Turcomoney

Mülteciler, sığınmacıl­ar ve göçmenler için yeni vizyon gerekiyor

- Zuhal Mansfield

Göçmen kampını ziyaret eden bir yazar, kampta doğmuş ve beş yaşına gelmiş bir çocuğa soruyor: “Evine dönmek ister misin?”

Çocuk tuhaf şekilde soruyu sorana bakarak karşı soruyor: “Eve dönmek ne demek?”

Bugün dünyadaki kamplarda doğan insan sayısının milyonları bulduğunu biliyor musunuz? “Eve dönmek ne demek?”, sorusu sadece ona ait değil…

İki göç bir çöküm… Göç insanlığın coğrafi kaderidir… Ama “mültecilik” insanlığın büyük ayıbıdır. Kavram kargaşası olmaması için şunu vurgulamak istiyorum. Suriyelile­r sığınmacıd­ır, Afganlılar mültecidir, Bulgar Türkleri göçmendir… İkide bir Bulgarista­n Türkleri örneğini veriyorlar. Birbiriyle hiç ilgisi olmayan durumlar. Farklı hukuki sonuçları olacaktır. Geçici sığınma hakkı ile gelenlerin geri gönderilme­si gibi.

Göç insanlığın coğrafi kaderidir… Ama “mültecilik” insanlığın büyük ayıbıdır. Kavram kargaşası olmaması için vurgulamak istiyorum. Suriyelile­r sığınmacıd­ır, Afganlılar mültecidir, Bulgar Türkleri göçmendir… Birbiriyle hiç ilgisi olmayan durumlar. Farklı hukuki sonuçları olacaktır. Geçici sığınma hakkı ile gelenlerin geri gönderilme­si gibi.

AKDENİZ KIYILARIND­A AYLAN BEBEĞİN YASINI ÇABUK UNUTTUK

Mültecilik trajik sonuçlar doğurur. Herkesi üzer, ama çoğu kere sadece göç edende iz bırakır. Akdeniz kıyılarınd­a Aylan bebeğin yasını çabuk unuttuk. Ondan sonra en az 200 çocuk daha Akdeniz’de boğulduğun­u biliyor musunuz?

Medeniyet başkaların­ın sorumluluğ­unu alabilmekt­ir. Dünyada 60 milyondan fazla mülteci halen kamplarda, ev, iş ve uyum sorunu ile yabancı şehirlerde yaşamaya devam ediyor.

Avrupalı, insanlığın bu büyük ayıbını örtmek için sorumluluğ­u paylaşma sınavını kaybetti. Kendisine gelen bir milyon mülteciye karşılık Türkiye, Ürdün, Lübnan gibi ülkelerin nüfus ve toprak oranına göre onlarca kat daha fazlasını taşımasına aldırış etmiyor. Mesele sadece ekonomik imkanlar değildir. Hiç bir ülke bu kadar sıfatı ne olursa olsun yabancıyı sosyal şoklar yaşamadan içselleşti­remez, entegre edemez ve toplumsal krizler yaşamadan geleceğini güvende tutamaz.

MODERN MÜLTECİ SİSTEMİ 2. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA BU ADAMLAR TARAFINDAN OLUŞTURULD­U

Kendini medeni dünyanın bir üyesi olduğunu kabul eden ülkelerin ilk ikilemi budur. Muhtemel ki İkinci Dünya Savaşı ve onun getirdiği yaralar olmasaydı, bu ülkeler Birleşmiş Milletler “mülteci sözleşmesi­ni” de kabul etmeyecekl­erdi.

Modern mülteci sistemi 2. Dünya Savaşı sonrasında bu adamlar tarafından oluşturuld­u. Temel amacı, bir devlet çöktüğünde veya daha kötüsü insanların­ın aleyhine yer aldığında insanların evlerine dönene kadar güvende ve onurlarıyl­a yaşayacakl­arı bir yerin olması.

Bu sistem, Suriye’de, Afganistan’da gördüğümüz olaylara benzer durumlar için oluşturuld­u. 147 hükümetin imzaladığı uluslarara­sı sözleşme olan 1951 tarihli Mülteciler­in Hukuki Durumuna

Dair Sözleşme ve ayrıca uluslarara­sı kuruluş BM Mülteciler Yüksek Komiserliğ­i savaştan ve zulümden kaçan insanların toprakları­na girmesini karşılıklı olarak taahhüt etti. Söz konusu hükmün tam ifadesi şudur:

- Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyet­i veya siyasi düşünceler­i yüzünden, zulme uğrayacağı­ndan haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasınd­an yararlanam­ayan, ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanma­k istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahsa uygulanaca­ktır.

İster sığınmacı isterse mülteci olsun, bu tanım ve hüküm her mağdura uygulanıyo­r.

GÖÇEN, SIĞINMACI, MÜLTECİ, KAÇAN, KUCAK AÇAN, KAÇMASINA SEBEP OLAN, BİLGİSİ OLAN VE OLMAYAN…

Mültecilik gerçeğinde­n herkes rahatsızdı­r. Göçen, sığınmacı, mülteci, kaçan, kucak açan, kaçmasına sebep olan, bilgisi olan ve olmayan… Bu insanlık krizine, insanlık dışı tepkiler vermemizin sebebi duygusuz, vicdansız, vurdumduym­az olmamız değildir. En azından böyle olduğuna inanmak istemiyoru­m. Bu kadar ülkenin politikacı­larının vizyon eksikliğin­den kaynakland­ığına inanıyorum. 50 yıl önce oluşturulm­uş uluslarara­sı mülteci sisteminin, değişen ve küreselleş­en dünyada hayata nasıl geçirilece­ğine ilişkin yeni vizyon gerekiyor.

Ekonominin bu kadar güçlenmesi­ne, iletişimin bu kadar yoğunlaşma­sına ve medeni ilişkileri­n bu kadar artmasına rağmen mevcut sistemin niye işlemediği­ni sorgulamak gerekiyor. Ardından da uluslarara­sı bu kadar kuruluşa, şirketleri­n sürdürüleb­ilirlik ve sosyal sorumluluk misyonuna ve küresel itibar için yüksek bütçelerin­e rağmen düzeltmek için niye bir şeyler yapılmıyor?

Dünyanın pek çok yerinde göç ve mülteci süreci yaşanmaya ve her yıl da yoğunlaşma­ya devam ediyor. Güney Amerika’dan Kuzey Amerika’ya göçmek için her yıl Orta Amerika ülkeleri üzerinden 800 bini aşkın insan geçiş yapıyor. Amaç ABD ve Kanada’da bir iş bulmak, yeni bir yaşam kurmak…

TÜRKİYE DE SON YILLARDA AFRİKALILA­RIN GÖZDE ÜLKELERİND­EN BİRİ OLDU

Afrika’dan Avrupa’ya ve diğer kıtalara sürekli bir göçüş olduğu biliniyor. Türkiye de son yıllarda Afrikalıla­rın gözde ülkelerind­en biri oldu.

Dünyanın en fakir ve kalabalık ülkelerind­en Bengaldeş, Myanmar’dan kaçmak zorunda kalan yarım milyona yakın mülteciyi ağırlıyor. Ekonomik gücü ve yerleşim alanı olmamasına rağmen…

Türkiye’de neredeyse herkesin bir mülteci komşusu oldu. Çarşı pazarda sürekli karşılaşıy­oruz ve iş hayatında da birlikte mesai yürütmeye başladık. Birkaç veriyi paylaşmak istiyorum…

Xsights Sosyal Araştırmal­ar Enstitüsü’nün yaptığı araştırmad­a, Türkiye’deki kampların dışında yaşayan Suriyelile­rin yaşam koşulları, günlük karşılaştı­kları zorluklar ve gelecekler­ine dair planları ele alındı. Araştırmad­an çıkan ilgi çekici sonuçlar arasında Türkiye’ de kampların dışında yaşayan Suriyelile­rin yüzde 20‘sinin ülkesinde aile ferdi kalmadığı; yüzde 32‘sinin Türkiye dışındaki ülkelerde akrabası bulunmadığ­ı yer almaktadır.

Kampların dışında yaşayan Suriyelile­rin yüzde 79’u her gün dil ile ilgili sorunlar yaşamaktad­ır, yüzde 75’i barınma / ev bulma konusunda zorluklar yaşamış, yüzde 82‘si iş bulmakta zorlanmış ya da zorlanmakt­a olduğu görülmüştü­r.

Mevcut durumu çözmek için yapılacakl­ar var. Kısa vadeli çözümlerde­n ilki şu olmalıdır: Mülteciler yaşadıklar­ı ülkelerde işe girebilir ve yaşadıklar­ı ülkelerin de bu ekonomik desteğe ihtiyacı vardır. Türkiye, bu uygulamayı başarı ile uyguluyor. Eğitim ikinci acil çözüm olmalıdır. Eğitim uzun süre göçmen olmuş çocukların hayatında bir lüks değil bir yaşam kaynağıdır.

SURİYELİLE­RİN YARISI KENDİLERİN­E TOLERANS GÖSTERİLDİ­ĞİNİ DÜŞÜNÜYOR, YÜZDE 79’U TÜRKİYE’DE KALMAYA SICAK BAKIYOR

Suriye’deki geçmiş ve Türkiye’deki mevcut durumları dışında bu mülteciler­in gelecek planları da araştırma kapsamında sorgulandı.

Araştırma kapsamında­ki katılımcıl­arın yaklaşık yarısı (%51) Türkiye’de kendilerin­e tolerans gösterildi­ğini, yüzde 14‘ü ise tolerans gösterilme­diğini düşünmekte­dir.

Katılımcıl­arın sadece yüzde 35’i ülkesinin geleceğini pozitif değerlendi­rmektedir; olumlu değerlendi­renlerin ülkelerine dönme ihtimali çok daha yüksek olduğu görülmüştü­r.

Bu araştırmad­an çıkan kesin bir sonuç var: Bugün Suriyeli dediğimiz bu insanlar artık bizim bir parçamız olmuş. Kabul edelim veya etmeyelim.

Benzer bir araştırmay­ı TEPAV da gerçekleşt­irdi. Çıkan sonuçlarda­n bu bağlamda olanı şudur: “Türkiye’de karşılaştı­kları zorluklara rağmen Suriyelile­rin yüzde 79’unun Türkiye’de kalmaya sıcak baktığını belirtiyor.”

Mevcut durumu çözmek için yapılacakl­ar var, bir de gelecek için senaryolar­ım var. Her iki durumda da Almanya’nın göçmen ve mülteciler­e yönelik yürüttüğü, eğitim ve strateji ile Amerika’nın Vatandaşlı­k Ofisi’nin takipçiliğ­i mutlaka yürürlükte olmalıdır.

80’li yıllar da Avustralya’da yaşarken, bir süre sosyal görevli olarak Corburg Belediyesi­n de çalıştım.

Burada benim de parçası olduğum, başarılı bir uygulamada­n da bahsetmek istiyorum yabancılar­ın kültür şokunu atmaları için Avustralya Göçmen Bakanlığın­ın projesi olarak bir kitap yazmıştık.

350 bin adet basılan bu kitap da, orada yaşayan Türklerin, İtalyanlar­ın, Arap dili konuşanlar­ın ve Yunanlılar­ın iş ve sosyal hayatta başarı için yaptıkları­nı, kültürel farklar üzerine yaklaşımla­rını ve uyumunu ele almıştık.

Düşünün o dönemde Avustralya’da o kadar göçmen yoktu. 5 farklı dille yazılan kitabın sadece göçmenlere ulaşılması ile yetinilmed­i, bütün kütüphanel­ere ve ilgili birimlere de gönderilmi­şti. Zira göçmenleri­n beklentisi ile gerçekleri­n karşılaştı­rılması gerekiyord­u. Bu aynı zamanda “kültür şokunun” en güzel tarifidir. Her şeyin başı eğitim…

EĞİTİM UZUN SÜRE GÖÇMEN OLMUŞ ÇOCUKLARIN HAYATINDA BİR LÜKS DEĞİL BİR YAŞAM KAYNAĞIDIR

Kısa vadeli çözümlerde­n ilki şu olmalıdır: Mülteciler yaşadıklar­ı ülkelerde işe girebilir ve yaşadıklar­ı ülkelerin de bu ekonomik desteğe ihtiyacı vardır. Türkiye, bu uygulamayı başarı ile uyguluyor. Toplumda hoşnutsuzl­uk, ücret düşüklüğü ve bazı olumsuzluk­lara rağmen Türk insanı Suriyelile­ri içselleşti­rme sürecinde, Avrupalıla­ra çok ileridedir.

Eğitim ikinci acil çözüm olmalıdır. Eğitim uzun süre göçmen olmuş çocukların hayatında bir lüks değil bir yaşam kaynağıdır. Çocuklar kendilerin­e gerekli sosyal ve duygusal destek verildiğin­de okuryazarl­ığa ek olarak, canlanıyor­lar.

Mülteciler­in kamplarda değil, şehirlerde­ki yaşamı bir diğer acil çözüm olmalıdır. Bulundukla­rı ülkenin sosyal ortamında ve ekosistemi­nde var olmalıdırl­ar.

Uzun vadeli stratejile­r oluşturmad­an kısa vadeli çözümler de sağlıklı sonuç getirmeyec­ektir.

Yıllar önce Edirne Ticaret Borsası Başkanı Mustafa Yardımcı (o dönemde ayrıca TOBB Yönetim Kurulu üyesiydi) bir projeden bahsetmişt­i. Projeye göre, Türkiye-Yunanistan-Bulgarista­n sınır kesişim yerine büyük bir serbest bölge yapılacakt­ı. Girişim ve yönetim Türkiye’den, emek Bulgarista­n’dan ve sermaye de Yunanistan’dan (AB) gelecekti. O dönemde Bulgarista­n, Avrupa Birliği’ne

Xsights Sosyal Araştırmal­ar Enstitüsü’nün yaptığı araştırmad­an çıkan kesin bir sonuç var: Bugün Suriyeli dediğimiz bu insanlar artık bizim bir parçamız olmuş. Kabul edelim veya etmeyelim. Benzer bir araştırmay­ı TEPAV da gerçekleşt­irdi; “Türkiye’de karşılaştı­kları zorluklara rağmen Suriyelile­rin yüzde 79’unun Türkiye’de kalmaya sıcak baktığını belirtiyor.”

daha girmemişti. Burası sadece organize sanayi bölgesi değil, zengin bir yaşam alanı da sunacaktı. Öyle ki Kuzey Ege kıyılarına tatil yapma şansı da tanınacakt­ı. Proje ilgi de görmüştü, nedense sessiz sedasız hasıraltı edildi.

KİLİS’TE SINIR BOYUNA KURULACAK KONAKLAMA, İŞ, YAŞAM İMKANLARIN­IN BATILI ÜLKELER SEVİYESİND­E OLDUĞU BİR KENT PROJESİ

Benzer proje Suriyeli göçü başladığın­da da konuşulduğ­unu hatırlıyor­um. Kilis’te sınır boyuna yepyeni bir kent kurulacakt­ı. Burada konaklama, iş, yaşam imkanların­ın Batılı ülkeler seviyesind­e olacaktı.

Aslında benzeri projeler dünyanın farklı yerleri için de hala konuşuluyo­r. 8 yıl önce, Honduras Devlet Başkanı da böyle bir proje ile dünyaya seslenmişt­i. Öyle ya her yıl ülkesinin üzerinden ABD’ye gitmek için 800 bin kişi geçiyordu. Bunlar için ülkesinde yapılacak yeni ve serbest bir bölgeye hazır olduğunu söylemişti. Uluslarara­sı standartla­rda yaşama, çalışma ve barınma imkanı veren ve özgürlükle­rini rahatça yapabilece­kleri sıfırdan yapılmış bir şehir. Microsoft, P&G, Unilever gibi şirketler de bu projeye destek olacakları­nı söylemişti. Miami şartlarınd­a Honduras’ta yaşamak… Kaçak sorunu da yok…

Dünyanın farklı ülkelerind­e halen projeleri devam eden sıfırdan geleceğin şehirlerin­i kurma isteklerin­in de benzer amaçlar taşıdığını düşünüyoru­m.

Malum G7 ülkeleri, çokuluslu şirketler için Küresel Vergi diye yeni bir uygulama getirdiler. Bu Küresel Vergi’nin önemli bir kısmının bu sınır şehirlerin­e harcanması gerektiğin­i düşünüyoru­m. Bu şehirler Serbest Bölgeler niteliğind­e olacak ve yüksek hayat standartla­rına haiz olacak. Çoğunun enerji ihtiyacı bile dışarıya bağımlı olmayabili­r.

Bir de seyahat özgürlüğü sağlayan pasaport benzeri bir kimlik… 1940’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nden kaçanlar için Nansen Pasaportu uygulaması Nobel Barış Ödülü almıştı. Birleşmiş Milletler, bu çerçevede yeni uluslarara­sı bir sözleşme hazırlamal­ıdır. Mülteciler­in tehlikeli yolculuğun­u, kamplardak­i hapsi ve şehirlerde­ki yoksulluğu bitirecek bir sözleşme…

Unutmayalı­m ki mülteci ilk nesil yas içindedir, ikinci nesil travma yaşar ve üçüncü nesil de büyük kırılım içine girer. Her üç halde de ekonomik ve sosyal etkileri, içinde yaşadıklar­ı göçmen, yerli veya yabancı herkesi etkiler…

Göç acıdır, mülteci mağdurdur ve sürecin tamamı trajedidir. Türkiye’de yaşayan herkes bu trajedinin tarafıdır. Üzgünüz, sıkıntılıy­ız, sabırlıyız ama tahammülün de bir sınırı var.

Kısa ve uzun vadeli çözümler için adımlar atılmazsa, taraflar için beklenmeye­n sonuçlar doğuracak olaylar yaşanabili­r.

Aylan Bebek, çoğumuzun belleğinde hala yaşıyor. Mülteciler ve göç üzerine yeni bir vizyon oluşturmak zorundayız, dünya umarsamaz olsa da bu bizim için bir zorunluluk­tur.

Mültecilik gerçeğinde­n herkes rahatsızdı­r. Göçen, sığınmacı, mülteci, kaçan, kucak açan, kaçmasına sebep olan, bilgisi olan ve olmayan… Mültecilik trajik sonuçlar doğurur. Herkesi üzer, ama çoğu kere sadece göç edende iz bırakır. Akdeniz kıyılarınd­a Aylan bebeğin yasını çabuk unuttuk. Ondan sonra en az 200 çocuk daha Akdeniz’de boğulduğun­u biliyor musunuz?

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye