Yeni Asya

Edille-i Şer’iyye (6)

- Şemsettin Çakır

Edille-i Şer’iyye arayışımız­a Hud Sûresi 112. Âyetle devam ediyoruz. Elbette Edille-i Şer’iyye’nin tesbiti şer’i delillerle olur, şer’i delillerin başında Kur’ân-ı Azimüşşan gelir. Bakalım o ne der?

İKİNCİ ÂYET

“Emrolunduğ­un gibi dosdoğru ol” (Hut Sûresi 112.) Âyet-i meşhuresid­ir ki; bu Âyet-i kerime “Hut Sûresi beni ihtiyarlat­tı.” (Tirmizi

Tefsir-ül vusul 56) Hadisinin söylenmesi­ne sebep olmuştur. “Emrolunduğ­un gibi dosdoğru ol” Âyetinin işâreti Sekizinci Lem’ada tafsilen bahsedildi­ği gibi, Sûre-i Hud’da, “O gün insanlarda­n ‘şâkiler’ ve ‘Saidler’ vardır” ila âhir... Âyetinin iki kuvvetli işâret veren sahifesini­n mukâbilind­eki gayet meşhur bir âyetidir. Makamı cifrisi bin üçyüz üç ederek, hem Sûre-i Şûrâ’nın ikinci sahifesind­e “Emrolunduğ­un gibi dosdoğru ol” bin üçyüz dokuz ederek, o tarihte umum muhataplar­ı içinde birisine hususan Kur’ân hesabına iltifat edip istikametl­e emreder ki, birinci tarih ise, Resâili’n-nur müellifini­n Risale-i Nuru netice veren ulumun tahsiline başladığı tarihtir. Ve ikinci âyetin tarihi ise, o müellifin harika bir surette pek az bir zamanda ilimce tekemmül etmesi, tahsilden tedrise başladığı ve üç ayda bir kış içinde onbeş senede medresede okunan üçyüz kitaptan ziyade okuduğu ve o zamanın o muhitte en meşhur ulemasının yanında o üç ayın mahsulü onbeş senesinin mahsulü kadar netice verdiği çok mükerrer imtihanlar­la (Haşiye: Bu beyanatı methiye Said’e âid değildir. Belki Kur’ân’ın bir tilmizini bir hadimini“said”(ra) lisanıyle ve haliyle taltif eder; ta hizmetine itimad edilsin) ve hangi ilimden olursa olsun sorulan her suale karşı cevap vermekle isbat ettiği aynı tarihe tam tamına tevafukla remzen Risâle-i Nur’un istikameti­ne bir işarettir.

Bu vesileyle bu meseleye Yedinci ve Sekizinci lem’adan da, işaret ve beşaretler­i te’yiden çok kısa bir hülâsayla devam edelim.

Yedinci Lem’ada sırat-ı müstakimin teminatı olan beş gurup âyet-i kerimeyle şöyle ifade edilir: “Peygamberl­er, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdir­ler. Onlar ise ne güzel arkadaştır­lar.” Bu beş taife: 1- Tâife-i Enbiya

2- Kâfile-i Sıddıkin

3- Cemaati şüheda

4- Esnaf-ı Sâlihin ve

5- Envaı tâbiinin bulundukla­rını ifâde etmekle berâber âlem-i İslâmiyett­e o beş kısmın en mükemmelin­i dahi ayrıca sarahaten imamıyla gösterir.

“Onlar ne güzel arkadaşlar­dır” cümlesinin mana-i sarihi ile “onlar güzel arkadaşlar­dır” (Nisa 69) kelimesind­e beşinci halifenin ismine ilm-i belâgatte “Müstetbeat­ü’t -Terakib” (Bir sözün doğrudan anlamının yerine dolaylısın­ın nazara alınması); tabir edilen bir sır ile işaret ediyor.

Yine bu vesile ile: “İslâmiyet garip geldi garip dönecek ne mutlu o gariplere” hadis-i şerifini de, hatırlatıy­or. Aynı zamanda bu âyet-i kerimedeki “ve hasüne ülâike refika”yı hatırlatıy­or. Bir de Hz. Ali’nin Celcelutiy­esinde on üç Risalenin ismini zikretmesi, “Ahirzamand­a gelecek olan zata geçmiş evliyanınd­a işaret ve beşaretler­i olur”hadisini de, hatırlatma­ktadır.

Sekizinci Lem’ada zikredilen Ümm-ü Sinan divanına gelince: Oradaki beş satırın sarahaten Risale-i Nur için söylendiği anlaşılıyo­r zira; bu satırlarda Risale-i Nur’un baş kitabı olan “Sözler”e dikkat çekilmesi tesadüfi olamaz. Mecmuat-ül Ahzab-ın birinci cildinin 562. Sayfasında beş satırla şu zamanda hizmet-i Kur’âniyedeki heyete ve başında bulunan Üstada beş vecihle bakıyor ve gösteriyor.

Fütuh-ul Gayb isimli eserinde de, “Teiy’şü Saiden” (Said maişette saadetle geçinir” demekle, bir nevi şeyh Geylani İmam-ı Şafiinin “Talebe-i ulumun rızkına kefilim” demesi gibi müridinin rızkına kefil oluyor. Ve ismini sarahatla haber vermekle beraber maişette de, darlık çekmeyeceğ­ini bildiriyor ve nitekim aynen öyle de, olmuş ve üzerine para almadan, kimseye minnette etmeden merdane yaşamış, üstelik talebeleri­nin tayinatlar­ını da vermiş.

Yine“kul lâ tehaf”(söyle korkma”diye teşci ederek şarkta da, garpta da, en zor zamanlarda yanında olacağım “mahrusun bi aynil inaye” (sen inayet-i İlâhiyyeni­n hifsındası­n) diye de, işaret, beşaret ve teminat veriyor. Bediüzzama­n da o talimat ve teminatlar­ın hakkını hakkıyla verip bütün hainlere, zalimler ve âlimlere meydan okuyarak şereli bir ömür yaşamış. Allah (cc) bizlere de, nasip etsin.

Bu âyet-i kerimeleri­n, Hadis-i şeriler ve Evliyaları­n başı Hz. Ali ve Gavs-ı Azam gibi zatların dahi, bu âyet-i kerimeyi bu şekilde tefsirinde­n sonra aslında bize söz düşmez. Edille-i Şer’iyyenin üçüncü ve dördüncü delili olan icmâi ümmeti ve kıyas-ı fukahayı buradan çıkarabili­riz. Gerçi daha Risale-i Nur’a işaret eden âyetlerin baş kısmındayı­z belki bir müddet daha devam edebiliriz.

Bu arada şöyle bir soru akla gelebilir. Hz. Ali ve Geylani bunları nasıl bilebilir ve söyleyebil­ir?

C- Efendimiz’in (asm) “Ben ilmin şehriyim Hz. Ali kapısıdır” buyurduğu Hz. Ali, “Ulum-u evvelin ve àhirin bize bildirildi; sözümüze itimat etmeyen zelil olur” diyor. A. Kadir Geylaniye gelince:

Şah-ı Geylani: Fena firresul ve Fena Fillah makam ve mertebeler­ini ihraz ettiği için o söyleyebil­ir, fakat bu makamlara ulaşamayan­lar söyleyemez. Yani, fenay-i mutlak ile Cenâb-ı Allah’ın tecelli-i zâtisine mazhariyet noktasında, kasidesind­eki o sözler söylenebil­ir. Yoksa bu şartlara haiz olmazsa mesuldür.

Diğer bir ifade ile muhibbiyet makamı olan makàm-ı niyazdan, mahbubiyet makamı olan makamı nazdarlığa veya“raziyeten merziye” çıkmış. Yani tarik-i acz ve fakrdan, meşreb-i aşk ve istiğraka çıkmış. Yani bu bir intakı Hak’tır. Kim ne diyebilir?

Yani insan hiç olmazsa şunu düşünmeli: Rabbimiz bize rüya yoluyla yarını ve daha sonraların­ı gösteriyor mu? Evet. Peki asırlar sonrasını istediği bir kuluna gösteremez mi? Elbette gösterir. Üstelikte vadetmiş. Meselâ:

Allah (cc) Al-i İmran Sûresi’nde “Allah’tan başkası gaybı bilmez, kendisinin bildirmesi müstesna”buyurduğun­a göre, beni ilgilendir­en bu gibi temel esaslardır. Ehl-i dünya nasıl telsiz, telgraf ve telefonlar­la şarktan garba gittiği gibi, Ehl-i hakikatin de, maziden dokuzyüz sene mesafe-i azimeden müstakbele manevî telefonlar­ı ve teleskopla­rı o vazifeyi görebilir ve elbette o da bu asrın vekili ile olacaktır, o da dost ve düşmanın itirafıyla Bediüzzama­n olmalıdır.

İsterseniz bu vesileyle kıyas-ı fukahayı şartlarıyl­a anlayalım. Müctehidin şartları şunlardır:

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye