguklu ağaç saatler dahi hâlâ bize geliyor ve tamir olup evlerine dönüyor.” Saatlerin çıkardığı sesin bir tür meditasyon etkisi yaptığını söyleyen Nezihi Bey, yaptığı tamirin kendisine insanın ağrıyan bir yerini iyileştirmek gibi geldiğini belirtiyor. “Saatin bir ruhu var, onun çalışması için çaba sarf ediyoruz. Duvar saati evin bir demirbaşıdır, süsüdür. Kapıdan girince önce bir saate bakarsınız. Bakınca mutlu olursunuz. Hayatın içinde nereden gelip nereye gittiğiniz konusunda sizi ikaz eder. Saatin pek çok manası var. Saat insanı nehir, kuş sesi gibi rahatlatır, dikkatinizi toplamanızı sağlar, yorgunluğunuzu alır. Onun sesi iyi hâlde olmanızı sağlar.”
Kolumdaki aile yadigârı saatime bakıyorum. Artık gitme vaktimin geldiğini söylüyor. Saatlerin dünyasından ayrılırken onları birer mühendis gibi çalıştırıp canlandıran saat ustalarının hikâyelerinin daha uzun yıllar devam edeceğini anlıyorum.