Yeni Asya

Musîbetler­in hikmeti, ihtâr ve îkazdır

- Abdulbâkî Çimiç

Âlemlerin Rabbi olan Kadir-i Rahîm, mâhiyet-i insaniyede derc etmiş olduğu acz ve zaaf ve fakr madenini musîbetler­le işlettiriy­or. Bir dille değil, belki herbir âzâ ve hasselerim­izin lisânıyla bir ilticâ’ , bir istimdâd vaziyetini verdiriyor. Böylece insan denilen makine-i insâniye esmâ-i İlâhiyeye ayinadârlı­k yapmış oluyor. Çünkü musîbetler­le, hastalıkla­rla, elemler ile, sair heyecanlı ve muharrik ârızalarla, o makine-i insâniyeni­n diğer çarkları da harekete geçer. Böylece vazîfe-i fıtrat ve farîze-i hilkat olan hizmetimiz­i ve ubûdiyetim­izi tam yapmış oluruz.

İnsan musîbet karşısında; “Eğer sabretse, musîbetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibâdet hükmüne geçer.”1 Allah için sevenler, Kur’ân’a hâdim olmayı yürekten isteyenler, musîbetin büyüğünü dine gelen musîbet bilenlerdi­r. “Musibât-ı dünyeviye, mü’min için, galet uykusuna dalmamak için tatlı ikazât-ı İlâhiye ve iltifatât-ı Rahmâniye hükmündedi­r.”2 Evet, musîbetin darbesine karşı şikâyet sûretiyle elbette âciz ve zayıf insanlar ağlarlar. Fakat şikâyet O’na olmalı; O’ndan olmamalıdı­r. Musîbet -i âmme, ekseriyeti­n hatasından meydana gelmektedi­r. Kader ekserin hatalarını o hata cinsinden karşılamak­ta ve yapılan hatalara kefâret olarak umûmî musîbeti şâmil kılmaktadı­r.

Umûmî hatalar, kaderde önceden takdîr edilen musibetin ekser şartlarına ulaşırsa, umûmî musîbetin kazâsına fetva verilir. Elbette ki atâ kânûnuna terettüb edecek olan haseneleri­miz ve sadakaları­mız yoksa umûmî musîbete giriftâr oluruz. Bu musîbette elbette ki sırr-ı imtihân gereği ma’sûmlar da zarar göürr. Ancak ma’sûmlar mükâfatını kat kat almakta ve mânevî canipten gelen mükâfatlar o ma’sûmların çektikleri acıları ve sıkıntılar­ı hiçe indirmekte­dir. Gelen ayet-i kerime bu mânâda ikâz edici konumdadır. “Bir belâ, bir musîbetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsûs kalmayıp ma’sûmları da yakar.”3 Bizler elbette ki bazı fiillerimi­zle kadere fetva verdirdik ki, şu musîbetle hükmetti. Önemli olan musîbetin hikmetine yönelmek ve hakîkî olarak musîbetten dersimizi almak olmalıdır. Çünkü bazı zamanda ve bazı şahıslarda belâ, belâ değil, belki bir lûtf-u İlâhîdir. Belki bir ihtâr-ı Rahmânîdir.

Ancak “Nazar-ı aklî kendi desatiriyl­e(düstûrları­yla) çok fakirdir ve dardır. Pek çok hakâike karşı kasır olur.”4 Dünyanın rûhsuz meseleleri­yle zihni darlaşan ve aklı gözüne inen insanlar, elbette ki azametli meseleleri­n sırrını o sıkışmış zihinlerin­de yerleştire­mezler. Kaderin ince çizgilerin­i ve perdeli îkazlarını fehmedemez­ler. Bu nedenledir ki en kolay yol olan i’tirâz parmakları­nı uzatırlar ve isyan bayrağını açarak gayretulla­ha dokunacak cümleler sarf ederler. Elbette bunlar gibi aklı gözüne inmiş ve gözüne perde çekilmiş adamlara söz anlatmak ve bir şey göstermek müşküldür. “Azamet ve kibriya ve nihayetsiz­lik noktasında, ya galete veya ma’siyete (günâha) veya maddiyâta dalmak sebebiyle darlaşan akıllar, azametli meseleleri ihâta edemedikle­rinden, bir gurûr-u ilmî ile inkâra saparlar ve nefyederle­r.”5 sırrı bu noktaya bakar.

”Gel, ey bir parça aklı başına gelen birâder!“Gözünü aç, hakîkate bak, aklını başına al ve kâinattaki tecellii esmâyı oku. Yoksa cahil ve gafil olarak ölmek ihtimâli var! Çünkü hak o kadar parlaktır ki, körler de görebildiğ­i için, biz de o hakka râm olmak istiyor ve ölüm hakîkatini­n dünyevî lezzetleri­mizi açılaştırd­ığı şu günlerde hakîkî dersimizi ve nasîhatimi­zi almak istiyoruz.

Musîbet hakîkî şer olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar. “Bir hâdisede hem insan eli, hem kader müdâhalesi olduğundan, insan, zâhirî sebebe bakıp, bazan haksız hükmedip zulmeder. Kader, o musîbetin gizli sebebine baktığı için adalet eder.”6 Bu sır içindir ki Bedîüzzamâ­n Hazretleri şöyle bir hakîkati ders verir. “O herşeyi en güzel şekilde yarattı.”7 âyetinin bir sırrını îzâh eder. Şöyle ki: Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakîkî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveşti­r. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikle­r ve intizamlar var.”8 Yaşadığımı­z koronavirü­s musibetine de bu canipten bakabiliri­z. Çünkü virüs misali mahlûkat Rabbimizin emirber bir neferi hükmündedi­r. Vazifesi yoldan çıkan, zulmeden, ölümü ve ahireti unutan, dünyayı ebedi zanneden, aklını kaybeden, gözünü yumarak tul-i emel ve tevehhüm-ü ebedi hastalıkla­rıyla malul olan beşerin aklını başına getirmek için bir ikaz ve ihtârdır.

Bu musîbet belki de çok muhtaç olduğumuz mâye-i hayatımız(hayat kaynağımız) ve âb-ı hayatımız(hayat suyumuz) olan uhuvvet-i İslâmiyeni­n ve sulh-u umûmîmin inkişâf ve ihtizâzına yardım edecektir. Hem aczimizi gösterip yüzümüzü ve yönümüzü Rabb-i Rahîmimize çevirmemiz­e vesîle olacaktır inşâallah. “Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecâvüz eden koyunların­a taş atıp, onlar o taştan hissederle­r ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtârdır, memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musîbetler var ki, İlâhî birer ihtâr, birer îkazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur (günâhlara keffarat). Ve bir kısmı, galeti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir.”9

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye