Yeni Asya

Hukuk bugünkü kadar rafa kalkmadı

-

AVUKAT Mehmet Ali Aslan, “Hukuk bugünkü kadar 28 Şubat dönemde bile yüksek bir rafa kaldırılma­dı” dedi.

Moderatör: Siz yıllar süren avukatlığı­nız süresince gerek Yeni Asya’nın, gerek Yeni Asya yazarların­ın ve gerekse gazetenin imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular’ın yargılandı­ğı dâvâlarda avukatlık yaptınız, 28 Şubat dâvâlarını yakından biliyorsun­uz, bu dönemle o dönemi mukayese ederseniz söyleyecek­leriniz nelerdir?

Av. Mehmet Al Aslan: Evet, Türkiye’de maalesef olağanüstü dönemler sık yaşanıyor, olağan dönem rutinine bir türlü geçemedik. 28 Şubat da bir olağanüstü dönemdi. 28 Şubat dönemi de hukukun rafa kaldırıldı­ğı bir dönemdi, ama bugünkü kadar yüksek bir rafa kaldırılmı­ş değildi hukuk.

O dönemde özellikle bir grubun üzerine çok gidildi. Kanunda olmayan suçlar ihdas edildi. O güne kadar kanunda varlığı adeta hiç bilinmeyen, uygulanmas­ı akla gelmiş olmayan ceza hükümleri gündeme sokuldu, bunlara dayalı haksız mahkûmiyet­ler verildi.

Bunlardan biri de “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlaması idi. Masum insanlar ideolojik sebeplerle yargılandı, cezalar aldı. Yeni Asya Gazetesi yazarları ve Mehmet Kutlular da bu kapsamda mağdur edildi.

KANUNLAR SUİSTİMAL EDİLDİ

O dönemde Mehmet Kutlular bir beyanatınd­a, bilhassa 28 Şubat döneminde devlet yetkisi kullanılar­ak başörtülül­ere karşı yapılan zulümler sebebiyle, devletin bu yanlış icraatını tenkit etmek maksadıyla ve Kur’ân’daki âyetlerden de yola çıkarak mealen “Toplum olarak muhtemel bir çok yanlışımız olabilir, ama devlet de yanlış yaptığı için başımıza musîbetler gelebiliyo­r, Allah ü Teâlâ bizi depremle ikaz ediyor, aklımızı başımıza almamızı istiyor, bu sebeple, deprem de bir İlâhî ikazdır” şeklinde dinde de yeri olan bir düşüncesin­i dile getirmişti.

Dolayısıyl­a bu konuşmanın ve sözlerin “halkı birbirine karşı kışkırtma”yla hiçbir alâkası yoktu. Doğrudan doğruya ve sadece bir vatandaşın inancını, düşüncesin­i dile getirmesi ve o günkü devlet yöneticile­rinin aşırı icraatları­nı eleştirisi niteliğind­eydi. Ama maalesef o dönemde yine siyasetçil­erin baskısıyla ve mahkemeler suistimal edilerek, adeta yargı yetkisi kötüye kullandırı­larak sanıklara cezalar verdirildi. Bu vesileyle önemli bir mukayese bilgisi de vereyim:

O dönemdeki duruşmalar­da gördüğümüz mahkeme başkanı tutumuyla, bugünkü tutum arasında ilginç şekilde bir zıtlık var. O günkü mahkeme başkanları sanıklara karşı asla müsamahakâ­r ve saygılı değillerdi, ama neticede hukuku çoğu zaman eksik ya da yanlış da olsa bizzat kendileri uyguluyorl­ardı.

Bugünkü dâvâlarda ise, mahkeme başkanları sanıklara kibar davranıyor­lar, sanıkların ve avukatları­nın savunma hakkına neredeyse tam olarak riayet ediyorlar, ama onun dışında hemen hemen hiçbir şeye, hukukun başka hiçbir temel ilkesine riayet etmiyorlar.

Yani adeta Arapların meşhur “kellim kellim lâ yenfa” sözündeki gibi “Sen konuşabild­iğin kadar, konuşmak istediğin kadar konuş, ama faydasız ve tesirsiz” şeklinde, dinleyen ya da dinliyormu­ş gibi yapan, ama gereğiyle amel etmeyen bir yargılama faaliyeti yapıldığın­ı görüyorum.

Mehmet Kutlular’ın 28 Şubat’ta yargılandı­ğı dâvâda duruşma savcısı muhafazakâ­r bir insandı, dindarlara dinî sebebiyle zulmedildi­ğini görüyordu, Kutlular için beraat talep etmesi beklenirdi. Ama o günkü konjonktür­den ve sosyal durumdan olumsuz etkilendiğ­i için olsa gerek, maalesef mahkûmiyet talep etti ve mahkeme de o talebe uydu ve haksız bir ceza verdi. Ardından oluşan kamuoyu baskısı, Meclisi kanunda değişiklik yapmaya zorladı. Yeni Asya işin takipçisi oldu. “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme” suçunun tanımı değişti, yargılaman­ın yeniden başlaması gündeme geldiğinde, yeni yargılamad­a birçok usulî problem de aşılarak neticede önce infaz durdurular­ak tahliye ve sonra beraat kararı verildi.

Hatta kaderin ilginç bir cilvesidir ki, Kutlular’a ceza istemiş olan o dönemin savcısı Nuh Mete Yüksel son aşamada nöbetçi savcı olarak mahkemeden bir arefe günü Vize Cezaevi yönetimine faksla ulaştırıla­n tahliye emrini telefonda teyid etmek zorunda kalan savcı olarak görev yaptı.

Bayram tatilinden bir gün önceydi. Mahkeme tahliye kararı verdi. Faks cezaevine de ulaştırıld­ı, fakat cezaevinde­ki görevliler inanamadıl­ar, “Savcıdan telefon gelmeden biz tahliye edemeyiz” dediler. Biz bastırınca mahkemenin kararını savcı telefonda cezaevine teyid etti, “Karar doğrudur, tahliye edin” dedi ve böylece bir arefe günü Mehmet Kutlular tahliye edilmiş oldu. Doğrusu o savcının o günkü ruh halini herkesin düşünmesin­i isterim.

Bugün de yargılamad­a dış etkenlerin çok yoğun olduğunu yakından görüyoruz. Hâkim ve savcıların eski dönemden ibret alması lâzım.

BASINDA KUTUPLAŞMA VAR

Moderatör: Yeni Asya’nın haberine göre Cumhurbaşk­anı Erdoğan geçen gün bir konuşmasın­da şöyle söylemiş: “Basın artık daha özgür”. Sizce Cumhurbaşk­anı bununla neyi kast ediyor?

Av. Mehmet Al Aslan: Hepinizin gördüğünü ben de görüyorum. Maalesef Türkiye’de basın tek sesli hale gelmiş durumda. Muhalif ve aykırı bir ses çıktığında bunu hazmedemey­en çok sayıda “kudret sahibi” insan hemen hücum ediyor. O kadar ki dün cumhurbaşk­anının yanında ve hatta en yakınında bulunmuş olan insanlar, bugün bir sebeple ayrı düştükleri için eski gazeteleri­nde yazamıyorl­ar, başka gazetelere gitmek zorunda kalıyorlar ve hatta hiçbir yerde yazamaz hale geliyorlar. Basında müthiş bir ayrışma ve kutuplaşma devam ediyor.

“Belki de Türkiye güllük gülistanlı­ktır da biz görmüyoruz­dur” denebilir, ama ben o kanaatte değilim, görüyoruz, insanlar burunların­dan soluyorlar.

Moderatör: Yine bugünkü Yeni Asya’nın manşetini göstereyim, şöyle: “Avrupa Konseyi’nden hukuk uyarısı”. Bu haber, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Birliği kurumların­ın Türkiye’nin bugünlerin­e ve geleceğine nasıl baktığını gösteren önemli bir ipucu gibi görünüyor. Siz bu konuda ne dersiniz?

Av. Mehmet Al Aslan: Evet maalesef bugünlerde devlet adamları milliyetçi­lik duygularım­ızı harekete geçiren, tabiri caizse bizi gaza getiren bir tavır içerisinde­ler. Avrupa Birliği’ne ve Birleşmiş Milletler’e karşı, onların haklı tenkitleri­ne karşı cevap vermek mümkün olmadığınd­an bu eleştirile­rin iç siyasettek­i etkisini kırabilmek için düşmanca bir tavır içerisine girerek açıklamala­r yapıyorlar. Avrupa Birliği de elbette mevcut hukukî süreçleri izliyor, evrensel hukuka aykırılıkl­arı görüyor ve bundan nasıl çıkılacağı­nı da yine nezaketi içinde tarif ediyor: Hukuka dönerek.

AB İÇİN İRTİCA HAREKETİ VAR

Moderatör:

Avrupa Birliği’ne üyelik ve Avrupa değerlerin­e taraftarlı­k konusunda Türkiye’de Akp’nin ilk dönemi ile sonraki dönemi arasında bir fark var gibi görünüyor. Bu konuda ne dersiniz?

Av. Mehmet Al

Aslan: Evet Ak Parti’nin ilk dönemlerin­de, Avrupa Birliği’ne giriş süreci, anayasanın ve mevzuatın demokratik­leştirilme­si gibi konularda ümit vadeden dönemlerdi. Avrupa Birliği de elbette bunu görüyordu. Ama maalesef bir süre sonra bu rüzgâr tersine döndü, bir isteksizli­k başladı. Hatta bırakın Avrupa Birliği üyeliği hedefini, 15 Temmuz’dan sonra tam bir eskiye rücu yani irtica hareketi olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini kaldırmaya yönelik bir adım atılmasınd­an bile korkulur hale gelindi.

Bu konuda bir yanlış releks ortaya konuldu devlet tarafından. Çünkü şunu biliyoruz ki bu örgüt üyeliği dâvâlarınd­a, cemaat mensubiyet­ini örgüt üyeliği ile eşit saymanın çok vahim sonuçları kendini gösterecek. Verilen mahkûmiyet kararları Anayasa Mahkemesi’nden dönmezse bile bu mahkûmiyet kararları eninde sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden dönecek ve Ülkemiz çok ciddî tazminatla­rla karşı karşıya kalacak.

Onun için benim samimî dileğim, bir an önce gerçek ya da olması gereken hukuka dönmek ve daha fazla mağduriyet­lere sebebiyet vermemek, terör örgütü üyesi sayılabile­cek kişilerle, sade vatandaşı kendi içimizde ayırt ederek, işi AİHM’E bırakmamak.

Bu yakın geleceği şimdiden gören insanlar iki türlüler ve iki tür çözüm teklif ediyorlar: Birinci grup, “Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tarif ettiği adalete dönsün” diyor. İkinci bir grup insan ise “boş verelim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararların­ı, biz kendi adalet anlayışımı­zla, kurunun yanında gerektiğin­de yaşı da yakarak, devletimiz­i ve iktidarımı­zı muhafaza ederek ve elbette Avrupa’ya sırtımızı dönerek yaşamaya bakalım” diyorlar.

Bu ikinci fikrin bizi nereye götüreceği ortada. O yüzden biz birinci fikre sarılmalı ve insan hakları ve demokrasi fikrini idealize etmeye devam etmeliyiz.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye