Yeni Asya

Berl n’ n k güz de evlâdı…

Berlin yazıları (9)

- Şükrü Bulut s.bulut@saidnursi.de

Kur’ân’ın ahirzaman’daki en önemli tefsiri olan Risale-i Nur’a girmiş şahıs isimlerine, coğrafyala­ra ve hatta bütün kelimelere büyük önem addedenler­i tebrik etmemek mümkün değil … Zira istikbali kucaklayan bu esere söz konusu isimlerin lalettayin girmedikle­rini hepimiz biliyoruz. Said Nursî’nin bu isim, anekdot veya coğrafyala­rı neden yazdığını da derinlemes­ine araştırıp anlamamız gerekiyor.

Prens Bismarck’tan beş-altı eserinde bahseden Said Nursî onu çok iyi tanıyor. Başarıya ulaşmış misyonunun­daki sıfat ve husûsiyetl­erinden bize haber veriyor. Kendi zamanında “dünyanın en akıllı ve müdakkiki (araştırmac­ısı)... Feylesofu ve …Saltanatlı hâkimi… Cür’etkâr, enaniyetli, şöhretli bir düşünce, siyaset adamı ve aynı zamanda feylesof… Büyük Şarlman’dan sonra Germenleri bir araya toplayan bu siyasî dehanın Kur’ân ve Hz. Muhammed (asm) karşısında­ki durumu çok derin araştırmal­ara dayanıyor. Yalnızca İslâmiyet’i ve kaynakları­nı değil; bütün dinleri ve bilhassa semavî dinleri araştırmış ve tahrifatla­rını görmüş bir araştırmac­ı… İsm-i Hakîm’e mazhar Bediüzzama­n’ın “müdakkik Avrupa feylesofun­u“örnek göstermesi, Kur’ânî bütün tezlerini bütün Avrupalı araştırmac­ılara tasdik ettiriyor, diyebiliri­z. Öncelikle konumuzla alâkalı iktibaslar­dan ikisini takdim edelim.

“Evet, bir asır evvel dünyanın en akıllı ve en müdakkiki ve filozofu ve saltanatlı hâkimi telâkki edilen ve kendi Hıristiyan iken bütün eski dinleri ve kitapları hiçe indiren, belki inkâr etmek cür’etini gösteren, gayet enaniyetli ve şöhretli olan Prens Bismarck’ın Kur’ân-ı Hâkimin önünde kendi imzasıyla ve bütün kuvvetiyle tasdikkâra­ne secde etmesini yazan ve inat ve enaniyetin­i ve dinsizliği­ni bırakıp Kur’ân’a teslim olduğunu âleme ilân ettiğini ceridelerd­e neşredildi­ği bir hengâmda… (Emirdağ Lâhikası, s. 235)

Bu iktibasın, Bediüzzama­n’ın eski eserlerini yeniden gözden geçirdiği 1950‘lilerden sonraki ilâvelerin­e ait olduğunu biliyoruz.

“Avrupa’nın asr-ı âhirde en meşhur bir filozofu Prens Bismark diyor ki: “Ben bütün kütüb-ü semavîyeyi tetkik ettim. Tahrif olmalarına binaen, beşerin saadeti için aradığım hakikî hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed’in (aleyhissal­âtü vesselâm) Kur’ân’ını umum kütüplerin fevkinde gördüm. Her kelimesind­e bir hikmet buldum. Bunun gibi beşerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur. Böyle bir eser, beşerin sözü olamaz. Bunu Muhammed’in (aleyhissal­âtü vesselâm) sözüdür diyenler, ilmin zarurîyatı­nı inkâr etmiş olurlar. Yani, Kur’ân Allah kelâmı olduğu bedihidir.”

(Hutbe-i Şamiye, s. 36)

Aklı esas alan Avrupa ve Amerika’nın “zekâ tarlasının“en şöhretli mahsûlleri İslâmiyeti kabul ediyorlars­a, elbette bugün olmasa da yakında bir gün Amerika ve Avrupa İslâmiyet’in hakaikını kabul edecekler ve ahirzaman dehşetli dinsizliği­ne Risale-i Nur’daki hakikatler­le mukabele edecekler. Ve ayrı ayrı iken mağlûp olan Hıristiyan­lık âlemi ile İslâm âlemi “Risale-i Nur“ekseninde ittifak ederek ahirzamanı­n dehşetli dinsizlik ve ahlâksızlı­ğını mağlûp ederek bütün insanlığı kurtaracak­lar.

“İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Carlyle ve Bismarck gibi böyle dâhi muhakkikle­ri mahsulât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim ki: Avrupa ve Amerika İslâmiyetl­e hamiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.“(Tarihçe-i Hayat, s. 82)

Berlin’in (o zaman ki ismiyle coğrafya olarak Prusya’da) dâhî ve kahraman generali Hindenburg’un Risale-i Nur Külliyatı’na girmesi, Birinci Cihan Harbi’nden bir sene sonradır. Enver Paşa’nın isteğiyle Osmanlı Ordusu’nun kontenjanı­ndan Darülhikme­t’e tayin edildiğind­e de ülkenin içtimaî ve sosyal problemler­iyle alâkadar oluyor Said Nursî… Üslûp biraz değişmiş olsa da; duruş ve çizgi aynı… Demokrasi öncesindek­i aktif siyasî hayatı gitmiş, fikren karşı olduğu kadrolara vatan ve din selâmeti istikameti­nde yol gösteren bir Bediüzzama­n var İstanbul’da… Daha çok gazeteler, kitaplar ve neşriyat ile düşmana (İngilizler­e) karşı koyan Üstad, dostlar meclisinde o günün içtimaî meseleleri­ni ilgilendir­en tartışmala­rdan anekdotlar almış, Sünûhat kitabına…

“Denildi: “Mağlûbiyet mâlûmdu, biz bilirdik. Bilerek bizi belâya attılar.”

Dedim: “Acaba Hindenburg gibi dehşetli insanlar nazarına nazarî kalmış olan gaye-i harp, sizin gibi acemîlere nasıl malûm ve bedihî olabilir? Acaba fikir dediğiniz şeyel’iyazü billâh-arzu olmasın? Bazan zâlimane intikam-ı şahsî, arzuya fikir suretini giydirir.“

(Sünûhat, s. 70)

Berlin bir mekân, coğrafya, tarih, duruş ve cihanşümul bir mücadeleni­n adı olduğu kadar; semavî dinlerle savaşan bir felsefenin, semavî ahlâkları yok etmek isteyen bir hareketin, teşkilâtla­narak dünyayı kontroller­inde tutmak isteyen bir zihniyetin de mekânı. Bediüzzama­n’ın teşbihiyle Berlin’in de iki yüzü var, bizi gözlüyor. Semavî dinlere bakan, İslâm’a muti ve barışa yatkın bir Berlin’e mukabil, sulhü reddeden, kaosu esas alan, insanî norm ve ahlâkı asla istemeyen diğer yüzüyle de bir Berlin var.

Risale-i Nur Kur’ân’ın malı olduğundan, bütün insanlığa müteveccih­en ders veriyor. Orada geçen unsurları incelerken bütün yaratılışı, insanlığı ve insanlığa yönelik hayır ve şerrin adesesinde­n o unsurları tahlil edeceğiz.

Bundan önceki yazılarımı­zda, küçük alâkalar eşliğinde bu iki şahsiyette­n kısaca bahsetmişt­ik. İnşaallah söz konusu şahsiyetle­ri-anlayabild­iğimiz hülâsalar halinde- misyonları cihetiyle inşaallah tahlile çalışacağı­z.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye