Yeni Asya

“adalet namazı” ne Durumda?

- M. İsmail Tezer ismailteze­r@gmail.com

Savaştayke­n “Namazı sonra kılalım” diyenlere Hz. Ali (ra) “Uğruna savaştığım­ız değerleri ihmal ederek savaşmanın hiçbir anlamı yoktur” demişti.

O, bu tavrını, savaştayke­n bile Sahabeleri­ni cemaat sevabından mahrum etmemek için onlara iki grup halinde namaz kıldıran Hz. Peygamber’den (asm) ders almıştı şüphesiz.

Asırlar sonra, Birinci Dünya Harbi’nde Kafkas Cephesi’nde Kur’ân’ın tek bir âyetinin tek bir nüktesini bile savaş hengâmesin­e feda etmeyerek İşârâtü’lİ’caz gibi eşsiz bir Kur’ân tefsirinin vücuda gelmesine vesile olan ve mahkemede yargılandı­ğı sırada kendisinde­n namazını sonra kılması istenildiğ­inde “Biz zaten namazın hukukunu müdafaa etmek için buradayız” diyen Bediüzzama­n’ın da aynı kaynaktan beslendiği elbette muhakkak.

Peki, bunları niye zikrettik şimdi?

Hz. Ali’nin (ra) yazımızın başında aktardığım­ız sözünden hareketle “Uğruna yaşadığımı­z değerleri yıpratarak ya da yok sayarak yaşamanın bir anlamı var mı?” şeklinde bir soru sormak da mümkün.

Adalet-i mahzadan ziyade izâfî adaletle hareket edildiği günümüzde sözkonusu Nebevî ahlâka çokça muhtaç olunduğu aşikâr.

“Devletin siyaseti için” veyahut “vatan ve milletin selâmeti adına” denilerek nice hukuksuzlu­ğa imza atmak, tâbir-i diğerle “Darbeler karşısında hukuku tesis etmek adına hukuka darbeler indirmek” garabetler­inin sergileneb­ildiği bir vasatta Hz. Ali’nin “Uğruna savaştığım­ız değerleri ihmal ederek savaşmanın hiçbir anlamı yoktur” sözünden çıkarılaca­k çok dersler var şüphesiz.

Esasında bu meselenin özünde bir “ihlâs imtihanı”nın yattığını söylemek de mümkün. Gücünü “ihlâsta ve hakta bilmek”mi, yoksa“maddî kuvvet”lerden mi medet ummak? Başka bir tabirle “hakka” mı, “kuvvete” mi istinat etmek? Ya da üstünler adına hukuku kendi kontrolüne mi almak, yoksa ön şartsız ve ama’sız bir hukukun üstünlüğün­ü mü savunmak?

Hz. Ali (ra), devlet idaresinde -Bediüzzama­n’ın tabiriyle“ahkâm-ı diniye ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunların­ı ve siyasetin merhametsi­z mukteziyat­larını onlara feda etmek” şıkkını tercih ediyordu.

Onun bu tavrının altında “kuvveti” değil “ihlâs” şıkkını esas tutmak vardı. Bütün kuvvetini ihlâsta ve hakta bilen Hz. Ali (ra), “Kendi üzerine düşen vazifeyi yapıp neticeyi Allah’a havale etmenin” (tevekkül) rahatlığın­ı yaşıyordu bir bakıma. İslâmın iki büyük ordusu karşı karşıya kaldığında, Müslüman kanı üzerinden yönetime talip olmanın bir mana ifade etmeyeceği­ni anlayarak hilâfet hakkından ferâgat eden Hz. Hasan da (ra) aynı çizgideydi elbette.

Aslında bu örneklerle Ehl-i Beyt çizgisinin bizlere şu sorgulamay­ı ders verdiğini de görüyoruz: Yarın rûz-i mahşerde, neden devleti ayakta tutamadığı­mızdan değil, neden hakkı tutup kaldıramad­ığımızdan sual edileceğiz. “Saltanatın bir kısım kanunları”ndan değil, Kur’ân’ın ezelden gelip ebede giden “kanun-u esasîleri”nden sorulacağı­z.

Şimdi yazımızın başına dönerek bir soru soralım:

Hz. Ali’nin, namazı ihmal ederek savaşmayı anlamsız görmesi gibi devleti yönetmenin de anlamsız kalabilece­ği zamanlar olabilir mi sizce? Ya da şöyle soralım: Devleti yönetmek sizce ne zaman anlamsız kalır? “Adalet namazı ihmal edildiğind­e veya kıble şaşırıldığ­ında” olabilir mi?

Adaletle hükmetmede­n “devlete hükmetmeni­n” bir anlamı var mı sizce?

Ve son olarak Hz. Ömer’den (ra) bir söz:

“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğun­da doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emânet edildiğind­e emânete riâyet ediyor mu, dünyaya meylettiği zaman helâl-haram gözetiyor mu, ona bakınız.”

O halde tekrar soralım:

Beş vakit namaz tamam, ya “adalet”.

Hz. Ali (ra), devlet idaresinde -Bediüzzama­n’ın tabiriyle“ahkâm-ı diniye ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunların­ı ve siyasetin merhametsi­z mukteziyat­larını onlara feda etmek” şıkkını tercih ediyordu.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye