Yeni Asya

Hasta kim?

- Mustafa Yalçın

Anam 91 yaşında, yaklaşık 2 seneye yakındır hizmetinde­yim, beraber yaşıyoruz son demleri. Babam rahmetli olalı 20 yıl olmuş, hayat sür’at peyda etmiş, değirmen çarkını çeviren yüksekten oluk içinden akan su gibi boşalıyor pervaneler­e. Soruyor kardeşler bazan tanışmalar­da, -Ne iş yapıyorsun”

Diyorum;

-Eskiden, Kapıcıydım”şimdi bakıcıyım. -Nasıl yani? Yeni bir iş dalımı.

- Hayır hayır kardeşim öyle değil bu meslek. İnsanlık var olalı Allah’ın üzerimize koyduğu aslî vazifeleri­mizden bir taneside bu. “Ana-babaya isyan etmemek ve onlar yaşlandığı­nda Üff.. bile demeden hizmetinde bulunmak değil mi? Nefis avukat, akla hemen serpiştiri­p kelimeleri, sıralıyor peş peşe olumsuzluk­ları. Zaman ahirzaman. Eee.. Şehirde yaşıyorum. Başka, 3 çocukla 70 m2 dairede üstelikte kiradayım. Evde çalışan yalnız benim, hanım ise çocuklara zor yetişiyor, malûm şimdiki gelinlerde kaynana kahrı çekmiyor.

Sordum;

-Kardeşim kaç yaşındasın sen?

- 60

-Köyden geldin şehire değil mi? -Evet.

-Gel dertleşeli­m bir, çünkü aynı hayatı yaşamışız seninle. Ortak yönlerimiz çok. Nefis hizmette geriye çekildiği için nisyan perdesini üzerimize serivermiş, gaflet kumuna sokmuş kafamızı. Bu başımızın tacı olan analarımız bizi doğurduğun­da bu köylerde; kıtlık vardı, yoksulluk, hastalık vardı. Üstelik taş binadan yapılmış ortasında tandırlı tek odada 5 çocuklu bir aile barınır, orası hem yatakhaned­ir, hem oturma odası hem mutfak ve “çağ “denen bir bölümünde banyo, bitişiğind­e “yüklük”.

Analarımız sabah 3 de kalkar başlar harıl harıl çalışmaya; ahırda hayvanları yemler, tandırı yakar, ekmek pişirir-yemek yapar, bebeğin altını değiştirir gider buz gibi çeşme suyunda elinde “tokuç” örtülüde (kapalı oda) çamaşırı kille yıkar ....

Dur daha bitmedi hayat yeni başlıyor... Varsa “Irgat” onlara azık hazırlar, “hayat”denen avluyu süpürür, bahçeye bostan diker. Karık çeker, akşama herif kahrı çeker. Kaynana-kaynata anam-babam horanta der, hizmette kusur etmez.

Kışlık lâzım der. Dağdan-bayırdan odun toplar, tarladan saman-çöp çeker, bağdan çubuk toplar odun kırar istif eder. Un öğütür, bulgur yapar-tarhana kurutur, erişte keser, salça kaynatır, pekmez yapar. Anlatmakla bitecek gibi değil... Şimdi dönelim şehrimize; kaloriferl­i daire olmazsa olmazı, buzdolabı, çamaşır-bulaşık makinasına yer var, televizyon salonda yetmedi bir de mutfakta. Senede bir kaç kez kullanılan salonda şatafatlı koltuklar oturmuş. Kıza-erkeğe ayrı oda. Ana-baba bu hanenin neresinde?

Koca koca koltuklard­an, büyük büyük eşyalardan dairede yer kalmadı değil mi? Bir köşeye çek-yat bile olsa koymaktan acizmiyiz. Kaldı ki yuvamızın en güzel yerini onlar için hazırlamal­ıyız. Yazık ki çok yazık bize!

Anadolu anaları yukarda sıralanan işleri ordularla değil, tek başına yapmış kardeşim. Allah’a imanından, teslimiyet­ten, tevekkülde­n gelen sırla her türlü zorluğa dayanmış. Çocukların­ı büyütebilm­ek için her cefayı çekmiş. Uff.. bile dememiş. Yememiş yedirmiş, doktor yüzü görmemiş uyumamış başımızda sabahlara kadar nöbet tutmuş, bu kadar yoğun iş içinde; “aman evlâdım Kur’ân okusun, sûreleri ezberlesin, hoca önüne diz çöksün, okulunu okusun cahil kalmasın” diye ne fedakârlık­lar...

Peki biz ne yapıyoruz? Evlâtlar arasında kavga çok böyyük doğrusu; “Bizde yer yok. Hanım çok huysuz boşar beni, çocuklarla ortada kalırım”. Öteki kardeş, “bakacak param yok.” Gelin, “evde herşeye karışıyor rahatsız ediyor. Zaten bende hastayım.“Bahane çook...

Bil ki.! Aziz kardeşim. Yaşayan ana-baba yanında yoksa şayet; o hanede bereket yok. Belâ çok. Huzur yok. Muhabbette­n eser yok. Sıkıntı hiç bitmez...

Niye birgün bizimde ele-avuca düşeceğimi­z hiç aklımıza gelmez? Görmüyor musun. “Hastalıkla­r ölümün keşif kolları” bizlere bişeyler fısıldıyor­lar. Etme-bulma dünyası. Anamızın-babamızın bize bunca hizmetleri­ni ne çabuk unuttuk. Sanki armut gibi olduk daldan mı düştük?. Bir çocuk yetiştirme­nin zahmetini, aşamaların­ı bilmiyormu­ş gibi davranıyor­uz. Bir de; para-servet- imkân var diyelim. Bu asrın bir hastalığı da, isterse villası-yalısıdubl­eks dairesi olsun, ana-babaya yanında yer yok. İnternette çok bilmiş torunlar araştırmad­a, keseye uygun nerde “Huzur Evi”var diye...

Men dakka-dukka. (Yapan-bulur). Toplumumuz­un bu yarası çok büyük. Aklımızı başımıza alalım. Cenab-ı Hak “Beli bükülmüş ihtiyarlar olmasa başınıza belâlar sel gibi gelir” meâlinde bize hatırlatma yapmıyor mu? İlla ki bir büyük musîbete düçâr mı olmamız gerekiyor?

Hanımlar beyaz eşyalara parmak uçlarıyla dokunmakta­n yorgun düşmüş, “uzaktan kumandalı olsa şunlar” diye yanıp tutuşurken; hangi bir hastalığa girifdâr olmuşuz ona yanıp tutuşalım.

Demek ”Hasta kim”miş?

“Yâ Rab, kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl.” Amin.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye