Angkor Vat’ta Gün Doğumu
Khmer İmparatorluğu’nun mirası ihtişamlı Angkor Vat, Kamboçya seyahatimin en etkileyici durağı.
Kamboçya’nın geleneksel ulaşım aracı, motorların arkasına eklenen küçük ve etrafı açık kabinden ibaret tuktuk ile yol alıyoruz. Gecenin karanlığında Siem Reap arkamızda kalıyor, binalar azalıyor. Zifiri karanlıkta orman yolundayız artık. Yüzüme vuran rüzgârla uyku mahmurluğundan sıyrılıyorum. Kamboçya’nın sıcak ve nemli tropik ikliminde bu rüzgâr piyango gibi. Büsbütün uyandıktan sonra göreceklerimi düşünüp heyecanlanmaya başlıyorum. Dünyanın en büyük tapınağı Angkor Vat’ta gün doğumunu izlemek için yoldayım.
Yaklaşık yarım saatlik yolculuğun sonunda tuktuk sürücüsü durdu ve geldiğimizi söyledi. Dev su kanallarının ardındaki tapınak-şehrin dev duvarları ağaçların arasından hayal meyal seçiliyor. Cebimdeki ufak feneri çıkarıp diğer ziyaretçilerin peşine takıldım. Bir yere yetişecekmiş gibi hızlı adımlarla hareket ediyoruz. Derdimiz gün doğumunu seyretmek için en güzel yeri kapmak. Angkor Vat’ın çevresini saran kanalların üzerindeki tarihî köprünün sonunda, duvarların görkemiyle kıyaslayınca küçük görünen bir kapı çıkıyor karşıma. Dünyanın dört bir yanından gelen gezginlerin peşinden kapıdan geçiyor ve kendimi geniş bir bahçede buluyorum. Bahçenin ortasındaki uzun taş yolda fener ışığıyla yürürken gözüm karanlığa alışıyor. Derken Angkor Vat’ın görkemli kulelerinin silüeti belirmeye başlıyor. Yürüyüş yolunun kenarındaki göletin civarı gün doğumunu izlemek için güzel bir nokta; buradan hem tapınağın arkasından doğan güneşi hem de sudaki yansımasını izlemek mümkün.
Ancak başkaları da benimle aynı şeyi düşünmüş olacak ki etraf kalabalık. Kendime uygun bir yer bulup
beklemeye başlıyorum. Göğün rengi siyahtan laciverde dönse de yıldızlar hâlâ görülüyor. Zamanla hava aydınlanmaya ve Angkor Vat’ın ihtişamı ortaya çıkmaya başlıyor. Khmer İmparatoru II. Suryavarman’ın bu tapınağı yaptırmasına neden olan hikâye geliyor aklıma. Eşinin kendisinin sağlığından endişelenerek ölümsüzlüğü aramasından rahatsız olan II. Suryavarman, ölümün kesinliğini göstermek için başkente ihtişamlı bir mezar yaptırmaya karar verir. İnşası 30 yıl süren tapınak Hindu tanrılarından Vişnu’ya adanır. Ölümü vurgulamak için, Hindu tapınaklarının çoğunun aksine, ön cephesi batı yönündedir. Bu nedenle diğer tapınaklar genellikle gün batımı manzarası ile ünlüyken, Angkor Vat’ın gün doğumunda ortaya çıkan silüeti ziyaretçileri cezbediyor.
Güneş ışıkları etkisini arttırdıkça Angkor Vat’ın ardındaki gökyüzü ve bulutlar maviden kızıla, kızıldan turuncuya, turuncudan pembeye bir renk cümbüşü oluşturuyor. Büyülenmiş hâlde bu muhteşem renk seremonisine şahitlik ediyorum. Gün doğumu manzarası 800 yıllık, dantel gibi işlenmiş tapınakla birleşince güçlü bir etki uyandırıyor. Önce, Hindular için kutsal Meru Dağı’nın zirvesini temsil eden ve lotus çiçeği tomurcuğu şeklinde yapılmış merkez kule günün ilk ışıklarıyla bulu
şuyor. Bir süre sonra da dağın diğer tepelerini temsil eden kuleler aydınlanıyor. Işık güçlendikçe kulelerin ve tapınağın üzerindeki işçilik daha da görünür oluyor. 300 bin işçi ve 6000 filin 30 yıl emek verdiği eser tüm güzelliğiyle karşımda!
