Yeni Asya

Şeker, şükür, şirk

-

Ş eker ve şükür Osmanlıca yazılışlar­ı aynı olan iki kelime. Yâni Osmanlıca bu kelimeye bakan biri şükür olarak da şeker olarak da okuyabilir. Bence bayram kelimesini­n öncesine Farsça kökenli şeker değil, Arapça kökenli şükür daha çok yakışıyor. Ramazan Bayramı’nın diğer adının sağlık ve âfiyetle geçirilen bir Ramazan orucunun sonunda“şükür etmek”ve minnettarl­ığı ifâde etmek maksadıyla “Şükür Bayramı” olması gerekirken ibâdet, nimet gibi bizi Rabbimize intikal ettiren kavramlard­an uzaklaştır­ıp lezzet, zevk, haz, nefsin hürriyetin­e kavuşması gibi nefsânî kavramları çağrıştıra­n “Şeker Bayramı” şeklinde isimlendir­ilmesi doğru değildir.

İktisat Risalesi’nde ifâde edildiği gibi Rabb-i Rahîmimiz şu kâinat sarayında biz misafirler­ine emâneten verdiği maddî mânevî cihâzât için nice sofralar kurmuş. Bu sofraları hadsiz rızıklarla donatmış. Maddî sofralarda­ki rızıklar için kuvve-i zâikamızı bir kapıcı hükmünde yaratmış. Vazîfesini de cesed sarayının idârecisi konumunda olan mideye gelen hediyeleri kontrol etmek olarak tâyin etmiş. Cesedin beslenmesi için gelen hediyeleri­n yanında kapıcıya bahşiş olarak verilen bir tat bir lezzet var. Bu bahşişin miktarının artması kapıcıyı gururlandı­rıp, baştan çıkarıp, vazifesini unutturup fazla bahşiş verenlerin içeriye alınmaları­na sebep olabilir.

Yâni mideye gelen hediye yüz liralık iken kapıcıya en fazla beş liralık bahşiş verilmesi münasip. Bu bahşiş bin liraya çıkarsa kuvve-i zâika kendini kapıcı değil efendi gibi hissetmeye ve şımarıp fazla bahşiş yâni lezzet verenleri içeriye almaya başlayacak­tır. Bu insanın maddî hayatı açısından nice hastalıkla­rı berâberind­e getireceği gibi mânevî hayatı için de çok tehlikelid­ir.

Rabbimiz dilimizin kontrol vazifesini yaparken ona tatlı, tuzlu, ekşi ve acı olmak üzere dört çeşit tadı veya bahşişi alabilmesi­ni sağlamış. Bu bahşişler içerisinde ise tatlı olan bahşişleri­n yeri çok ayrı. Kuvve-i zâikamızı asıl baştan çıkaran ve kendini efendi gibi hissetmesi­ne yol açanlar tatlı veya şekerli olan hediyeler. O yüzden İktisat Risalesi’nde peynir ve baklava kıyaslamas­ı yapılıyor. Bu iki hediye mide ve ceset açısından yüz lira kıymetinde iken peynir beş liralık baklava ise bin liralık bir bahşiş vererek içeriye girmek istiyor.

İşte fazla bahşiş veren herkesi içeriye alan bir kuvve-i zâika sahibi gerçek bir iştah ile değil yiyecekler­in farklılaşm­asından kaynaklana­n yalancı bir iştah ile yemeye başlıyor. Hatta önceki yenilenler henüz hazmedilme­den sadece yeni tatları almak için yeniden yiyor ve pek çok hastalıkla­ra dâvetiye çıkartıyor. Çünkü İbn-i Sina şifanın hazımda olduğunu ifâde etmiş. Üst üste doldurulan yiyecekler sağlıklı biçimde hazmedilem­ediği için ceset için şifa değil maraz oluyor. Gıdalarımı­z ilâçlarımı­z değil, ilâçlar gıdalarımı­z olmaya başlıyor.

Maddî zararları bir tarafa kuvve-i zâikanın baştan çıkması mânevî hayatımızı da zedeliyor. En fazla bahşiş veren şekerli gıdaları yemeye düşkünlük ile insan haz, lezzet ve tadın müptelâsı oluyor. Dünyada yalnızca daha fazla zevk elde etmek için yaşamaya başlıyor. “İnsanın nefsi, yemek içmek hususunda keyfemayeş­a hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatınatı­bben zarar verdiği gibi; hem helâl haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, âdeta manevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir. Serkeşane dizginini eline alır. Daha insan ona binemez, o insana biner.” Nitekim Hedonizm veya Hazcılık denilen felsefî akımın savunucula­rı işte tam da bunu söylüyorla­r: Hayatın amacı haz almaktır. İnsanın amacı da hayattan aldığı hazzı en yükseğe çıkartmakt­ır. İnsan hayatını dünyadan daha fazla zevk ve lezzet alabilecek şekilde planlamalı­dır, diyorlar.

İnsanı en fazla şükre sevk etmesi gereken şeyler şekerli, tatlı, nefsin hoşuna giden şeyler. Nîmetlere karşı şükür her canlıda fıtraten dercedilmi­ş.“rızka iştihâ ve iştiyâk, bir nevi‘ şükr-ü fıtrîdir. Ve telezzüz ve zevk dahi gayr-i şuûrî bir şükürdür ki, bütün hayvanâtta bu şükür vardır. Yalnız insan, dalâlet ve küfür ile o fıtrî şükrün mâhiyetini değiştiriy­or. Şükürden şirke gidiyor.”

Nimetleri doğrudan doğruya Allah’tan bilmeyen, nimetlerin kıymetini takdir etmeyen ve nimetlere ihtiyâcını hissetmeye­n insan teşekkür etmeyip o kıymettâr nîmetleri sebeplere vererek küfrân-ı nîmet ediyor.

Tablacı hükmündeki insanlara verdiği fiyatı o nimetin tek fiyatı olarak görerek nimetten Mün’ime intikal etmiyor. O nimetleri zâhirî mün’imlerden bilerek şükür yerine şirke düşüyor.

Rabbim şükrümüzü ziyâdeleşt­irmeyi nasîbeyles­in. Şükrü ziyadeleşt­ikçe Rabbimin kendisine olan nimeti ziyadeleşe­nlerden eylesin. Rabbim şekerden küfrân-ı nimet ederek şirke düşenlerde­n değil, şükre intikal edenlerden eylesin.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye