Yavaş mimari
Yavaş şehirlerden yavaş evlere geçiş
Yavaş akımının temeli farkındalık kavramına dayanıyor. Yani amaç sadece yavaş olmak değil, yeteri kadar yavaş olmak, ihtiyaçlarımızı yeterince karşılamak. Yavaş yaşam, daha bilinçli bir yaşam tarzını benimsemeyi ve dünya için, kendimiz için gerçekten önemli olgular üzerine düşünmeyi ifade ediyor. Nicelik yerine nitelik önem kazanıyor. Hayata sadece bir kere geldiğimizi unutmadan süreci olabildiğince keyifli geçirmemiz gerektiğini hatırlatıyor. 80’ler ve 90’ların, hatta 2000’lerin çok çalışan, hayır, insan üstü çalışan yankilerinin sertçe frene basıp yavaşa doğru eğilmesi elbette mümkün değil. Bu, milenyum çocuklarının akımı. Onların doğasını yansıtıyor: “Az çalış, çok eğlen, yavaş ol. Koşmana gerek yok. Gelecek, öyle ya da böyle gelecek.” Boomer ve X nesli yaşlanıp işten güçten ayak çekmeye başlayınca kendi krallıklarını ilan edecekler. Sonra onları çok tembel bulan başka bir nesil gelip yeniden hız trendini yayacak. Bu devinim böyle sürüp gidecek. Tabii içinde yaşanacak bir dünya bırakmayı becerebilirsek.
Yavaş hareketi (slow movement), hızlı modern hayatı eleştiren ve hayatın farklı alanlarında hız ve modern tüketim kalıplarını dönüştürecek bir kültürel değişim. Mimarlık da bu hareketin bir parçası.
Yeni nesil nasıl bir mimari istiyor?
2000 yılında doğan bir bebek, dijital dünyanın içine doğdu. Dijital, onların ana dili, konfor alanı… sanıyoruz değil mi? Değil. Çünkü yapaylık, X nesli için yeni ve ilginç bir şeyken Z nesli yani 1997 ve sonrasında doğanlar için geride bırakılması gereken bir şey. Onlar, ilerlemeyi küresel ısınmaya, kontrolsüz şehirleşmeye dur diyecek doğal çözümlerde görüyor, mal mülk edinmekten çok tecrübe edinmeye önem veriyorlar. El emeği, dedelerimizden kalma zanaatlar öne çıkıyor. Son yıllarda ortaya çıkan artizan tasarımcılar buna iyi bir örnek. Artık tasarımı çizip ustaya yaptırmak kavramı ortadan kalkıyor. Tasarımcılar, tasarımlarını bizzat üretebilmek için gerekli zanaatları öğrenme ve uygulama yarışında. Merak ettikleri zanaatı online kurslarla işin dünyadaki en baba ustasından öğrenip küçük sığınaklarında kendilerini sınayıp, hazır olunca ürünlerini online platformlarda tanıtma imkânı buluyor, kendi mesleklerini kendileri yaratıyorlar. Yani doktor anne babanın çocuğunun “Marangoz olmak istiyorum” deyip bu yola baş koyması artık çok da acayip bir şey değil. Derin bir zenginlik çağı bu. “Az çoktur, diye de bir laf var, ne ola ki?” yüzeyselliğiyle büyüyen 90’lar gençlerine; üstat Dieter Rams’ın “Az ama daha iyi” prensibini dibine kadar çalışıp çalım atan bir genç nesil… Tam da bu sebeple Z nesli ve milenyum çocukları, kullandıkları ürünün hangi şartlarda nasıl malzemelerden üretildiğini bilmek istiyor. Doğal ürünler, doğal yaşamlar, sağlıklı yemekler, veganizm, etik tarım, çadır kampları, günbatımında doğa yürüyüşleri, kırsalda yaşam, biraz patates soğan, biraz dijital dünya, sükunet, seyahat, dünyanın her yerinden arkadaşlar, şehirde bina çatılarında sessiz buluşmalar, insanın kulağından önce göğsüyle dinlediği altyapısı güçlü müzikler, yoga, meditasyon köşeleri, güncel minimal, az ama özel parçalarla döşenmiş, oksijeni bol, ışığı bol, dış mekân bağlantısı güçlü, sıcak evler arıyorlar.