Güneş yükselince tapınağın içini gezmek için ilerliyorum. Yanımdan turuncu kıyafetleriyle Budist rahipler geçiyor. VII. Jayavarman Khmer İmparatorluğu’nun dinini XII. yüzyıl sonlarında Budizme dönüştürünce Angkor Vat da bir Budist tapınağına çevrilmiş; o günden beri de Budistler için hac noktası. İçeri girerken iki yanımda apsara denen küçük kadın heykelleri gözüme çarpıyor. Khmer mitolojisine göre bunlar cennetten gelen periler! Tapınakta her biri diğerinden farklı 2 bin civarında apsara figürü bulunuyor. Yüzlerce metre uzunluğundaki koridorlara yönelip duvarlardaki kabartmaları inceliyorum. II. Suryavarman’ın isteği üzerine Mahabharata gibi Hint destanları, Hint mitolojisine dair hikâyeler ve o dönemin önemli olayları, zaferleri, gündelik hayatı işlenmiş duvarlara. Rölyefler öylesine gerçekçi ki canlandırılan ânın içine
düşeceğim hissine kapılıyorum. Yaklaşık 1200 metrekarelik alandaki kabartmaların yapımının 10 yıl sürdüğü tahmin ediliyor.
Koridordan ayrılıp tapınağın derinlerine doğru ilerleyince karşıma kocaman boş havuzlar çıkıyor. Havuzların çevresinde serdikleri hasırlar üzerinde oturan, tütsü yakıp dua eden Budist rahipler görüyorum. Önlerindeki pirinç taslarda su ve lotus yaprakları… İsteyen ziyaretçiler rahiplerin karşısına bağdaş kurarak oturuyor. Rahip Kmerce dualar eşliğinde, ritmik hareketlerle pirinç taslardaki suyun damlalarını ufak bir fırça kullanarak, oturan kişiye atıyor. Kötü ruhları uzaklaştırmayı amaçlayan birkaç dakikalık ritüel, rahibin karşısındaki kişinin el bileğine ince kırmızı bir ip bileklik bağlamasıyla sona eriyor. Bu bilekliği kopmadan çıkarmanın kötü şans getireceğine inanılıyor.
Rahiplerin yanından ayrılıp Angkor Vat’ın görkemli kulelerine tırmanmak için üst kata çıkıyorum. Bir dönem yalnızca imparatorun ailesine ve yüksek rahiplere ait olan kuleler artık Babil Kulesi gibi onlarca farklı dil konuşan turistleri ağırlıyor. XV. yüzyılda Khmer İmparatorluğu çökünce kaderine terk edilen
tapınak kompleksi yüzyıllar boyunca sadece din adamları tarafından ziyaret edilmiş. Duvarları ağaçlarla sarılmış metruk hâldeki yapı XIX. yüzyılda Fransız kâşif Henri Mouhot tarafından Batı’ya tanıtılmış ve geçirdiği restorasyondan sonra bugünkü popülaritesini kazanmış. Dik, yüksek ve dar aralıklı basamakları neredeyse sürünerek çıkıyorum. Tapınak merdivenlerinin bu kadar dik ve yüksek olması inanç-çile ilişkisini düşündürüyor bana. Meru’yu temsil eden kulenin tepesine varıyorum sonunda. Kabartmalarla süslü pencereden karanlıkta yürüdüğüm uzun yolu, geniş bahçeyi ve duvarların arkasındaki uçsuz bucaksız tropik ormanı izlerken yorgunluğum uçup gidiyor. Angkor Vat’ı gördüğünde Henri Mouhot’nun defterine düştüğü not geliyor aklıma: “Bulduğumuz tapınaklardan biri, Süleyman Mabedi’ne rakip olabilecek görkemi ve antik bir Michelangelo’nun elinden çıkmış güzelliği ile bizim en güzel yapılarımızla boy ölçüşebilir durumda. Antik Yunan’dan veya Roma’dan bize kalan çoğu şeyden daha güzel.”