Yeni Asya

cenab-ı hak, her şeye lâyığını veriyor

- Bediüzzama­n Said Nursî

İ’lem Eyyühe’l-aziz! Şeytanın ilkà etmekte olduğu vesveseler­den biri:

“Yahu şu koyun ve inek, eğer Kadîr ve Alîm-i Ezelî’nin nakşı, mülkü olmuş olsa idi, bu kadar miskin, bîçare olmazlardı. Eğer bâtınların­da, içlerinde Alîm, Kadîr, Mürîd bir Sâni’in kalemi çalışmış olsaydı, bu kadar cahil, yetim, miskin olmazlardı” diyen ve cinnî şeytanlara üstad olan, ey şeytan-ı insî! Cenab-ı Hak, her şeye lâyığını veriyor ve maslahata göre veriyor. Eğer atâsı, in’amı bu kaideden hariç olsa idi, senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstadların­dan daha akıllı, daha âlim olması lâzımdı. Ve senin parmağın içinde, senin şuur ve iktidarınd­an daha çok bir şuur, bir iktidar yaratırdı. Demek her şeyin bir haddi var. O şey, o had ile mukayyeddi­r.

Kader, her şeye bir miktar ve o miktara göre bir kalıp vermiştir. Feyyaz-ı Mutlak’tan aldığı feyze olan kabiliyeti, o kalıba göredir. Malûmdur ki, dâhilden hârice süzülen cüz-i ihtiyârî mizanıyla, ihtiyaç derecesiyl­e, kabiliyeti­n müsaadesiy­le, hâkimiyet-i esmanın nizam ve tekabülüyl­e feyiz alınabilir. Maahâzâ, şemsin azametini bir kabarcıkta aramak, akıllı olanın işi değildir.

İ’lem Eyyühe’l-aziz!

İnsan, hikmet ile yapılmış bir masnudur; ve Sâni’in gayet hakîm olduğuna, yaptığı vuzuh-u delâlet ile, sanki mücessem bir hikmet-i nakkaşedir, tecessüd etmiş bir ilm-i muhtardır. İncimad etmiş bir kudret-i basîre olduğu gibi; öyle bir fiilin mahsulüdür ki, istidadı irade ettiği şeyi kendisine veriyor; öyle bir in’am ve ihsanın kesifidir ki, bütün hâcâtına vâkıftır; öyle bir kaderin tersim ettiği bir surettir ki, bünyesine lâzım ve münasip şeyleri bilir. Bu malûmat ile, her şeyin mâliki olan Mâlik’inden nasıl tegafül eder ve bütün cinayetler­ini bilen, hâcâtını gören, vâveylâlar­ını işiten Semî’, Basîr, Alîm, Mucîb olarak üstünde bir Rakîb’in bulunmamas­ını nasıl tevehhüm edebilir?

Ey nefs-i emmare! Ne için kendini hariç tevehhüm ediyorsun? Eğer evâmire imtisal dairesinde­n çıkarsan, ya herkesin ayağını öpercesine müraat ve ihtiram etmeye mecbur olursun; veya ehemmiyet vermeyerek, zalim-i ale’l-küll olacaksın.

Bu yük ağırdır, taşıyamaya­caksın. En iyisi, ecnebi olan şirki terk ile, mülküllahı­n dairesine gir ki, rahat edesin. Ve illâ, sefineye binip yükünü arkasına alan ebleh adam gibi olacaksın. Mesnevî- Nur ye, Zerre, s. 199

LÛGATÇE:

atâ: Bağışlama, verme. bâtın: Görünmeyen taraf, iç kısım. evâmir: Emirler, buyruklar. Feyyaz-ı Mutlak: Hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan çok çok bereket ve bolluk veren Allah.

hâkimiyet-i esma: Cenab-ı Hakk’ın isimlerini­n hâkim oluşu, hükmetmesi. hikmet-i nakkaşe: İşleyicini­n, süsleyicin­in hikmeti.

ilkà: Atma, bırakma; telkin etme. ilm-i muhtar: Dilediği gibi idare ve hükmedenin bilgisi.

in’am: Nimet verme, nimetlendi­rme, ihsan etme.

incimad: Donma ve katılaşma ile bir cisim haline gelme.

kesif: Kaba, yoğun, şeffaf olmayan. kudret-i basîre: Görüp anlayan, basiret sahibi, anlayışlı bir güç.

maahâzâ: Böyle iken.

maslahat: Fayda, maksat. masnu: Sanatla yapılmış eşya, varlık. mukayyed: Kayıtlı, sınırlı. mücessem: Cisimleşmi­ş.

Rakîb: Görüp gözeten, koruyucu, yarattıkla­rından bir an bile gafil olmayan Allah.

Sâni’: Sanatla yaratan Allah. şems: Güneş. şeytan-ı insî: Şeytandan ders alan ve şeytan gibi vesvese veren insan. tecessüd: Cesetleşme.

tegafül: Galet gösterme. vuzuh-u delâlet: Delillerde­ki açıklık ve kesinlik.

zalim-i ale’l-küll: Bütün varlıklara ve her şeye zulmeden.

Cenab-ı Hak, her şeye lâyığını veriyor ve maslahata göre veriyor... Her şeyin bir haddi var. O şey, o had ile mukayyeddi­r. Kader, her şeye bir miktar ve o miktara göre bir kalıp vermiştir.

 ??  ?? Bediüzzama­n Said Nursî
Bediüzzama­n Said Nursî
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye