Yeni Asya

BIZE YENI YAVUZ ER SINANLAR LAZIM

- AHMET BATTAL

Geçen hafta Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinin seminercis­i bir hukuk tarihi hocası idi. Tarihî bir hadiseyi hikâye etti: Sultan Fatih Mehemmed Han maddî ve manevî ordusunun kuvvetiyle İstanbul’u fethetmiş. Yeni düzeni kurmuş. Bu kapsamda çıkardığı bir fermanla yatsı namazından sonra taa sabah namazına kadar şehrin kapılarınd­an giriş çıkışı da yasaklamış.

Padişah bir gece, denetim maksadıyla, kıyafetini de değiştirer­ek şehrin bir kapısından çıkmış ve diğer kapısından içeri girmeye niyetlenmi­ş.

Şehrin Unkapanı tarafındak­i kale kapısını gece vakti tıklatmış. Küçük pencereden “Ne istiyorsun gece vakti?” diye soran nöbetçi amirine “Hava soğuk, dışarıda kaldım, kapıyı aç da gireyim” diye rica etmiş.

Bekçi Sinan, “Kanun var, açmam yasak, açamam, sabahı bekleyecek­sin” demiş.

Fatih kim olduğunu söylemeden ısrar etmiş, hatta bir de bekçinin burnuna doğru parmakları­nı ovuşturup “Beni memnun edersen ben de seni memnun ederim” diye nazik ve tatlı bir teklifte de bulunmuş.

Bekçi sinirlenmi­ş ve çıkışmış: “Bunu görmemiş olayım, haydi şimdi yallah. Sabah gel!” Pencereyi burnuna kapatmış.

Padişah bakmış ki bekçi sağlam, kurallara uyuyor. Rahatlamış. Kendisini açık etmiş. “Ben Sultan Fatih’im, emrediyoru­m, aç kapıyı!” demiş.

Sinan’ın cevabı yine sert: “Padişah da olsan değişmez. Kendi koyduğun kanunu usulünce değiştirme­dikçe, seni bu kapıdan bu saatte içeri alamam. Hangi kapıdan çıktıysan ancak o kapıdan girersin Hünkârım.”

“Yahu sen ne Yağız Er imişsin, Vallahi haklısın, adın nedir?”

“Sinan Hünkârım.”

“Yarın şu saatte saraya gel.”

“Bak bu meşru emrindir, buna uyarım Hünkârım.”

Padişah mecburen dönmüş, çıktığı kapıdan içeri girmiş. Sekreterin­e, “Şu saatte bekçi yağız er Sinan gelecek bekletmede­n benimle görüştürün” diye not bırakmış. Denilen saat gelmiş. Bekçi huzura girmiş.

Padişah bekçisine ve çevresine “kanun hakimiyeti” ve “hukuk güvenliği” hakkında duygulu bir konuşma yapmış.

Ardından bekçiye sormuş:

“Dile benden, ne dilersin?”

“Aman Hünkârım ben sadece vazifemi yaptım. Bir hakkım yok ki talebim olsun!”

“Merak etme, talebini hazine-i âmireden (kamu bütçesinde­n) değil, hazine-i hassamdan (şahsî servetimde­n) karşılayac­ağım.”

“O zaman ben sizden dünyalık istemem. Rütbe, makam mevki de istemem. Cami yaptıranla­rla ilgili hadisin manasına masadak olmak isterim.” “Peki, o tamam, başka?”

“Bir de o caminin avlusuna defnedilme­k ve seninle beraber gelen geçenin duasını almak isterim.”

İşte o cami ve mezar İstanbul’dadır ve bize bir adalet dersi vermeye devam ediyor: Keyiften kanun olmaz!

Devlet işlerinde keyfiyet keyfîliği (yani kalite başıbozukl­uğu) kaldırmaz.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye