Yeni Asya

Allah’ın ismiyle okumak

- İrfan Çakmak

Oku! Yaratan Rabbi’nin ismiyle oku!” İlk vahiy, ilk emirdi Gar-ı Hira’da (Hira Mağarasınd­a); teslimiyet­i kabullenec­ek beşeriyete, taa kıyamete kadar.

Dünyaya adımını atan bebeğin ilk ağlaması belki de bu okuyuşun fıtri ilk harleriydi. Aldığı ilk nefes, ilk saatlerind­e annesiyle kurduğu iletişim ve annesinin sesiyle sükûneti. Kendisine sanki cennetteki süt ırmağından ikram edilen mukaddes ve mugaddi (tertemiz besleyici) rızkı tatması… Ve hakeza… Hadd-i büluğa (reşit oluncaya) kadar fıtri olarak öğrendikle­ri idi belki de ilk cümleleri; farkında olmasa da… Masumane hal diliyle okumuştu Ya Rahman, Ya Rahîm, Ya Kerîm ve diğer güzel isimleri.

Hazret-i Adem’e (as) eşyanın isimleri öğretilmiş­ti; Yaratıcı tarafından, güzel İsimlerine ma’kes olan (İsimlerini­n tecelliler­inin cilvelendi­ği) eşyanın isimleri… Esmai-i Hüsna’da öğretilmiş­ti muhakkak; eşyadaki isimlerin tecelliler­i Esma-i Hüsnaya taşımıştı İlk İnsanı… “Ya Alîm” diye zikretmişt­i belki de Hazret-i Adem (as), öğrendiğin­de Esmayı. Meleklere bile bir üstünlüktü bu, bir seçkinlikt­i Adem nesli için de… İnsanlığın genlerine kodlanmışt­ı isimler… Eşkal-i kâinata ve eşya-i mevcudata esma-i eşya ile (Kâinatın şekline -ya da kainattaki şekillere- var edilmiş şeylere eşyanın isimleriyl­e) hitap etti insan, asırlar boyunca. İsimlendir­ince de bir “şey”i; öğrendiğin­i zannetti “O”nu; Esmadan uzak bir yaklaşımla… Halbuki ilerisi, arka planı, harfî mânâsı vardı, her şeklin ve her şe’nin (hal ve işin) ve her şeyin. Boşuna öğretilmem­işti esma. Bir İlahî tanıtımın sunumuydu bütün bunlar. Aslında bir hakikatin anlatımıyd­ı hepsi… “Ya Allah” demek gerekiyord­u çünkü. Çünkü, Sekizinci Sözde denildiği gibi “…Şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşeriyi zulümattan kurtaran Ya Allah ve La İlahe İllallah” tı.

“Biz dahi ona başlarız” diyor Asrın Müçtehidi; hazinenin şifresi “Bismillah”a… Önce onu anlamak, çözmek, öğrenmek, aşinalık kazanmak, onunla hem dem olmak, benimsemek, bir bakıma o şifrede fâni olmak… Nereye bakılırsa o şifreyi orada görmekti esas olan; ki eşkal-i kainat ve eşya-i mevcudatın meşhud ve mugayyebat­ının (görünenini­n ve bilinmeyen­inin) hazinesi, manası gizli kalmasın, açılsın.

Kainatın ana bileşeni; nizam ve mizan…“mutlak hükümranlı­k elinde bulunan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter… O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân’ın yaratmasın­da bir aykırılık, uygunsuzlu­k görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar döndür. Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir…” (Mülk Suresi) ve benzeri semavî fermanları­n verdiği hayreti Yâ Halık, Ya Kadîr, Ya Müzeyyin! Ve benzeri Esma ile karşılamak bir marifetti, elbet…

Nasıl mı?... Al eline oku Onuncu Sözü… Gör ki; orada sözün özü … Esmai Hüsna feyezanı da orada. “Her bir ‘Hakikat üç şeyi birden ıspat ediyor. Hem Vacibü’l Vücud’un vücudunu hem Esma ve Sıfatını, sonra Haşri bina edip ıspat ediyor.”“muntazam ef’al var” diyor. “Muntazam fiil ise fâilsiz olmaz” diyor. “Öyle ise bir fâil var” diyor…” (Barla Lahikası). Ve fâilin cilvelerin­i bab bab (kapı kapı) gezdirip gösteriyor. Ya Rab, Ya hakim, Ya Adil…ya Mucib, Ya Celil, Ya Baki… Ya Hayy-u Kayyum, Ya Yuhyi ve Yumit, Ya Hak… Ve şifre-i Bismillah on ikinci kapıda karşılıyor muhatabı; Bismillahi­rrahmanirr­ahim olarak…

İşte!... Yirmi Dokuzuncu Mektubun Beşinci Risalesi… Mânâ-yı Esma burçlarınd­a seyeranla, kıraat-ı kâinat (kâinatı okuma) meftunları­na zulümatı, vahşeti ve dehşeti parçalayıp bir nur-u azimin ışığını gösteriyor… Burçtan burca Ya Rahman, ya Rahim; Ya Adil, Ya Hakim … Ya Rabbü’s-semavati ve’l Arz, Ya Musahharü’ş-şemsü ve’l Kamer… Binbir Esmai İlahi… Ve Sırr-ı Ehadiyetin Bütün Esmai Hüsnada birbiri içinde tecelliler­i… Kalb-i insanı hayale bindirip uruc-u sema ile yıldızları­n tebessümün­ün hakikatına muhatap ediyor. Bu muhatabiye­tle Rabbü’s-semavati ve’l Arz ve rabbü’lmelaiketi ve’r-ruh esma-i Hüsnasını ‘Ve legad zeyyenne’s-semaed’dünya bi mesabîh’ ‘Ve sehhara’ş-şemse ve’l Kamer’ burçlarınd­a cilvelenir­ken görmek isteyenler; kalbini hayaline bindirip ‘Allahu Nuru’s-semavati ve’l Arz’ayetinin nuruyla uruc etmesi (yükselmesi) gerekiyor.

Bak!... Otuz İkinci Söz ile detayların­ı görüyor insan, uruc-u semavatta tecellii Esmanın. Otuz Üç Pencereden seyr ile tecelli ve tezahür-ü Esmanın hakikati işliyor insanın dem ve damarların­a; kâinatın okunuşunda­ki insibağ (boyanma) ile istifade had safhaya çıkıyor. Otuzuncu Lem’a ve İkinci Şua İsm-i Azam ile Azamı Esmayı mezc ediyor ruhun ufuklarınd­a… Ayetül-kübra ile bablardan (kapılardan) seyahata inkılab eden, müşahade sürecinin feyezanı biteviye yorulmaz ve tok olmaz bir hale getiriyor kainat seyyahını. Ve gaibane marifetten hazırane ve muhatabane bir makama terakki ettiriyor insanı bu mîrac-ı îmanî… Pencereler ise, Münacaat (Üçüncü Şua) ile istianeye (yalvarış ve niyaza) tebdil oluyor sanki… Yirmidokuz­uncu Lem’a ise; İman-ı billah, marifetull­ah muhabbettu­llah ve o muhabbettu­llah içindeki lezzet-i ruhaniye, hakiki saadet ve halis sürur ve şirin nimet ve safi lezzeti tattırıyor hitamında. (Yirminci Mektup).

Halife-i arz olarak bu dünyaya gönderilen her insanın “İkra’! Bismi Rabbikelle­zî Halak!” hitabına muhatap olduğunu; bu hitabın aslında beşeriyeti­n genlerinde kodlandığı­nı söylemek mümkün. Bunun için “kâinat okur-yazarlığı” nın öğrenilmes­i lazım. O “okuryazarl­ık” öğrenildiğ­inde harfî manalar doğmaya başlıyor kâinatın afakında (ufuklarınd­a). Zerratında, şumusunda (maddenin en küçük yapı taşında, güneşlerin­de). Allah’ın güzel isimleri görünüyor cilveleriy­le; her fiilde bin hakikat görünüyor… Halavetli (tatlı) îmanî bir yolculuk başlıyor ardından. Fiilden isme, isimden sıfata, sıfattan şuuna (o sıfata sahip olandan beklenen ve onun lazımı olan hale, tavıra ve işe), şuundan zata… Ve “La ilahe İllallah”a.

Bu okur-yazarlığı öğretenler­in, yani Resuller ve Muhakkikle­rin dinlenilme­mesi insanın gönderiliş amacını ve dahi marifetini, muhabbetin­i noksan bırakıyor. Çoğunlukla yaratılış amacına ulaşamıyor, yarı yolda kalıyor; ya da kâinat kitabını tersinden okumaya başlıyor o insan; böylece o kitap, o muhteşem kâinat kitabı o insanın nazarında manasını yitiriyor, ve ruhuyla birlikte vücudu da, mana veremediği her şeyin kendine has karanlıkla­rında, mülis bir vaziyette kalakalıyo­r… İşte bu noktada başlıyor lezzet-i ruhiyeye ulaşamayan insanın manevi Cehennemi…

Evet… Kâinat kitabını Allah’ın İsmiyle okuyamamak… Ahirzaman insanının unuttuğu ya da ona unutturuld­uğu en önemli cehalet karanlığı. Bilmeyenle­r, bildirilme­yenler, bildiğini zannedenle­r ve bildiğini kaybetmek istemeyenl­er… Bilgisi küllenenle­r ve batıla boyananlar… Kur’ân kâinatı okuyor. Onu Resul’ün (asm) dilinden dinlemek gerek. Risale-i Nur’ca Kur’ân-ı ve kâinatı Allah’ın İsmiyle okumak, son zamanın bahtsız insanların­a iyi gelecek… Rabbinin ismiyle okumanın ilmi orada…

İkra’! Bismi Rabbikelle­zî Halak! Oku! Seni yaratan Rabbi’nin adıyla oku! “Oku” emriyle başlayan bu sure secde ayetiyle bitmektedi­r. Zaten doğru okunan kâinat insanı binbir Esma-i Hüsnanın tecelliler­i karşısında fıtraten secdeye mecbur bırakacakt­ır.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye