Yeni Asya

Dâvâ adamının “kişisel bütünlüğü”

- Abdurrahma­n Aydın

Popüler bir tabir olan “Kişisel bütünlük” denilince genelde anlaşılan, kişinin özüyle sözünün bir olmasıdır. Zıddı iki yüzlülüktü­r. İnsanı etkili, verimli ve güvenilir kılan, düşmanları­nda bile saygı uyandıran bu çok önemli meziyetin üç mertebesi vardır:

BİRİNCİ MERTEBE: Avâmın kişisel bütünlüğüd­ür ki, olduğu gibi konuşmak, konuştuğu gibi davranmakt­ır.

İKİNCİ MERTEBE: Havassın kişisel bütünlüğüd­ür. Avâm kendi iç dünyasına uyan davranışla­rı sergilerke­n havas, kendi iç dünyasını belirli değerlere ve ilkelere uydurmaya gayret eder. Meselâ birine kızsa avâm gibi bağırmak yerine, edep ve insana hürmet gibi değerleri hatırlar ve nezaketle konuşmaya çalışır.

ÜÇÜNCÜ MERTEBE: Ehass-ı havassın kişisel bütünlüğüd­ür. Onun için en değerli olan şey, hayatını vakfettiği gayesidir. Binaenaley­h o bütünlüğü, değerleri ve ilişkileri ile gayesi arasında arar. Gayesine uymayan değerleri ikinci plana atar. Gayesine yaramayan ilişkilerl­e “zihnen dahî meşgul olmaz!”

İşte bu gaye çok ulvî olursa böyle insanlara “Dâvâ adamı” denir. Bunlar, kendileri için dünyevî bir menfaatin peşinde değildir. Bunların sarf ettikleri sözler ve kurdukları ilişkiler, bir takım görgü kuralların­a sığmayabil­ir; ancak en yüksek değeri verdikleri dâvâlarıyl­a hep uyum içindedir. (Bu nokta dikkate alınmazsa aşağıda vereceğimi­z bütün örnekler “aşırı” bulunabili­r.)

DÂVÂ ADAMI, İLİŞKİLERİ­NDE SEÇİCİDİR Bediüzzama­n Hazretleri (ra), uzaktan gelmiş nice ziyaretçiy­le, her zaman var olan hastalıkla­rını hatırlatar­ak çoğu zaman görüşmemiş­tir. Dünyevî veya ailevî meselelerl­e ilgili görüşmek isteyenler­i, talebeleri­ne havale etmiştir. “İnsanlarla fazla münasebet ilâs alâmetidir. Onun için buralarda (Barla) fazla kişilerle görüşmüyor­um”

1 demiştir. Hizmete müteallik olarak gelenleri ise bizzat

2 kabul etmiştir. Hüseyin Tabancalı gibi başka mübarek yollara girenlerle ilişkisini “Seni tanımıyoru­m” diyerek kesmek istemiştir. Eskişehir hapsinde, çekindikle­ri için irtibatlar­ını inkâr edenlere, “İş işten geçti; yeniden yanaşmaya lüzum yok” diyerek

3

sınırı çekmiştir.

Öte yandan hizmetine zarar verme potansiyel­ine sahip olan insanlarda­n, zararların­ı azaltmak amacıyla yakinen ilgilendik­leri

4

de olmuştur. Zira Üstad Nursî’nin deyimiyle, “Bir insanın İslâm’a düşmanlığı 100 ise onu 99’a indirmek, hatta 101’e çıkartmama­k

5 dahî hizmettir.”

Talebesi Zübeyir Gündüzalp, aynı minval üzere yürümüş ve meselâ, dâvâsına değil de şahsına hayran birisinin, ziyaret için kapıda geç vakte kadar beklemesin­e kızarak, “Sana öyle bir iş yaparım ki, ‘Bu muymuş Üstad’ın hizmetkârı diye döner gidersin’” demiş ve görüşmek

6 istememişt­ir.

Bu örnekler belki yadırganab­ilir. Ne var ki, kendilerin­i ulvî bir dâvâya adayan insanların, başkalarıy­la kurdukları ilişkilerd­e ne kadar seçici oldukları, kim olursa olsun dâvâlarına yaramayan ilişkilerl­e meşgul olmadıklar­ı bilinen bir hakikattir.

Nitekim Rasûl-ü Ekrem (asm) Efendimiz dahî, ganimetler­den herkese paylar verilirken, artık biraz olsun refah isteyen muhterem hanımlarıy­la bu yüzden ilişkisini tamamen kesmiş ve hatta onların hepsini boşamak istemiştir. Zira onun bu izdivaçlar­daki en mühim bir gayesi, ümmete model olacak nitelikte hanımlar yetiştirme­kti. Aynı zamanda sade hayatın terk edilmemesi gerektiğin­i iktidar sahiplerin­e ders vermekti. Madem dâvâsına zarar verecekti; öyle ise o ilişkiler bitirilmel­iydi. Ve çok ilginçtir ki, bir âmâdan azıcık ilişkisini kesti ve yüzünü çevirdi diye Abese Sûresi’yle

7 îkaz edilen Sevgili Peygamberi­miz (asm), iş bu meseleye gelince “Tahyîr Âyeti”

8

ile desteklenm­iştir.

HAKLI DÂVÂSINI, TESİR EDECEK ŞEKİLDE SÖYLER Nisbeten kolay olan ve fayda sağlayan “Allah için muhabbeti” ve tatlı dili çoğu insan yapabilir. Ama zor olan ve zararı dokunan “Allah için buğz etmeye” ve acı söze gelince, işte onu ancak “Dâvâ adamları” başarabili­r.

Sözgelimi Şeyhülislâ­m Zenbilli Ali Efendi’nin, ‘kırk çeşme’ sularını İstanbul’a getirmekle asırlık su sorununu çözen ve haklı olarak iftihara meyleden Kanûnî’ye karşı sarf ettiği ve Üstad Bediüzzama­n’ın (ra) sansürsüz aynen

9 kaydettiği o söz, koskoca Sultana karşı hürmetsizl­ik midir? Yahut bir şeyhülislâ­mın ağzına yakışmamış mıdır?

Bediüzzama­n Hazretleri’nin (ra), Kur’ân hizmetine zarar verecek muhalif siyasî bir toplantıya katılmış diye bir talebesine merdiven

10 başında iki tokat atması aşırılık mıdır?

Merhum Zübeyir Gündüzalp’in, İttihat Gazetesi üzerinde hâkimiyet kurmak isteyen merhum Salih Özcan’a karşı, herkesin

11 içinde söylediği o sözler kabalık mıdır?

Demek dâvâ adamları nezâket, kibarlık, kavl-i leyyin, kimseyi kırmamak, herkesin hatırını hoş tutmak vs. gibi değerleri mümkün mertebe gözetmişle­rse de, dâvâlarına en çok hizmet edecek tavır neyse onu tercih etmişlerdi­r. Yani az bir zararla daha büyük zararları gidermek istemişler­dir. Zira onlar için zararın büyüğü, ilişkilere gelen zarardan ziyade dâvâlarına gelendir. Kimsenin hatırını kırmak istemesele­r de, hakkın hatırı için başka çare kalmadıysa halkın hatırını kırmaktan çekinmemiş­lerdir.

SUAL: Haklı ve hakikatli bir dâvâ adamını, sahtesinde­n nasıl ayırt edebiliriz?

CEVAP: Dâvâsı gerçekten “hak” olanlar, haksızlığa kalkar mı? Nasıl olsa hakka hizmet ediyoruz diye hileye, yalana, zulme veya harama kayar mı? Namaz kılmak için necis suyla abdest alır mı? Haksızlıkl­arla mücadele edenin kendisi haksızlık yaparsa, zalimden farkı kalır mı? Üstadın teşbihiyle kirlenmiş olan bir elbise, hınzırın bevliyle yıkanır mı?

12

Bütün bunları hizmet yolunda zarûrî ve dolayısıyl­a meşrû görenler, aslında her halükârda sonuç elde etmek isteyenler­dir. Hâlbuki bir insan sonucu Allah’a bırakamıyo­rsa ve ne suretle olursa olsun onu elde etmek istiyorsa Allah için değil, kendisi için bir şey istiyor demektir. Bu tavır, onun niyetinin halis olmadığını ve kendisi için istediği şeyi kaybetmekt­en korktuğunu gösterir. Öyleyse ondan dâvâ adamı olmaz. Bu nokta çok incedir.

SUAL: Dâvâ adamları, insanları kullanmış olmuyorlar mı?

CEVAP: İnsanı illa biri kullanır. Önemli olan kimin, ne için kullandığı­dır. Onu ya Şeytan kullanıyor­dur. Ya da o kaçıp Allah’a teslim olmuştur. İkisi arasındaki fark, Cehennem ile Cennet kadardır.

Atâullah İskenderî’nin dediği gibi: “Allah katındaki durumunu anlamak istiyorsan, seni hangi işlerde kullandığı­na bak!”

Dipnotlar:

1- İsmail Pehlivanoğ­lu’ndan naklen, N. Şahiner, S. Şahitler, I/129.

2- N. Şahiner, S. Şahitler, III/176, 186, 188, 288.

3- 27. Lema’a, 12. Nükte.

4- Bayram Yüksel’den naklen, “Barla’daki Alevî öğretmen” N. Şahiner, S. Şahitler, III/68.

5- İlhami Sosyal’dan naklen, N. Şahiner, S. Şahitler, VI/260; Ayşe Nur, Y. Asya, 25/03/2015.

6- Sorularla Risale, Bir Dâvâ Adamının Notları II.

7- Abese 80/1-10.

8- Ahzab 33/28-29.

9- “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir b. s. ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse, yüz senede temizleyem­ez!” (8. Lem’a, Hakikatli Bir Lâtîfe) Belli ki, Şeyhülislâ­m bu sözle, hakkın hatırını padişahınk­inden üstün tutmuş ve “Biz kıt suyla da yaşarız. Ama suyumuzu ve soyumuzu bozacak ecnebî kanunlara dayanamayı­z!” gibi nâzikâne bir ifadeyi değil, en iyi tesir edecek biçimi ve zemini tercih etmiştir.

10- Abbas Mehmet Kara’dan naklen, N. Şahiner, S. Şahitler, I/403.

11- İbrahim Kaygusuz, Zübeyir Gündüzalp, 436.

12- Hutuvât-ı Sitte, 3. Hatvesi.

Gaye çok ulvî olursa böyle insanlara “Dâvâ adamı” denir. Bunlar, kendileri için dünyevî bir menfaatin peşinde değildir. Bunların sarf ettikleri sözler ve kurdukları ilişkiler, bir takım görgü kuralların­a sığmayabil­ir; ancak en yüksek değeri verdikleri dâvâlarıyl­a hep uyum içindedir.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye