Sürdürülebilir mimari
Mimarlık okuluna başlamış her öğrenci, okulun kapısından içeri girdiği ilk gün, ilk temel tasarım dersinde “iyi mimari” kavramıyla karşılaşır. Peki, nedir iyi mimari? Akla ilk gelen özellik “sürdürülebilirlik” olacak büyük ihtimal, evet sürdürülebilir mimari, iyi mimarinin adımlarından ilki ama tüm konsepti kapsayan bir açıklama değil. İyi mimari, eline kalemi alan bir mimarın sürdürülebilirlik çerçevesinde kendisine öncelikli olarak şu soruyu sormasıdır: “Daha fazla binaya ihtiyacımız var mı?” Sonraki soru, binanın komşu binalar ve kentle olan ilişkisinin nasıl olduğudur. Üçüncü soru ise binanın kullanıcısıyla ilişkisine, yani o binanın içinde yaşayan kişinin orada kendisini ergonomi, aydınlatma, akustik, mekân matematiği bakımından ne hissettiğine odaklanır.
Son iki soru, insan yaşamıyla doğrudan ilgilidir çünkü kişi sadece binanın içinde yaşamaz. İnsan, binanın yakın çevresi, mahalle, semt, ilçe, şehir şeklinde büyüyen bir kozada doğar, yaşar ve ölür. Bu kozaları meydana getiren her modül ve bu modüllerin birbiriyle ilişkisi insanın psikolojik ve fizyolojik sağlığını, dolayısıyla yaşam kalitesini doğrudan etkiler. İstanbul’dan örnek vermek gerekirse, sert rüzgarlarıyla ünlü Ayazağa semtinde kontrolsüz yüksek katlı yapılar yapmak rüzgarların yönünü değiştireceğinden mikroklimayı olumsuz etkiler. Bu da o bölgede yaşayan canlılarda sağlık sorunlarına yol açar. Aynı şeyi ses için söylemek mümkün. Bazı sokaklarda binalar öyle bir şekilde konumlanır ki, aynı oranda araç trafiği olan diğer sokaklara göre gürültü burada çoğalır da çoğalır, evinizin balkonunda, terasta, hatta pencere açıkken odada oturamazsınız. Şehir planlama ve mimarlık meslekleri, ortaya koydukları tasarımlarla toplum psikolojisini doğru yönetme ve yönlendirme amacını taşır. Yani dünyanın en sevilen büyük şehirlerinin orta yerinde uçsuz bucaksız yeşil alanların, parkların olması, bu şehirlerdeki emlak yatırımcılarının saflığından kaynaklanmıyor. Şehirde toplum psikolojisinden bahsediyorsak kamu yapılarında topluluk, konut yapılarında ise birey ölçeğinde psikolojiden bahsetmek mümkün.
Sürdürülebilir mimarlığın temel prensibi, enerji kaynaklarını minimum seviyede kullanan, doğayla uyumlu ve insan sağlığına zarar vermeyen yapılar oluşturabilmek. Günümüzde marjinal bir ekolojik fikir olmaktan çok, bir zorunluluk olduğunu söylemek mümkün.
Doğal ışığın önemi
2015’te Harvard Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, çalışma alanlarındaki suni havalandırma sistemleri yüzünden yükselen karbondioksit oranının çalışanların bilişsel fonksiyonlarını yüzde 50 oranında düşürdüğünü gösteriyor. Yani taze havaya erişimi olmayan ofislerde çalışanlar aptallaşıyor. Ayrıca çalışanların işten kaytarma isteğinin yüzde 10’luk bölümünün çalışma ortamının doğaya erişimden yoksun olması olduğu belirtiliyor. Doğal ışığın olmadığı ya da çok az olduğu bir mekânda yaşamak, çalışmak ise kişide zaman mefhumunu yitirme, çevreden kopma ve dikkatsizlik gibi bozukluklara yol açıyor.
Doğal ışığın vücut tarafından okunan bir kodu var. Bu kod, ışığın rengiyle şekilleniyor. Sabah ışığı sarı, öğle saatine doğru mavi bir ton alıyor. Akşama doğru ise gittikçe kızıllaşıyor. Vücudumuz işte bu renkleri okuyarak içsel saatini; serotonin (mutluluk hormonu) ve melatonin (uyku düzenleyici hormon) oranlarını düzenliyor. Bu düzen bozulduğunda uyku bozuklukları ve hayattan zevk almama gibi problemler baş gösteriyor. Tam da bu sebeple bir mimar-iç mimarın öncelikli tasarım kriteri bir mekânın doğal ışık değerleri olmalı. Ancak bu, bol ışık alan her mekân sağlıklıdır anlamına gelmemeli. Örneğin, doğal-yapay aydınlatma kontrolü olmayan bir mekânda bilgisayarda çalışmak, oyun oynamak, uzun saatler televizyon izlemek pencereden giren ışık ekranı parlatacağı için göz bozukluğu, sinir patlamaları, stres ve dikkat bozukluğu gibi hastalıklar olarak bize geri dönüyor. Bunu mekânın renkleriyle oynayıp bölgesel karartma yaparak, hücresel düzende oturma grupları yaratarak çözümlemek mümkün. İç mekânda kontrollü yapay aydınlatma ise artık teknolojinin de yardımıyla ışığın rengini değiştiren, parlaklığını azaltıp çoğaltan sistemlerle sağlanıyor.