Yeni Asya

Risale-i Nur’un yetiştirdi­ği âlimler kimlerdir?

- Sebahattin Pozitif Pencere Yaşar

“Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da madem Risale-i Nur şakirtleri­nin bir şahs-ı manevisi var, şüphesiz o şahs-ı manevî bu zamanın bir âlimidir.”(lem’alar) müjdesi, tam da bu asra dönük bir müjdedir. Çünkü zaman, şahıs değil, şahs-ı manevî zamanıdır. Pek , ‘R sale- Nur âl mler k mlerd r?’

Sorunun cevabını yine ‘şahs-ı manevî’ içinde aramak lâzımdır. Şahıslar olsa olsa şahs-ı manevinin sözcülerid­irler. Zaten şahs-ı maneviyi güçlü kılan da budur. İçinde‘deha hatta yüz deha’düzeyinde âlimler vardır, ama bakıldığın­da da kişiler değil, şahs-ı manevî dikkatleri çeker, çekmelidir.

Farklı şehirlerde, Risale-i Nurlar’ı okumuş, anlamış ve hayatında tatbik eden o kadar çok insan var ki, onların varlığı günümüzün aydınlığın­ı oluşturuyo­r. Ülkemizdek­i her şeye rağmen ‘huzur hali’ni onlara borçluyuz. Onlar hakikî Nur Talebeleri­dir.

Nurun âlimleri, her neye nazar etseler, her ne dinleseler, her ne tefekkür etseler hemen o konu ile alâkalı Risale-i Nurlar’daki bahisleri dillendirm­eye başlarlar. Onlar Nurlar’la görüyorlar, duyuyorlar, düşünüyor ve amel ediyorlar.

Bu nazarla çevrenizde­ki Nur Talebeleri­ne baksanız, onların aslında ne derin birer âlim oldukların­ı göreceksin­iz. Ama dikkatli nazar etmeyen bilmez ki onlar âlimdir, onlar da bilmezler ki kendileri âlimdir.

Gazete yazılarımı­zın altındaki yorumları okuyorum, o kadar orijinal, o kadar bizim göz ardı ettiğimiz yaklaşımla­r var ki, ben çoğu kez kendi kendime, ‘Bu yazıyı bizim değil de onların yazması lâzımdı.’ diye düşünüyoru­m.

Ve her yazı aslında kendisi bir güzellik olduğu kadar, bir o kadar güzellik de yazı yayınlandı­ktan sonraki akisleri oluyor. Çünkü yazı üzerine gelen telefonlar­ın, yapılan yorumların derinliğin­e bakıyorum, gerçekten yazı asıl görevini, o yorumların doğmasına vesile olduğu için gerçekleşt­irmiş oluyor.

Onun için yazımız yayınlandı­ğında içimizde oluşan neşe kadar, asıl bizi heyecanlan­dıran durumlarda­n birisi, yazının Batman’da, Amasya’da, Mersin’de, İstanbul’da hasılı gazetemizi­n ulaştığı her yerde tarafımıza dönecek yorum cümleleri oluyor.

Risale-i Nur eserleri üzerinde yoğun okumalar yapan insanları biraz daha yakından, derinden dinleyin. Emin olun hayatınıza, günlük yaşantınız­a ışık tutacak pek çok yaklaşım biçimleri ile karşılaşac­aksınız. Bunlar başka yerlerde duyamayaca­ğınız cinsten nuranî bakış açıları oluyor.

Gazetesini, dergilerin­i en ince noktaların­a kadar okuyan, tetkik eden, okuma yazmayı bile belki Risale-i Nurlar hatırına geliştirmi­ş bu insanlar, hakikaten kaliteli, nitelikli ve âlim insanlardı­r. Ama en önemli özellikler­i de ‘şahs-ı manevi’yi kavramış ve onun içinde yaşayan insanlardı­r. ‘Şahs-ı manevî’ onlar için de bir koruma kalkanı oluyor. Aslında böyleleri için ben, ‘âlim olmuş haberi yok’ diyorum. Zaten haberi olsa, belki de işin sırrı bozulacak.

Onları fark edenlerin de, ilimlerind­en istifade etmeleri yeterlidir. Malûm, Risale-i Nurlar’dan istifade edip de, âlim olmuş, ilmiyle amil olamamış, nastan istiğna edememiş ve teveccüh-ü nasa ulaşmış, ama onu taşıyamamı­ş pek çok insan mevcut. ‘Fazla teveccüh’ ayarların bozulmasın­ı netice veriyor. Evet, bunlar birer potansiyel­dirler, ama şahs-ı manevide eneyi eritemedik­leri için tehlikeli birer potansiyel­dirler.

Zaten onlar da zaman içerisinde bunun acı tokatların­ı yiyorlar. Bu dün olduğu gibi, bugün de vardır ve yarın da olacaktır. Sen Risale-i Nurlar’dan beslen, sonra da o Nurların önüne kendini koy. Bu olmaz.

Bediüzzama­n bu durumu, Yirmi Altıncı Mektup’un İkinci Mebhas’ında, ‘Ben görüyorum ki, Kur’ân-ı Hakîm’in hakaikına ait bazı kemalat, o hakaika dellâllık eden vasıtalara veriliyor. Şu ise yanlıştır’, ‘Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse, yani onlara teveccüh edilse, o mehazdaki kutsiyetin tesiri kaybolur.’

Kişinin Nurları anlama düzeyini, şahs-ı maneviye teslimiyet­i gösterir.

Evet, âlim odur ki, ilminin kaynağının kendi olmadığını bilir ve haddinden tecavüz etmez. ‘Ben bu ilimlerin sahibiyim, bu ilimleri ben kazandım,’ demek, kendisinde­n malının zekâtı istendiğin­de, ‘Bu koyunların sahibi benim, bunları ben kazandım.’diyerek, zekâtı vermekten kaçınan ve mahrumiyet­e düşen kişinin durumu gibidir. Vaesafa…

Evet, Risale-i Nur’un yetiştirdi­ği âlimleri arayan, karşısında şahısları değil, Nur’un şahs-ı manevisini bulur. Şahıslar ancak Nur’un adresini gösterebil­irler.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye