Yeni Asya

Gül ile çiğ tanesi

-

Sabahın alacası vurmuştu göğe. Hafif soğuk, hafif güneş, hafif ılıklıktı da, onun mu gönlü güneşliydi bilemedi. Uzaklardan bir haber, beklenmeye­n bir mesaj, belki de çok beklenen, ama ihtimal verilmeyen bir selâm... Bir martı çığlığı, bir vapur sesi, bir deniz dalgası yahut ezanı İstanbul’un... Tanıdıktı o sabah işte herşey, alışılmışl­ıktı. Yıllardır beklenenin beklenmedi­k bir şekilde önüne düşüşünün hikâyesi idi belki.

Bazen biter içinizde birşeyler. Ya da bitiyormuş gibi görünür. Ağırlaşır yükleriniz. Taşıyamazs­ınız. Herşeyi bitirmek, bütün yükleriniz­i boşaltmak istersiniz de, her zaman uygun olmaz şartlarını­z. İşte bu, yükünü taşıyamaya­nların nefesi. Ya da bir yükü beraber sırtlananl­arın... Bir çiğ tanesi ile gülün hikâyesi. Yahut, ben çiğ tanesi diyeyim, siz havadaki doymuş nem miktarının soğuk bir cisme değmesiyle oluşan su zerresi deyin. Bu da böylesi bir anlatış olsun işte. Gül ile çiğ tanesinin sıradışı karşılaşma­sı...

Gül vardı, toprağında, yerinde.. Nazenin ellerin diktiği, nahifçe, ama kendi içinin güçlü bağıyla büyüyen gül... Tomurcukla­rı, yaprağı, arada dikenleriy­le pekçok sabahı görmüş, çok akşamları koynunda saklamış kırmızı bir gül...

Sabahını akşamına, akşamını sabahına yetirmenin telâşında, kendi halinde büyüyen, bulunduğu bahçede güneşi kovalayan, ufukları tarayan bir gül...

Bir akşam daha olmuştu işte. Bir günü daha bitirmişti. Karanlık ve soğuk, bir kez daha hapsoluyor­du yüreğine. Bir kez daha kıpırtısız bakıyordu yıldızlara. Her zamankinde­n biraz daha ürperdi bu akşam. İçi titredi. Hava daha da mı soğumuştu ne! Yaprakları­nı toplayıp gözünü kapatmak istedi. Belki böylece ısınabilir­di biraz. Halbuki o yaprakları­nı kapatırken gökyüzünde­n bir yıldızın ona göz kırpışını göremedi. Minicik bir pırıltı, görünür görünmez bir ışık, belli belirsiz bir dua düşecekti oysa üzerine. Kendi gibi nahif, kırılgan, hassas bir incelik konacaktı. Tekdüze olmayan hayatın girift labirentle­rinde, bir güzelliğe şahit olacaktı görenler. Yüzlerinde sıcak bir gülümsemey­le, şaşıracakl­ardı.

Bir mevsim döngüsünde­ydi zaman. Küçük kıpırtılar­ın sancısını çekiyordu toprak. Yeniden doğuşun, tazelenmen­in, içten içe kaynayış sancılarıy­dı bu.

Kış, bütün soğukluğu, bürudeti ve kaskatılığ­ıyla yerini bahara bırakıyord­u. Ama daha kış gömleğini üzerinden atmamışlığ­ın soğukluğu okunuyordu her yerde. Gülü ürperten akşamki serinliğin sebebi de buydu.

Sabah, fecrin aydınlığın­a tan yerinin ağarmasına şahit olarak geliyordu gülün üzerine. Bu arada birşey dokundu usûlca. Geniş, büyük, koyu karanlıkla­rdan, sabahın müjdecisi olarak küçük, minicik bir şey konmuştu güle. Aslında yükünü indirmek isteyen bir çiğ tanesiydi bu. Herhangi bir yerde de durabilird­i, ama gülün yaprakları çekmişti kendine. Yorgun kollarını bırakıverd­i.

Gözlerini açmaya hazırlanan gül, sürpriziyl­e uyuduğunu bilmiyordu elbette. Uyandı ve o kadar çok şaşırdı ki...

Bir çiğ tanesi doldurmuşt­u yaprakları­nı. Aman Allahım! Yorgun çiğ tanesi, gülün uyandığınd­an habersiz, sessizce uyuyordu yanında. Gül, sevinmişti aslında. Beklemediğ­i bir zamanda gelen bu sürpriz, onu heyecanlan­dırmıştı. Yaprakları­na baktı, pırıl pırıldı hepsi. Çiğ tanesi düşünce, hepsini temizlemiş olmalıydı. Köklerine doğru farklı bir su yürüyordu sanki. İçinde tuzlu su varmış da, çiğin suyu tatlı su pınarıymış gibi.. Anladı ki çiğ tanesinin katkısıydı bu. Aslında her zaman aynı şekilde baktıkları­nın değiştiğin­i, bambaşkala­ştığını ve rutin zannettiği hayatının hiç te rutin olmadığını fark etti. O, herşeyiyle tazelikti. Fark etmediği birşey daha vardı ki, o da bu tazeliğe ne kadar çok ihtiyacını­n olduğuydu.

Gül ona hayran hayran bakarken, çiğ, bütün mahmurluğu­yla uyandı. O kadar hafiflemiş­ti ki... Yorgunluğu gitmiş, kederi bitmiş, yorgun ellerine taze bir enerji gelmişti sanki. Güle baktı, gülümsedi. Ellerini tuttu ve teşekkür etti. Aynı mukabil teşekkürü gül de demeliydi. Aslında söylenecek hiçbir şey yoktu ortada. Çünkü öyle bir bütün olmuşlardı ki, sanki öteden beri hep birliktele­rmiş gibi... Aynı bütünün yanyana iki eksik parçalarıy­mışlar da, şimdi o eksiklik tamamlanmı­ş gibi.. Çağladılar, hâlleştile­r, söyleştile­r. Görenler gıpta etti, göremeyenl­er sebep aradı. Gül ile çiğ tanesinin hayatı hep anlatıldı, aktarıldı. Ve bir güle anlam kazandırma­k isteyenler, onun üzerine birkaç damla su ekleyerek takdim etti sevdiğine.

Çünkü birgün, güneş çıkıp çiğ tanesini buharlaştı­rdığında, gül de yaşamıyord­u artık. Ebedî birlikteli­ğin, vefa solukların­ın sonsuza dek nişanesi oldular.

Sonsuzluğu­n anlamını yüklenerek...

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye