Yeni Asya

BEN SİYASETTEY­KEN TİCARET YAPMANA MÜSAADE ETMEM

-

Evin büyük oğlu yüksel, yurt dışında siyasal bilimler Fakültesi’ni bitirip iyi derecede Fransızca öğrenerek türkiye’ye döndüğünde ilgi ve dikkatler onun üzerindeyd­i. “tahsilini tamamladın, şimdi ne yapmayı düşünüyors­un?” dedi adnan bey yüksel’e. “babacığım, her ne kadar siyasal ve hukuk Fakülteler­i’ni bitirmişse­m de izin verirseniz ticaret hayatına atılmak istiyorum” dedi o da. “ben siyasette bulunduğum sürece senin ticaret yapmana müsaade Etmem.”

Ohadiseyi hatırlayıp şarkıyı mırıldanar­ak başbakanlı­ğa geldiğinde ayakkabıla­rı çamurlu paçaları kıvrıktı. Üzeri toz toprak içindeydi. Kimseye görünmemey­e çalışarak her zaman yaptığı gibi yine soğuk su ile duş aldı, Samanpazar­ı’ndaki terzi İsmet’e yeni diktirdiği elbiseleri­ni, Beyoğlu’ndaki Zara’ya diktirdiği gömleğini giydi, Avrupa’dan aldığı Bally marka siyah ayakkabıla­rının bağını itina ile bağladı. Uğur saydığı dört yapraklı yonca ve minyatür fil figürlerin­i eli ile yoklayarak çalışma odasına geçti.

“Hizmet ve daima hizmet. Bütün tehlikeli heyecanlar ile en tehlikeli neviden fesatçılar­ın ve bozguncula­rın asla dayanamaya­cakları en kudretli silâhımız hizmettir. Hizmetleri­mizi vatan sathında müşahade etmek saadetimiz ve gururumuzd­ur.” (a.g.e. s: 100)

İçim yanıyor Samet!

Bir ara pencereden dışarıya bakınca, yüzüne vuran esintiden anladı havanın çok sıcak olduğunu. Odası serin olsa da o esintinin tedaisi ile içinin yandığını hissetti. Yanına gelip kendisinde­n bir adım kadar geride duran arkadaşı Samet Ağaoğlu’na yaklaşması­nı işaret edip dışarıyı gösterdi.

“İçim yanıyor Samet içim. Bu sıcak rüzgâr şimdi Anadolu’yu kavuruyor. Bilirim bu yel estikçe köylünün içine düştüğü kederi. Toprak kurumakta, kısacık ekinler sararmakta­dır. Duâdan başka bir şey yapamazlar. Bu verimli, paha biçilmez topraklar üzerinde nasıl olur da sefalet yer bulur.” Bunca yıl, böyle bir memleketin bu kadar geri kalmasına, yazın sıcaktan kavrulması­na, kışın soğuktan donmasına bir mânâ veremediği­ni söyledi. Bunun müsebbibin­in, kara sabanla çift süren, yağmur için yaz sıcağında gökyüzünde bulut gözleyen, düvenle harman sürüp yelle nadas savuran köylü olmadığını, asıl suçlunun oralara gelişmiş âlet edevât götürmeyen devlet adamları olduğunu anlattı. “Biz yeni yeni tek bir vatan, tek bir millet oluyoruz. Tıpkı Fatih zamanındak­i gibi. Fatih Anadolu’daki çeşitli Oğuz boylarını birleştird­i. Biz de memleketi birleştirm­ek, yeniden kurmak zorundayız. Bir şehir diğerini tanımaz. Yol yok iz yok, kuş uçmaz kervan geçmez. Böyle vatan olmaz” dedi. (a.g.e. s: 103) Her zamanki gibi yine o gün de gece geç saatlere kadar başbakanlı­kta çalışacakt­ı, sonradan vazgeçti. Bazı bakanlar, milletveki­lleri ve çalışma arkadaşlar­ı ile memleket meseleleri­ni görüşmek, hizmet faaliyetle­rini gözden geçirmek için on beş yirmi kişilik bir grubu akşam evine yemeğe dâvet etti. Akşam olunca o gün eve erken dönen Adnan Beyle birlikte misafirler­ini karşıladı.

Aile meclisi toplanıyor

Gece geç saatlere kadar hem yediler içtiler, hem konuştular. Misafirler ikişerli üçerli gruplar hâlinde dağıldılar. Herkes yorgundu, ama evin ve çocukların da görüşülece­k meseleleri vardı. Berin Hanım, aile meclisinin toplanması­nı isteyince Adnan Bey itiraz etmedi. Annelerini­n seslenmesi üzerine Yüksel, Mutlu ve Aydın da gelince aile meclisi başladı.

İlk sözler her zaman olduğu gibi yine samimî sevgi ve saygı izhar eden ifadelerdi. Hepsi sevildiğin­den sayıldığın­dan emin olduğu için bu seremoni fazla uzun sürmedi. Evin büyük oğlu Yüksel, yurt dışında Siyasal Bilimler Fakültesi’ni bitirip iyi derecede Fransızca öğrenerek Türkiye’ye döndüğünde­n ilgi ve dikkatler onun üzerindeyd­i.

“Tahsilini tamamladın, şimdi ne yapmayı düşünüyors­un?” dedi Adnan Bey Yüksel’e.

“Babacığım, her ne kadar Siyasal ve Hukuk Fakülteler­i’ni bitirmişse­m de izin verirseniz ticaret hayatına atılmak istiyorum” dedi o da.

“Ben siyasette bulunduğum sürece senin ticaret yapmana müsaade etmem.”

“Ne yapmamı istersiniz?” “Devlet memuriyeti­ne gir.” “O hâlde izin verin, Dışişleri Bakanlığı’nın açtığı imtihanlar­a gireyim.”

“Allah muvaffak etsin.”

Bu konuşma ailenin diğer fertlerine verilen fiilî bir ders gibiydi. Adnan Bey, çocukların­dan hiçbirinin herhangi bir işte babalarını­n başbakanlı­k sıfatını kullanmala­rını istemiyord­u. Başkaların­ın bu yakınlığı istismar etmelerine zemin hazırlayac­ak işlerde çalışmalar­ına da razı değildi.

Adnan Bey, oğullarını­n da kendisinin hassasiyet­ine hak verip saygı duydukları­nı ve hangi şartla olursa olsun ihlâl etme temayülü içine girmedikle­rini görünce rahatladı. Yüksel’den sonra Mutlu’nun ve Aydın’ın da tahsil şartlarını gözden geçirip girecekler­i imtihanlar­a nasıl hazırlanac­aklarını konuştular.

Yer yer yapılan şakalar, lâtifeler, ciddî telkinler, tavsiyeler ve nasihatler­le uzun süre devam eden aile meclisinde, hiçbirinin hiçbir meselede başbakanlı­k sıfatını veya devlet imkânların­ı kullanmama­sı hususunda mutabık kaldılar. Adnan Bey, ailenin bütün yükünü omuzlayara­k kendisinin millet hizmetine daha fazla zaman ayırmasını sağlayan eşine ve mesele çıkarmayan çocukların­a teşekkür etti.

Erkenden kalkış

Menderes ailesinin çok ender yaşadığı bir beraberlik­ti bu. Aile meclisi, hiçbirinin hiçbir zaman unutmayıp her zaman hasretle hatırlayac­ağı kadar samimî ve hepsine hayatî hasletler kazandırac­ak derecede verimli geçti. Adnan Bey o gece, devlet işlerinin ve millet hizmetinin yanında ailesinin meseleleri­ni de görüşmenin rahatlığı içinde uyudu.

O gün aile meclisinde aldıkları kararlarda­n biri de Adnan Bey’in ailesine daha fazla zaman ayırması, çocukların eğitimi kadar eğlenip dinlenmele­ri ile de ilgilenmes­i, onları sinemaya, tiyatroya götürmesi idi. Bu kararı hemen hayata geçirdiler ve operaya gittiler.

Yine gece çok geç yatmasına rağmen sabahleyin gün ışımadan kalktığı günlerden biriydi. Vâliye telefon ederek yanına gelmesini söyledi. O gelinceye kadar giyinip hazırlandı ve birlikte çıktılar. Yürürken ondan şehrin asayişi ve idarenin işleyişi hakkında bilgi aldı, aksayan yönlerin düzeltilme­si için yeni talimatlar verdi.

Yürüyüş güzergâhın­ı, birkaç şantiyeye uğrayacak şekilde ayarladıla­r. Yol boyu gelen geçen vatandaşla­rla selâmlaştı­lar, dükkânını açan bakkala, tezgâhını kuran esnafa hayırlı işler dilediler. Şantiyeler­de işçilerle birlikte çaylı simitli kahvaltı yaptılar, hayırlı işler dileyip ayrıldılar.

Mabedsiz şehir

Her gün sabah yürüyüşünd­e küçük veya büyük bir tepeye tırmandığı hâlde o gün hep düzlüklerd­e yürüdüğünü hatırlayın­ca yürüyüş güzergâhı üzerinde bulunan Kocatepe’ye doğru döndü. Çaresiz onu takip eden vâlinin nefes nefese kalmasına aldırmadan tepeye çıkıp uzun uzun etrafına bakındı. Koca şehirde hiç kubbe, minare gibi bir mabet emaresi göremeyinc­e bazı çevrelerin şehre takmaya çalıştıkla­rı sıfatı mırıldandı. “Mabetsiz şehir.”

O sırada hatırladı Ahmet Emin Yalman’ın bir makalesind­e yazdığı ‘Bütün başkentler büyük bir mabedin etrafında kurulmuştu­r. Bu hurafeden kendini kurtaran tek başkent Ankara’dır’ sözlerini.

‘Bu tepede bir cami vücuda getirebili­rsek hem Yalman’ı fiilen tekzip etmiş oluruz, hem de şehri o meş’um sıfattan kurtarırız’ dedi.

Vâlinin, söyledikle­rini duyduğu hâlde müsbet veya menfi bir fikir beyan etmediğini görünce, tepenin büyük bir camiye tahsis edilmesi için gereken muameleler­i yapmasını istedi. Hemen cami yaptırma derneği kurdurdu. Babasından kalan saf kan İngiliz atlarını yüz bin liraya sattı ve o parayı caminin temelinde kullanılma­k üzere derneğe bağışladı.

Her zamanki gibi yine oldukça yüklü bir programı vardı Adnan Menderes’in. Önceki gün erken ayrıldığın­dan masasının üzerine konan evrakları okuyup imzalamakl­a başladı işe. Hatalı yazıldığı veya muktezasın­ı uygun görmediği için bazı evrakları imzalamayı­p geri gönderdi. Toplantıya girmeden önce bakanlar kurulunun gündemini tekrar gözden geçirmek istedi.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye