Gelecekte neler olacak?
Gelecekte beni ne bekliyor? Hangi okula gideceğim? Hangi bölümü okuyacağım? Nasıl bir yerde çalışacağım? Kiminle evleneceğim? Kaç çocuğum olacak? Yaşlanınca nasıl birisi olacağım? Kaç torunum olacak? Geleceğe dair hepimizin kafasında yüzlerce soru dolaşıyor. Geleceğe dair endişe duymak aslında insanın fıtraten bir özelliği. Hiçbir hayvan ya da bitki yarın ne yiyeceğinin endişesini yaşamaz veya ilerde ne kadar yükseklikte bir ağaç olacağım diye düşünmez. Ama Cenab-ı Allah insanın fıtratına geleceğe dair bir endişe duygusu koymuştur.
Bu duygunun bizlere verilmiş olmasının asıl mahiyeti ahiret içindir. İnsan geleceğini elbette merak eder, elbette endişe duyar, ama ilk olarak bu ahiret noktasında olmalıdır. Üniversiteyi kazanmak için duyduğu endişenin öncesinde, Cenneti kazanabilecek miyim? endişesi olmalıdır. İlerde iyi bir işi olsun diye gösterdiği çabayı başta ahiret hayatı için gösteriyor mu? sorusunu kendisine sormalıdır.
Gelecek endişesi ve geleceğe dair planlar içindeyken insan öncelikle şunu fark etmeli: Acaba o kadar ömrüm var mı?
Bir dakika sonrası için senedimiz yok ki ilerde torunlarımızın akibetini düşünüyoruz. Yarın başımıza ne geleceğini bilmeden yıllar sonrası için endişe içine giriyoruz. Dünya hayatı için değer mi bu kadar tasalanmaya?
Hem bu duygu bizlere ahiret için verilmiş. Hem Cenab-ı Allah “Dünya hayatınıza ben kefilim, dolayısıyla bu hayat hakkında endişe ve kaygı duymanıza gerek yok” buyuruyor.
Hem Cenab-ı Allah “Nice canlılar vardır ki, rızıklarını kendileri temin edemezler de Allah onları da sizi de rızıklandırır. O hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Ankebut, 29/60) buyuruyor.
Hem Cenab-ı Allah “Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hud, 11/6) buyuruyor.
İnsanın rızkı Cenab-ı Allah tarafından güvence altına alınmış. Yani bugün dünyanın en zengin insanı olsan da rızkın belli ve dışına çıkamazsın. Tabiki burda kast edilen çalışmayayım yan gelip yatayım nasıl olsa rızkım belli demek değil. Sebeplere başvurmak bizim vazifemiz, ama sonrasında tevekkül göstermekte bizim vazifemiz.
Üstad Bediüzzaman Risale-i Nur’da gelecek kaygısı için şöyle söylüyor: “İşte, insanda binlerce hissiyat var. Her birisinin aşk gibi iki mertebesi var: Biri mecazî, biri hakikî. Meselâ endişe-i istikbal hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüt altında ve kısa olan istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.”
Öyleyse gelecek kaygımızın yönünü ahirete çevirelim. Geçici ve hiç hükmünde olan dünya bu kadar endişeye değmiyor. Ama gerçek istikbalimiz endişeyi hak ediyor. Bizde başta onun için çalışanlardan olalım, inşaallah.