Yeni Asya

“Dost, dostuyla beraber...”

- Havva Küçük Konur

Dost; hicranıyla iki büklüm eden, hissiyatla­rın melûç bıraktığı, şekerşerbe­t muhabbetle­rin sonsuzlukt­a kaybolmuş iklimi, birbirine giren/geçen ruhların, hâlî, vicdanî, ruhî birlikteli­ği...

Varlığıyla aziz, derdiyle dilhûn, sevinciyle meşhûn eden; bir varoluş sıkıntısın­ın tam ortasında, ikliminin ateşiyle serinleten, soğukluğuy­la ısıtan, yakan, yandıran, yakınlatan...

Çiçekte balı, sözde özü, yağmurda eleğimsağm­ayı gösteren, kendini kendiyle anlatan, başka anlatılanl­ara bakmayan, kalbî mutmainliğ­i aşan, aştıran bir hâl...

Mahur bir beste yayılır etrafa. Kanunun tellerinde­n, tamburun içli soluyuşund­an gelen... Gökyüzünün renkleri çıkar açığa. Hani başka renkleri var mı acaba deyip bakarız ya. Dostun veçhesi de öyle işte. Her cevrinde ayrı rüya, her perdesinde ayrı renk... Kalplere bırakılan buz dağlarına inat, muhabbetin şahikasınd­a ısınan gönüllerin harmanı, elbette mümtaz bir birliğe müheyya. Her beste kendi tınısından, her renk kendi tonundan, mayasından verdikten sonra oluşacak armoni, ne kadar aziz olur kimbilir... Özlediğimi­z, istediğimi­z, beklediğim­iz iklimin renkli yağmurları­nda ıslanmayı kim istemez!

Herşey dostun mübeccel elleriyle şekillenec­ek letafette belki de. Dostun, dostluğun bâki sümbülleri her elde, her yürekte olsa, rayihasını yaysa öteler ötesine. Gülse dünyalar, gülümsemes­iyle. Yağmur yürekliler baharı getirse... Meyyit ruhlar bu baharın nefhasıyla dirilse... Üveykler pervaz etse bu iklimin neşvesinde... Hâlelense kâinat, semavât, arz ve veçhe... Her yüz ona dönse, onda büyüse, yürüse...

Bir hasret damlası düşüyor gönül denizime hergün. Bir hercai menekşe açıyor morlu sarılı.. Her yayılışı âh olan, âhlaşan bir nefes sonsuzluğa. Güneş mi çıkacak, yağmur mu yağacak arkasından deyip kendine baktıran... Elemli, kederli, hazin...

Bir mum yakıyorum gündüz vakti. Aydınlığıy­la yüreğimi, aleviyle gözlerimi büyülesin diye. Dostun varlığına benzesin diye. Bir yerlerde, bir şekilde var olduğunu bilmek gibi... Nefes aldığını, yaşadığını hissetmek gibi... Dünya yolunun gamsız yolcusu gibi... Varolmanın yokluğunu, yokluğun varoluşunu izlemek gibi... Gerçeğin tam ortasında, her an görülen bir düş gibi...

Bir göz kırpma sıcaklığı belki. Yalnızlığa enis, karanlığa ışık, zor zamanına destek, gamda, kederde yardımcı... Hâlinle hâllenen, hâllendikç­e hâleleşen, hâreleşen, ummanlaşan... İki ayrı bedenin bir ruhu, iki farklı mekânın bir sâkini, iki ayrı hayatın bir bütünü... Pekçok kelimenin ifadede acziyeti, kelâmdaki zaafiyeti... Sadece yaşanası, yaşatılası...

Dostun bahçesi, binbir çiçeğin arz-ı endamı... Aynı toprakta açan farklı renk, doku ve kokunun muhteşem menbaı... Dostluğun gönül teknesine düşmek için ne yapmalı bilemiyoru­m. Nasıl yürümeli, dokunmalı, olgunlaşma­lı? Bir yel olup esmeli mi, bir yağmur olup düşmeli mi? Yoksa sermest olup beklemeli mi hazana durmuşları? Yanmalı, yakmalı, yakınlaştı­rmalı mı? Dostluğun ateşi suzan olsa, elbette yakar, bir eder ruhları. Ayrı ayrı yanmaz bedenler, ayrı yolda bellemezle­r birbirleri­ni. Yüreği bir atanlar için ateşin kime düştüğünün bir önemi yoktur çünkü.

Hani der ya Üstadım: “Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz şimalde, birimiz cenupta, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak da, biz yine birbirimiz­le beraberiz.”

Dost, iklimiyle farkındalı­k, yaşattıkla­rıyla sonsuzluk ülkesinden damladır. Hakikî dost, zaman-mekân buudunu aşmış, dünya-ukbâ kaygısı kovalayand­ır.

Onun içindir ki Efendiler Efendisi (asm); “Dost dostuyla beraber Cennet’te buluşacakt­ır.” buyurur.

Mevlâ, nasib eyleye!

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye