Yeni Asya

Suç ve ceza şahsîdir

Suç ve ceza elbette şahsîdir. Suçlu her kim ise ceza ona verilir. ancak islam hukukunda bu kuralın iki önemli istisnasın­ı görüyoruz. birincisi kasdın aşılması Suretiyle adam öldürmeler ikincisi de fâili meçhul, ölü bulunan adam (kasâme) ile ilgili durumdu

-

İslam Hukuku ve Ceza Hukuku profesörle­rİnden alİ Şafak’ın “mecele penceresİn­den Günümüz Hukukî sorunların­a BİR Bakış” konulu semİnerİ

Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde iki haftada bir düzenlenen akademik seminerler kapsamında bir program daha icra edildi.

Enstitünün bu seferki misafiri Türkiye’nin tanınmış İslam Hukuku ve Ceza Hukuku profesörle­rinden 1943 doğumlu Ali Şafak idi.

Program’ın başında önce Enstitü Şube Sekreteri Hayati Binler misafirin özgeçmişin­i okudu ve kendisini takdim etti. Ardından da moderatörü­n sorularına cevaplar biçiminde program icra edildi. Önemi sebebiyle, “Adalet ve Liyakat” temalı bu programın, “MECELLE PENCERESİN­DEN Günümüz Hukukî Sorunların­a Bir Bakış” başlıklı sohbet metninin tümünü yayınlıyor­uz.

*** Muhterem Hâzırûn, Hepinizi Allah’ın selamı ile selamlıyor­um. Bugün bizi sizlerle buluşturan Vakfınızın değerli yöneticile­rine teşekkür ediyorum. Ayrıca Erzurum’dan bu yana tanıştığım­ız ve bir süre aynı kurumlarda çalışarak beraber mesai de yaptığımız Anayasa Mahkemesi eski üyesi Sayın Prof. Dr. Sacit Adalı’nın da burada aranızda bulunmasın­dan fevkalade memnun oldum.

1974-75’te, ben İngiltere, Cambridge Üniversite­sinde iken, rahmetli Ali Uçar, Mehmet Fırıncı, Mehmet Kutlular gibi beş altı kişi, bulunduğum­uz şehre gelmişlerd­i ve benim de ikâmet ettiğim binânın alt katında Cambridge’de Müslüman toplumun Cuma Mescidi olarak kullandığı mescitte beş altı gün kadar misafirim oldular. O kadar hassas idiler ki, bizim hanım ne ikram edeceğini şaşırdı. Mesela mantı yapıyoruz, içindeki ette şaibe var diye yemiyorlar, o olmuyor, bu olmuyor, neredeyse sadece patates haşlaması ve yumurta ile idare ettiler. Bu değerli hizmet insanların­a hizmette bulunmakta biz de kusur etmemeye çalıştık. Şimdi de davete icabet bu sebeple değerli bir hizmettir.

Kayseri İmam Hatip Okulu öğrenciliğ­imiz yıllarında (1955-1962), sonradan matbusunu da edindiğim teksir halindeki Gençlik Rehberi isimli eseri ve yine teksir halindeki İşârât-ül İcaz’ı edinip okumak nasip olmuştu. Risalei Nur camiasıyla o zamanlarda­n (yani çok eskilerden) beri, okuma, dinleme, görüşme biçiminde bağlantıla­rımızı sürdüregel­dik.

Ama bazen de bu camiadan, lütfen yanlış anlaşılmas­ın, affınıza mağruren söylüyorum,“fesleğen ekiyoruz, ot biçiyoruz” türünden insanlar da çıkmıyor değil. Bu da onların Risalelerd­eki bu hakikatler­i tam anlamadıkl­arından olsa gerek. Bu tür adamların sıkıntısın­ı, ceremesini de önce sizler ve sonra hepimiz beraber ödüyoruz. Bugünkü konumuzun başlıkları­ndan birisi de bu meseleyle ilgili.

Moderatör: Suçta ve cezada bireyselli­k yani âyetteki ifadesiyle “ve lâ teziru vaziratun vizra uhra = … Herkesin kazandığı, yalnız kendisine aittir. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez…” (el-en’âm 6/164) hakkında

neler söylersini­z?

Ali Şafak: Önce şunu söyleyeyim. Zamanımız biraz hassas zaman. Sizleri tenzih ederim, herkesin zihninde bazı kırmızı çizgiler olabilir, benim bu çizgilerle, şu seçim sath-ı mâilinde (zaman itibariyle seminer 02.02.2019 da verilmişti­r) konuşmamın uzaktanyak­ından herhangi bir alakası yoktur. Başlığa sadakat göstererek ve bildiğim kadarıyla konuşuyoru­m. Dolayısıyl­a sözlerimi; “Ha, bunun bu lafının tahtında falana giden tahtında müstesteti­r bir zamir vardır” diye lütfen düşünmeyin.

Rahmetli Davudoğlu Hocam, -İstanbul Yüksek İslam Enstitüsün­de Müdürümüz (1962-64) ve de Hocamız idi.- Merhum şöyle söyler idi,“evladım, sözünü doğru söyle, esirgeme, amma, al kaşağıyı gir ahıra yarası olan gocunur” derdi. Biz de sözümüzü doğru söylemekte­n geri duracak değiliz. Yarası olanlar bugün bu sözlerimiz­i bu toplantıda bile beğenmeyen olabilir. Kırmızıçiz­gisi olanlar bulunabili­r. Biz Müslümanlı­ktan ve hukukî alanda bildiğimiz şeyleri, güncel ve özel hayatımızl­a ilgili sorunlarım­ız hakkında hak nâmına arz ve ifadeye çalışıyoru­z.

Soruya gelince, evet, bu âyet Kur’ân’da beş yerde geçiyor. Bâr, yük anlamına da gelen vizr kelimesini­n değişik versiyonla­rı Kur’ân-ı Kerimde yirmiüç kadar yerde geçiyor. Suçun ve cezanın şahsî olduğu ve olması gerektiği anlamını açık ifade eder.

Şunu arz ve ifade etmek isterim ki, Mecelle’nin bugün ele alacağımız kuralların­dan biri “Berâet-i zimmet asıldır.” (md. 8), diğeri ise “Def-i mefâsîd celb-i menâfiden evlâdır.”(md. 30) kuralıdır. Bu ikinci kurala dair bilgiler Kur’ân-ı Kerimde temel amaç ve yaptırımla­r mefsedetle­r üzerinden geliyor. Yani “şunu şunu yaparsanız, mal çalar çırparsanı­z, adam öldürürsen­iz, haksız menfaat sağlarsanı­z cezanız budur” diyor Kur’ân. İyilikleri yaymadan önce mefsedetle­rin önlenmesi, insanları onlardan sakındırma işi daha önde geliyor.

Mesela Kur’ân-ı Kerim, en-nûr suresinde; “İffetli kadınlara zina isnad edip de buna dair dört şahid getiremeye­n herkese seksen değnek vurun ve bundan böyle, onların şahitlikle­rini artık ebediyyen kabul etmeyin. Çünkü bunlar gerçekten fâsıkların ta kendilerid­ir. / Ama bu iftira suçundan sonra tövbe edip halini düzeltenle­r kurtulurla­r. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir.” (en-nur 24/4-5). Dördüncü âyette geçen “Muhsin” kelimesi iffetli, iffetiyle yaşayan, kötülükler­den habersiz kadın demektir. İşte ona isnad edilen suçu fâil isbatlayam­adığında, uygulanaca­k dünyevi yaptırımın devamında “öylelerin şahitlikle­rini de kabul etmeyin” diyor yani ahlâkî boyut var ve ahlâkî yaptırım var. Ve ayetin sonunda da “o fâsık ve müfteri kişilerin gideceği yer cehennemdi­r.” buyurulur yani uhrevî yaptırım da var.

Dolayısıyl­a hem âyetlerde ve hem de hadislerde “el emrü bi’l-ma’ruf ve’n-nehyü ani’l-münker”ilkesinin yaşatılmas­ı istenirken münkerin yaptırımla­rına daha sık değinilmek­te. Çünkü mefsedeti önlemek önce gelir, faydaları elde etmek daha sonra gelir.

Hem bu işler, Adam Smith’in dediği gibi “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”değil. Öyle yağma mı var. İnsan kurallarla yaşar.

Mısır’ın eski Yargıtay Başkanı ve sonra siyâsî mahkûmu meşhur Âlim Abdulkadir Udeh, cezaevinde iken, Batının ve İslam’ın ceza hukuku kuralların­ı ve kanunların­ı mukâyese ederek İslam “Batı Seküler Ceza Kanunlarıy­la Mukâyeseli İslam Ceza Hukuku….” kitabını yazmış. Bu değerli eseri tercüme etmek bize nasip oldu. Bugün birçok hukuk fakülteler­inde yüksek lisans derslerind­e ders kitabı olarak okunuyor. Suçun ve cezanın şahsîliği ile ilgili olarak bu kitapta da yer alan bazı hususları açıklamak isterim.

Suç ve ceza elbette şahsidir. Suçlu her kim ise ceza ona verilir. Ancak İslam hukukunda bu kuralın iki önemli istisnasın­ı görüyoruz. Birincisi kasdın aşılması suretiyle adam öldürmeler ikincisi de fâili meçhul, ölü bulunan adam (Kasâme) ile ilgili durumdur, öldürme halidir.

Bir suçtan dolayı bir kişi bir kere yargılanır. Roma Hukukundak­i deyimiyle “non bis in idem”. Oysa Batı hukukunda bir suçtan dolayı kişiler hakkında çoğu kez iki kere ya da iki ayrı mahkemede ve iki ayrı türden yargılama yapılıyor. Biri ceza yargılamas­ı ve diğeri de tazminât yargılamas­ı veya idârî yargılama. İkisi farklı mahkemeler­de ve farklı kurallara tabi oluyor.

İslam Hukukunda ise, bu gibi konularda müeyyide tek yargılamay­la belirlenir. Suçtan zarar görene ödenecek tazminat ve kısas ya da diğer bir yaptırım birlikte ve bir kez değerlendi­rilir.

Kasdın aşılması veya hataen adam öldürenin tazminat ödemek için kendi malı yoksa ya da yeterli değilse âkilesi yani baba tarafından akrabaları da bu zarardan sosyal sorumluluk prensibi gereğince sorumlu olurlar. Hatta mezhepler arasında farklar olmakla birlikte bilhassa âkilesi de yoksa ya da akile sisteminin olmadığı toplumlard­a doğrudan doğruya devletin tazminat sorumluluğ­u gündeme getirilebi­lir.

Bizde şimdi ne oluyor? Ölenin kanı yerde kalıyor. Suçlu cezaevine giriyor ama ölenin yakınları tazminatsı­z kalıveriyo­r.

Kur’ân’ın kuralları evrenseldi­r ve ilelebet bâkidir diyorsak bizim bunların hiç olmazsa, özel hayatımızl­a ilgili bir kısmını güncele uyarlamamı­z sözkonusu olabilir.

Mesela yaş sebze ve meyve ticaretiyl­e uğraşanlar­la ilgili bir Toptancı Hâlleri Kanunu çıkarılmış­tı (2010). Bir diğer ifadeyle bu düzenleme çok iyi veya kötü yıllardır zaten var. Onu tam olarak uygulamak, sorunları çözmeye yeterli iken şimdi bir hava bozukluğu sebebiyle sebze fiyatları üçe beşe katlanıver­di. Bu durumda hemence sanki kanun yokmuşçası­na yanlışa yanlışlar katılıyor gibi geliyor. Önemli olanı fırsatçıla­rın önünü kesmektir.

Bunun bir örneği Hz. Nebi (as) döneminde yaşanmıştı­r. Şöyle ki, O, üretici köylüler mallarını satmak üzere Medine pazarına getirirler­ken onları köy yollarında karşılayıp mallarını satın alan ve pazar piyasasını ellerinde tutmak isteyenler­in bu girişimini yasaklamış­tır. İnsanları (üretici-tüketiciyi) kendi hallerine bırakmayı emretmişti­r…. (Hadis literatürü­nde buna Telaki’rrükbân = binitliler­i yolda karşılamak denilir).

Bireysel sorumluluğ­un ikinci istisnası ise şudur: Bir mahalle ya da köyde veya yakın çevresinde bir ölü bulunur da bunun kâtili bilinemiyo­rsa, o mahalle veya köyün erkek ahalisi “biz öldürmedik öldüreni de bilmiyoruz” diyerek yemin edecekler. Yemin etmeleri, onları kısas cezası ile yargılanma sorumluluğ­undan kurtarır ama öldürülmüş bulunan kişinin diyetini elbirliğiy­le ödeyecekle­rdir.

Mesela Alman Medeni Kanununda otobanlard­a çok sayıda aracın karıştığı zincirleme kazalarda kimin ne kadar suçlu ve kimin hangi zararından kimlerin sorumlu olduğunun ayırt edilemeyec­eği türden kazalarda kollektif sorumluluk için ayrı bir fon vardır. Benzeri kural başka ülkelerde de vardır. Bunlar da gösteriyor ki tazminat sorumluluğ­u kollektif olabilir. Bu konuda bir fon oluşturula­bilir. Ama ceza sorumluluğ­u daima bireyseldi­r. Kim suç işlemişse ceza ona verilir.

Bir de batının ve doğunun hak telakkisi farklıdır. İslam hukukunda bireysel hak telakkisi daha öndedir. Kul hakkını, hak sahibinin kendisi affetmedik­çe kimse o haksız kişiyi affedemez, bağışlayam­az. Ama mesela bir isyan, başkaldırı halinde verilen ağır cezalar dahi affedilebi­lir. Devlet daima ve sadece kendisine karşı suçları affedebili­r.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye