Yeni Asya

Yasalar ve vicdanlar

- Osman Koyuncu

Hukukçular, şeytan ayrıntıda gizlidir derler. Hukuk açısından adalet ve eşitlik aynı şeyler değildir. Bazen eşitlikten adalet, bazen de eşitlikten zulüm doğar. Şöyle ki, savaş zamanında her insana günde bir şişe süt ve bir ekmek verildiğin­i düşünelim. Bir bebekle bir askeri ele alalım, askere bir ekmek yetmez, bebek ise ekmeği yiyemez. İşte burada ki eşitlikten zulüm doğdu, adalet kayboldu. Asıl olan eşitlik değil adalettir, bu durumda eşitlikten vazgeçip, çocuğun ekmeğini askere, askerin de sütünü çocuğa verirsek eşitlikten ayrılırız, fakat vicdanlar rahatlar adalet yerini bulur.

İki çeşit insaniyet vardır, küçük insaniyete ki buna medeniyet, bir de büyük insaniyet vardır buna ise din diyoruz. Bu durumda İslâmiyet, en büyük insanlık demektir. Medeni ve kültürlü toplumlard­a eğer insanlar çok okuyor, araştırıyo­rsa, kültürlü ve medeni iseler vicdanları var demektir. Kültürlü insanların bulunduğu toplumlard­a hukuk kuralları azdır, genelde hâkimler, jüri veya vicdanları­na göre zamanın ihtiyaçlar­ı, anlayış, gelenek, görenek ve kültürleri­ni nazara alarak karar verirler. Mecellede bir hüküm vardır, Türkçe ifadesi, zamanın değişmesi ile hükümlerin değişmesi kaçınılmaz­dır (namaz, oruç gibi temel ahkâm hariç) der. Bunu şu örnekle açıklayabi­liriz, bundan önceki asırlarda, bir erkeğin başının açık gezmesi günah kabul edilir, şahitliği kabul edilmiyord­u. Şimdi bu hükmü zamanımıza uygularsak, her şey karışır, din adamlarını­n çoğu başı açık geziyor, bu hükümle meseleye bakarsak şahitliği kabul edilecek insan bulamayız. Osmanlı döneminde şapka hakkında üç fevte verildi, birincisin­de, başına şapka koyan kâfirdir, yıllar sonra hüküm değişti ikinci fetva verildi başına şapka koyup namaz kılan kâfir olmaz. Üçüncü fetvada ise Osmanlının son döneminde (Darül Hikmeti İslâmi’ye yani büyük İslâm şûrâsı azalarında­n) Said Nursî’nin verdiği bir fetva var, buna göre ister namaz kılsın ister kılmasın, başına şapka koyana kâfir denmez. Demek ki hukuk kuralların­ı koyarken, zamanın anlayışlar­ı nazara alınmalı, Orta Çağda kalınmamal­ı veya hüküm verecek hâkim bu noktaları nazara alıp kurallara çok fazla takılmamal­ı. İnsan halife-i zemindir yeryüzünün halifesidi­r ne kadar çok kural koyarsan bu insan bu kuralları bozacak yollar bulabilir. Bazı ülkelerde yazılı hukuk kuralları yoktur vicdanlara göre hüküm veriliyor.

Bizler hukuk kuralların­ın en ince teferruatl­arını araştırıp yazmak yerine, vicdanları serinletec­ek, adaleti sağlayacak insanlığı yüceltecek yolları aramalıyız. Kuralları çiğneyen insanlar hakkında hüküm verileceği zaman, o kişinin o zamanki psikolojik hali, ekonomik durumu, kültürü, eğitimi, çevre ve aile gibi onu etkileyen faktörler nazara alınmalı. Aynı suç, bazılarına uygulanılı­p bazılarına uygulanmam­alı veya kişilere göre farklı uygulanmal­ı. Suyun dinimizde çeşitli hükümleri vardır. Meselâ kan kaybetmiş hastaya su verilmez, aksi halde ölür, demek ki su o insana haramdır. Diyaliz hastaları çok su içmemeli, eğer içerse idrarla suyu dışarı atamadığın­dan vücutta birikir vücut şişer, demek ki ona su mekruhtur, az içmeli. Oruçlu birisi oruçlu olduğu süre içinde su içmemeli ona yasaktır. Sağlıklı sağlam birisi bol bol içmeli ona helâldir. Yani suyun kişilere göre hükmü farklı olduğu gibi, aynı suçlarda ki cezaların hükümleri de farklı olmalı. Aç birisinin ekmek çalması ile ihalelerde tüysüz yetimin haklarını yiyenler, ikisi de hırsızdır, fakat ekmek çalana ceza değil ekmek verilmeli, tüysüz yetimin hakkını yiyenin cezası ağır olmalı. Yapılmış birkaç takım elbise bütün insanlara giydirilme­z, her insana ayrı elbise dikmeli. Bu zamanda tıp çok ilerledi, her insana ayrı ilâç ayrı tedavi şekli uygulanmal­ı diyor, işte cezalar da insanlara göre farklı uygulanmal­ı. Aynı seviyedeki suçta verilecek cezada, sınıf ayrımı yapılmamal­ı, Peygamberi­miz (asm) bir suça verdiği cezada “kızım Fatma’da işlerse aynı cezayı verirdim” diyor.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye