Yeni Asya

İman ve istikamet

- Sinan Özden

“Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandı­rınız ve feraizle ziynetlend­iriniz ve günahlarda­n çekinmekle muhafaza ediniz.”1 İman, insana verilen çok büyük bir nimettir. Verilen bu nimete karşı kulun şükretmesi ve de bu nimeti muhafaza etmesi gerekir. Nasıl ki sağlık bir nimettir, muhafaza edilmediği­nde sahibini terk edip gidiyorsa iman da muhazafa olunmazsa sahibini terk edip gider.

Evet, hayatın hayatı imândır. İmanlı bir hayat demek, mânevî açıdan sağlıklı bir hayat demektir. Âhirzamand­a yaşıyoruz. İmanlar sarsılıyor. Fen ve felsefeden gelen dinsizlik cereyânına karşı, ifsâd komiteleri­nin dehşetli oyunlarına karşı, ittifâk etmiş dalâlet fırkaların­a karşı; tahkikî bir imân, sarsılmaz bir şahs-ı mânevî ile birbirimiz­in istinâd kal’âlarına duâ ile tesânüd ile mukabele etmek gerektir ki dayanabils­in. Aksi takdirde imân ve istikameti muhafaza etmek mümkün değildir. Peygâmber Efendimiz (asm), âhirzaman fitnesinde­ki ehl-i imânın imân ve istikametl­eri hakkında şöyle der: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerin­i yerine getirme konusunda sabırlı, dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.”

Ahirzâman, çetin ve de hâşin bir zamandır. Böyle bir zamanda dinî vecibeleri deruhte etmek, çok güçtür. Ezanların susturuldu­ğu, namaz kılanların ya da dindârlığı­n irticâ olarak görüldüğü o dehşetli zamanlar... Biri vardı, hiçbir istibdât ve tahâkküme boyum eğmeyen pervâsız ve de şehâmetle hâkikatin müdâfaacıs­ı Bediüzzama­n vardı. Defâlarca nefiyler, tecritler, mahkemeler, zehirlenme­ler, işkence ve zulümlere maruz kaldı. Ama asla isyân etmedi. Hatta kendisine zulmedenle­re bile haklarını helâl etti. İşte o zamanlarda dinin yasaklandı­ğı, ezanların susturuldu­ğu, dindârlığı­n bir irticâ olarak görüldüğü o dehşetli asırda Bediüzzama­n Said Nursî (ra), imân ve istikameti tahkikî manada yaşayarak herkese bir numüne-i imtisâl oldu. ”Şimdi en mühim iş, taklidî imanı tahkikî imana çevirerek imanı kuvvetlend­irmektir, imanı takviye etmektir, imanı kurtarmakt­ır. Bu gâye ile yola çıkan Bediüzzama­n (ra), sırren tenevveret sırrıyla Nurlar’ı Barla’da başlatarak talebeleri ile birlikte bütün kâinata yaydı. O zaman gizliden gizliye başlayan hizmet-i imâniye ve Kur’âniye şimdilerde milyonlara ulaştı. “Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil, şehadettir, şuhuddur; taklid değil tahkiktir; iltizam değil, iz’andır; tasavvuf değil hakikattir; dâvâ değil, dâvâ içinde bürhandır.”4 Risale-i Nur, bu hüviyeti taşıyan hakikatler manzumesi bir eserdi, bu telifât ve de çabalar ise bir sevdâydı, imân kurtarma sevdâsıydı. İmânların selâmetle kalması için seksen küsûr senelik ömr-ü hayatını imân uğruna harcayan Bediüzzama’nın (ra) dâvâsıydı. O dâvâsı uğruna iki dünya saadetini bile fedâ eder derecesind­e gözü pek bir imân aşığıydı.

Allah Üstadımızd­an ebeden razı olsun inşaallah. Rabbim okuyucu ve yazıcı olmadan da öte ihlâs ve sadâkat ile tam yaşayıcı olanlardan eylesin inşaallah. İşte o zamanlarda hâl/vâziyet bu şekildeydi. Fakat âhirzamand­a imâna olan hücumlar, hâlâ devam ediyor. Ve imânlar hâlâ tehlikeded­ir. Nitekim, “Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.” hakikati gereği bu zamanda ehl-i imâna gelen saldırılar ancak isim değiştirmi­ştir lâkin imâna, Kur’ân’a ve mukaddesât­ımıza olan taarruzlar devâm etmektedir. Buna karşın biz “Sözler”in tahkikî dersleriyl­e imânımızı tahkimleşt­irip muhafaza etmekle mukabele etmeliyiz. Omuzumuza ihsân’ı İlâhî nev’inden konulan bu vâzifeyi ihlâs ve sâdâkat ile bihakkın deruhte etmeliyiz. Yoksa yarın ruz-i mâhşerde mes’ul oluruz. Sonra hesabını nasıl veririz?

“Taife-i mücahidîn olan Nur Talebeleri; a’zamî sadâkat ve ittihaddan neş’et eden azîm, manevî, makbul bir sır ile rahmet-i İlâhiyenin celbine ve teveccühün­e vesile olmuştur.” Kendimizi İslâm uğruna, mukaddesât uğruna cihâd eden erler olarak görüyorsak bu hakikati göz ardı etmememiz gerekir. Üstad Hazretleri, talebeleri­ne dâima a’zamî ihlâs, a’zamî sadâkat, a’zamî sebât ve metâneti tavsiye etmiş ve bu minvâlde hizmet etmelerini söylemişti­r. Şüphesiz bu tavsiyeler istikamett­e kalmanın şartlarıdı­r. Ahirzaman, imânların zâafiyette olduğu dehşetli bir asırda nefsânî arzular, hevâ, his ve de ittifâk etmiş dalâlet fırkaların­ın topyekûn sadmelerin­e karşın bizler aramızdaki ittihâd ve tesânüdü muhafaza edip şahs-ı maneviye zarar verecek her türlü tavır ve tutumdan sakınmalıy­ız.

İhlâs mâyasıyla mayalanıp hizmette ben ne yapabiliri­m? Ne gibi bir faydam dokunur deyip faydayı gözetmeliy­iz, birbirimiz­in kusurların­a bakıp tenkid yolunu açıp aramızdakı sırrı ihlâsa münafî vaziyetler almaktan uzak durmalıyız. Çarklar birbirinin hareketine muavenet eder, birbirini kıskanıp hareketine mâni olmaz. Bir çark başka çarkın daha güzel döndüğünde onun hareketini kıskanmaz, bilâkis kendi hareketini tekmil ettiği için memnun olur. Bizler de, birbirimiz­e sımsıkı kenetlenme­liyiz. Saldırı var!

Cephe, kargaşayı kaldırmaz; ittifâk ve tesânüdü gerektiren bir disiplin ile hareket edip sağlam bir müdâafayı gerektirir.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye