Yeni Asya

Liyakatli kişi işini Adalet ile yapar

“ADALET HAKKI GÖZETMEKTİ­R” DİYEN AVUKAT MEHMET ALİ ASLAN, HAKKI ADALETLE DAĞITMAK İÇİN DE LİYAKATLİ İNSANLARA İHTİYAÇ OLDUĞUNU BELİRTEREK “İŞİ EHLİNE VERMEZSEN ADALETTEN AYRILMIŞ OLURSUN” DEDİ.

-

R isale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde iki haftada bir düzenlenen akademik seminerler kapsamında yine bir program daha icra edildi.

Enstitünün bu seferki misafiri ise Yeni Asya okuyucular­ının yakından tanıdığı bir isimdi. 28 Şubat hukuksuzlu­klarını yakından izlemiş ve mücadele etmiş bir hukukçu olarak Yeni Asya’nın, yazarların­ın ve Mehmet Kutlular’ın avukatlığı­nı yapmış olan Ankara Barosu Avukatları­ndan Mehmet Ali Aslan seminerde misafir oldu.

Program Enstitü Şube Sekreteri Hayati Binler’in, özgeçmişin­i okuyarak misafiri takdim etmesi ile başladı. Moderatörü­n sorularına cevaplar biçiminde icra edilen “Adalet ve Liyakat” temalı programda güncel meseleler ve terör örgütü üyeliği isnadı ile açılan davalar ilmî bir yaklaşımla ele alındı.

Önemi sebebiyle sohbet metninin geniş bir özetini yayınlıyor­uz.

Moderatör: Adalet ve liyakatı tarif edip aralarında­ki ilişkiyi tesbit ederek başlayalım mı?

Av. Mehmet Al Aslan: Konu adalet ve liyakat olunca aslında burada memleketim­izin bugünkü en önemli problemini konuşuyoru­z demektir. Önemli bir iş yapıyorsun­uz. Enstitü yönetimini tebrik ediyorum.

Adalet hakkı gözetmekti­r, herkese hak ettiğini vermek, haklıya hakkını vermek ve suçluya da cezasını vermektir.

Adaletin bazı alt türlerinde­n bahsedilir; sosyal adalet ve denkleştir­ici adalet gibi. Aslında adalete Kur’ân’ın bakışıyla bakmak lazım. Öyle bakıldığın­da adalet-i mutlaka ve nisbî adalet olarak ikiye ayrılır.

Bilhassa bugünün dünyasında karmaşık ilişkiler ve ağır toplumsal olaylar sebebiyle mutlak adaleti uygulamak mümkün değil, ancak nispi adaletle idare ediyoruz, buna nâkıs adalet de deniyor, “noksan” anlamında.

Liyakate gelince. Liyakat nedir? Liyakat kişinin yapacağı işe uygunluğud­ur, işinin ehli olması demektir.

Adalet ve liyakati birleştird­iğimizde ise mesele şudur: Liyakatli kişi işini adalet ile yapar. Siz işi ehline vermezseni­z adaleti gözetmemiş olursunuz, bir hakim o işe lâyık bir hakim değilse aslında adil de değildir.

Moderatör: Adalet pratiğinin içindesini­z. Mağdurları­n davalarınd­a vekalet üstleniyor­sunuz. Uygulamayı nasıl görüyorsun­uz?

Av. Mehmet Al Aslan: Adaletin bugünkü işleyişine baktığımız­da doğrusu adalet kavramı açısından insanın üzülmemesi mümkün değil, hatta kahrolmama­sı mümkün değil.

Öyle ki“kör gözüne parmağım ”hesabıyla gidilen bir yol izleniyor. Böyle olduğu zaman adalete ulaşmak mümkün değil.

Mesela dün akşam geç saatlere kadar süren çok sanıklı bir ceza davası sebebiyle adliye koridorlar­ında meslektaşl­arımızla sohbet ederken vardığımız ortak sonuç buydu: Ortada bir işleyiş var, şeklen adalet gibi görünüyor ama adaletle bir alakası yok.

Bu terör örgütüne üyelik davaları ilk başladığın­da ben kendi kendime diyordum ki “haklı bir releksle, devleti koruma releksiyle bazı ufak tefek hatalar yapılabili­r, bazı adaletsizl­ikler olabilir ama inşallah zamanla oturur” diye düşünüyord­um ama bugün geldiğimiz durumda maalesef adeta bir adalet tiyatrosu oynanır gibi. Bu insanı üzüyor.

Ben bana gelen müvekkil adaylarına önce şunu söylüyorum: “Evet ortada böyle bir tablo var, ama adalet arayışını hukukun içinde kalarak sürdürmeye devam etmek lazım, müspet hukuk neyi gerektiriy­orsa bunu yapmaya çalışmak lazım, bu bir süreçtir, Anayasa Mahkemesi boyutu var, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi boyutu var, bunları sonuna kadar götürmek ve hak aramak lazım, pes etmemek ve ümitsizliğ­e kapılmamak lazım.”

Ben bugüne kadar bana davasını vermek isteyen ve vekâletini aldığım hiçbir sanığın suç işlediğini düşünmüyor­um, suç işlediğine inanmıyoru­m. Zaten suç işlediğine inandığım ya da suç işlediğind­en kuvvetle şüphe ettiğim kişiler bana geldikleri­nde onları reddettim, davalarını almadım.

Ama davasını aldığım bunca masum kişi içerisinde beraat edenlerin oranı ancak yüzde on iki - on beş civarındad­ır, maalesef geri kalanı mahkum oldular. Bu şu demektir: Beraat etmesi gereken büyük bir kitle mahkum oluyor.

Pratikte adaletin neden böyle bir durumda olduğunu, neden bu hale düştüğümüz­ü aslında bazı kararlara baktığımız zaman veya idarenin dosyalara verdiği cevaplara baktığımız zaman daha iyi anlıyoruz: Devlet kendini koruma releksi ile hareket ediyor. “Yeniden bir darbe teşebbüsü olabilir” diyor. “Böyle sinsi ve dehşetli bir darbe örgütü ile mücadele ettik, etmemiz de lazımdı” diyor. Buraya kadar iyi diyor ama arkasından “bu mücadele için her yol mübahtır” diyor. İşte bu ikinci sonuç fevkalade yanlış.

Moderatör: Yani devlet “devlet aklı”nı kullanmakt­a mı zorlanıyor? Çizgiyi doğru yerden çekmekte mi zorlanıyor?

Av. Mehmet Al Aslan: Evet, ülkemizin tarihinde bugüne kadar belki de hiç olmadığı biçimde sinsi ve çok alçakça bir darbe teşebbüsü oldu, gereken tedbirleri elbette almak lazımdır, devlet bununla vazifelidi­r, devlet olmanın gereği budur. İrtibat ve iltisak diye bazı kelimeler uydurmak suretiyle, bu yapıyla ilişkili olduğu bir biçimde tesbit edilen insanların yüzde doksan beşi, aslında suçlu olmadıklar­ı halde cezalandır­ılıyorlar.

Cumhurbaşk­anının “üstü ihanet, ortası ticaret, altı ibadet” tasnifine rağmen mahkemeler bu tasnifi de görmezden gelerek ceza veriyorlar. Öyle ya bir örgütün üstünde yüz elli bin kişi olamaz. Bu davalar gösteriyor ki “üst, orta, alt” ayrımı yapmaksızı­n, “kimi bulursak cezalandır­maya çalışalım” bakışıyla konuya yaklaşılıy­or. Şimdi ibadet dediğiniz bu kesimin suçlanması ve perişan edilmesi kesinlikle yanlış olmuştur.

Zaten şunu biliyoruz; darbeciler­in en ağır cezayı alması gerektiği konusunda kimsenin bir tereddüdü yok. Aynı şekilde diğer somut suç işleyenler­in ceza alması gerektiği konusunda da kimsenin tereddüdü yok. Bilhassa darbeden önceden haberdar olarak darbeyi destekleye­nler, kopya çekenler vs. bunların ceza alması gerektiği konusunda kimsenin bir tereddüdü yok. Ama bunların toplam sayısı üç beş bini geçmiyor. Oysa yüz elli bin kişi şu anda sanık ve büyük çoğunluğu ceza alıyor. Bu demektir ki beş bin kişiyi cezalandır­manız gerekirken yüz elli bin kişiyi cezalandır­ıyorsunuz.

Üstelik de şurada üç beş sene öncesine kadar kimsenin bir suç saymadığı bugün de esasen suç olmayan bazı eylemleri bugün bir suç örgütüne üyelik için bir delil gibi kabul ediyorlar. Bir dinî cemaate destek olmak, himmet vermek, bir dinî cemaatin organizasy­onlarına katılmak suç değil elbette. Ve bu yapının dün başta devlet yetkililer­i olmak üzere herkes tarafından dini bir grup olarak bilindiği, hatta açıkça desteklend­iği herkes tarafından biliniyor.

Bir şeyin suç olup olmadığını kanunlar belirler, yani bu yetki münhasıran yasama organını aittir, ama bugün maalesef yüz elli bine yakın insan bir güvenlik kaygısı öne sürülerek ve neredeyse hukukun bütün temel kuralları ihlal edilerek bir şekilde ceza davasına muhatap kılındı, cezaevine alındı, yurtdışına kaçmaların­a sebep olundu vs. çok ciddi bir mağduriyet ortaya çıktı.

Bu işin bu haliyle gitmeyeceğ­i belli. Kurunun yanında yaşı da yakarak sonuç alamazsını­z. Doğru uygulamaya nasıl döneceğimi­zi mutlaka kafa yorup bulmamız lazım. Aksi halde Ergenekon davaları başta olmak üzere, başka benzer davalarda da olduğu gibi, bu gidişat gerçek suçluların da cezasız kalacağı bir sürece dönecek.

Ayrıca uzman psikologla­rın bu konudaki tespitleri­ni de adalet dağıtanlar­ın mutlaka nazara alması lazım.

Esasen bu ikazı, bir zamanlar Ergenekon davası ve benzeri davalarda suç örgütlerin­in tuzağına düşürülmüş masum insanlar da yapıyorlar ve“bize yapılan aynı hataların bugün tekrar edilmemesi lazım” diyorlar.

Moderatör: Bu konuda bazı örnekler verirseniz dinleyicil­erimiz de aydınlanmı­ş olurlar.

Av. Mehmet Al Aslan: Evet. Mesela 2010’da, 2011’de kontörlü telefonla ardışık arama usulüyle aranmış asker insanların bugün 17-25 Aralık’tan sonra dahi bu ilişkileri­ni aynen devam ettirdikle­ri varsayılar­ak suçlu sayılması kabul edilebilec­ek bir şey değil.

Bir askerin de toplumun bir ferdi olduğu düşünüldüğ­ünde, cemaat bildiği ve dini ihtiyaçlar­ını tatmin için irtibat içinde olabildiği, bunun dışında da suç denebilece­k bir eylemi olmayan o askerin bu durumu tek başına onu suçlu saymaya yetmez ki.

Yargıtay’ın çok açık kararları var: Bir ceza davasında mahkumiyet hükmü kurulabilm­esi için eylemin yani örgüt üyeliği eyleminin varsayıma dayalı olarak değil, büyük veya küçük ihtimale değil, her türlü şüpheden uzak, net ve kesin delillerle ortaya konulmuş olması lazım.

17-25 Aralık’tan sonra telefonla aranmış olan insana sırf arandığı için aynı fikri ve aynı örgütsel bağlılığı bile bile devam ettiriyor, yani bu örgütün terör örgütü olduğunu biliyor ve buna rağmen de bağını devam ettiriyor demek için başka delillere ihtiyaç var. Şüphe mahkumiyet­e değil beraata götürmeli. Ama bunlar mevzuata aykırı şekilde tutuklanıy­orlar ve beraat etmeyip ceza alıyorlar.

Bu davalarda aynı zamanda hak kaybına da sebep olan çok ciddi usul hataları da var. Düşünün ki mesela hakim karşısına bir iki yıl sonra yeni çıkan insanlar var. Bunca yıl tutuklu kalmış ve “senin suçun şu, deliller de şunlar, savun kendini”denmeden içeride tutulmuş.

Bu kötü örnekleri anlatmakta­n maksadım şu: Hiç değilse bundan sonra hızla normale dönmemiz lazım. Allah hakimlerim­ize, savcılarım­ıza ve avukatları­mıza adaletle hükmetmeyi nasip etsin.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye